11 Haziran 2021

​Medeniyet tasavvuru olarak Büyük Doğu fikriyatı

Büyük Doğu fikriyatı, Allah dememin yasak olduğu Kemalist Cumhuriyet diktasının en zâlim yıllarında, üstad Necip Fâzıl’ın, ilk sayısını 1943’de başlayıp 1978’e kadar 512 sayı olarak yayınladığı haftalık Büyük Doğu Mecmuası’yla fikrî ve siyasî bir cemiyet olarak teşekkül eder. Fikirlerini daha güçlü yaymak için 1951-52 yılları arasında “Hakka ve yeni bir dünya görüşüne bağlı Müslüman Türklerin gazetesi” alt başlığıyla “Yeni Büyük Doğu” adıyla günlük gazete olarak da yayınlar. Bu doğuşun arkasında kendi ifadesiyle “Kısa bir zamanda çölden kurtulup yeşil bir vahada kendini bulduğu mânevî güç olarak Abdülhâkim Arvasi Hazretleri vardır.”

Zulüm ve şeâmet yılları olan 1930’lı ve 40’lı yıllarda ezanı susturan, Kur’ân-ı Kerim’i yasaklayan, İslâm medeniyet değerlerini “redd-i miras” eden Kemalist Altı Ok Cumhuriyetine karşı medeniyet ve devletin yeniden inşası mânasına gelen Büyük Doğu fikriyatının esaslarını oluşturur ve fikirlerini Türkiye’nin her köşesinde anlatır. Ona göre, Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyetle devam eden sahte inkılâplar medeniyet ve devlet inşasına çâre olamamıştır. Cumhuriyet inkılâbı madde plânında kalmış, ruh plânında büyük bir tahribin başlatıcı olmuş ve gerçek inkılâp öksüz kalmıştır. (a.g.e., s.153)

 

BÜYÜK DOĞU FİKRİYATININ ŞAHSİYETİNİ TÜRKLER YOĞURACAKTIR

Büyük Doğu fikriyatı, ümmetin hâmisi, hâdimülharameyn ve İslâm’ın bayraktârı ve Müslümanla aynı mânaya gelen Türkleri ve Türkiye’yi merkeze alan, Müslüman Doğu’nun bütününü kucaklayan ve İslâm medeniyetini ihya etmeyi gaye edinmiştir. Bu mânaya geldiği üstadın şu ifadelerinden anlaşılmaktadır: “Şahsiyetini Doğu, Doğuyu da kendi şahsiyet teknesinde bir zamanlar yoğuran büyük Türk milleti, bir gün Batı dünyasına, o dünyanın dış kemâllerine ermiş ve bütün sırlarını yutmuş olarak Doğu üstünlüğünü haykırmak zorundadır. Olmak, ya olmaktır; ya hiçbir şey olmamak… Dâvaların dâvasını, tek bir cümle içinde görmek isteyene başka bir şey söylenmez. (Tanrı Kulundan Dinlediklerim, S.120)

 

BÜYÜK DOĞU FİKRİYATI DEVLET VE MEDENİYET NİZAMIDIR

Büyük Doğu fikriyatı îman, fikir ve sanat cephesinin yanında devlet tasavvuru ve millet sözleşmesidir. Dahası cemiyetin bütün kademelerinde İslâm’ın çağa tatbikidir. Yeryüzünü inşa hususunda gerekli olan bütün esasları İslâm’da arar. Allah Resûlü’nden günümüze kadar devam eden bir çizgide oluşan İslâm medeniyetinin keşfi ve tatbikinden ibarettir. Büyük Doğu fikriyatında iç siyasetin muarızları Batılılaşmış zihniyettir. Yahudiler, masonlar ve İslâm’ın zahirî ve bâtınî cephesini yozlaştıranlardır. İç siyasette gençlik büyük bir değerdir. İslâm İnkılâbının en büyük gayesi İslâm’la donanmış bir gençlik yetiştirmektir. Dış siyasette ise Batının yanlışlarını iyi anlayarak hareket eden Müslüman Türk merkezli Müslüman Doğu kafası oluşturmaktır.

 

“BÜYÜK DOĞU İSLÂMİYETE YOL AÇMA GEÇİDİDİR”

Büyük Doğu fikrini üstad öz olarak şöyle târif eder: “Büyük Doğu, rüzgârdan hafif topuklarla içimizdeki iklimlere doğru ruhanî ve ince bir sefer ediş hâli. Büyük Doğu, İslâmiyet’in emir subaylığı… Büyük Doğu, İslâm içerisinde ne yeni bir  mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece, Sünnet ve Cemaat Ehli tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi; ve O’nu eşya ve hâdiselere tatbik etme işi…” (İdeolocya Örgüsü, s.8-10)

Ona göre, İslâm, ham ve kaba softanın kuru ve keyfî naslar baltası olmaktan kurtarılması, yâni İslâmlığı bütün hakikatiyle anlayacak onu saf ve mutlak bir îman, vecd ve aşk kandili hâlinde Türk evinin başköşesine asılması ve Müslümanlık yobazın dar ruhundaki pastan ayıklanıp, millî Türk ruhunun tertemiz maddesi hâline getirilmesi gerek. (a.g.e., s.90-91)

 

MEDENİYET İNŞASINDA YOL HARİTASI

Tanzimat’tan bu yana ölçülerini kaybetmeye başlayan Müslüman Türkiye’nin millet, medeniyet ve devlet nizamının yeniden nasıl inşa edileceğini anlatan “İdeolocya Örgüsü” kitabından hülâsa ettiğimiz fikirleri şöyledir:

Büyük Doğu fikriyatı Türkiye’nin, yâni vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlarıyla çevrili ruh ve keyfiyet plânına sahiptir. Vatanın sınırları Türk’ün ve Müslüman Doğu’nun coğrafyasıdır. Büyük Doğu fikriyatının merkezi Türkiye olmak üzere Ortadoğu, Asya ve Afrika İslâm beldeleridir. Amerika ve Avrupa düşman sahadır. Bunun dışında ırk ve toprak hırsıyla alâkası yoktur. Yâni maddî fetih peşinde değildir. (a.g.e., s. 8)

Büyük Doğu fikriyatı şeriat ölçülerine bağlı tasavvufî terbiye ve yollarının cemiyet hayatında neşv ü nema bulmasının esaslarıdır. İnsanlığı Allah’ın dininden koparmayı, lâ-dinî Batı medeniyeti altında dinsizleştirmeyi, makine dişlileri arasında ezmeyi gaye edinen zihniyete karşı Medine’den neşet eden millet ve medeniyet inşasının yol haritasıdır. Büyük Doğu fikriyatının hedef tayin ettiği fert ve toplum îman, saf tefekkür, sâlih amel ve dâva şuuru olmak üzere dört esas üzerine kuruldur. Devlet-i Âliye’nin yâni Osmanlı-Türk devletinin yedi asırlık hayatının iki buçuk asrı, Büyük Doğu idealinin îman, tefek­kür, amel ve dâva şuurunun bir bütün olarak idrak edildiği zamandır. İki buçuk asrın âlimleri sanattan siyasete hayatın bütün kademelerini irfana açmış, ilim, fikir ve sanat İslâmî çerçevede mâna bulmuştur. Fen ilimleriyle mânevî ilimler iç içedir. Bu ilimlerin zirvesinde mânevî ustalar, yâni veliler vardır. İlim tefekkürden, tefekkür sanattan ayrı değildir. Siyaset ilim erbabına tâbidir. (a.g.e., s.57)

 

“BATIYA ÖZENMEMİZ FELÂKETLERİN FELÂKETİDİR”

Büyük Doğu fikriyatının İslâm medeniyet dâvası vardır. Minarelerden yükselen ezanlarla Batı’nın ruh ve kültürünü yenmek ve fabrika bacalarından yükselen dumanlarla fen ve sanayi hünerini Batıdan koparıp almak dâvasıdır bu. Üstad, medeniyet ve kültür olarak Doğu ve Batı farkını kalan hatlarla çizmiştir. Modern dönemin sağcı muhafazakâr aydınlar gibi medeniyet anlayışında eklektik ve sentezci olmadığı gibi modern mânada “muhafazakâr” ve “sağcı” da değildir. Merkezde Türklerin olduğu İslâm inkılâpçısıdır. Bu çizgisinden dolayıdır ki, Batılılaşmaya tam karşıdır. Mehmed Âkif gibi, Batı’nın fen ilimlerinin alınabileceğini, fakat felsefe ve ahlâkının alınamayacağını söyler.

Batı, cinsî ahlâkla beraber, siyasî, idarî, fikrî, ilmî, ticarî ve hukukî ahlâk da yuvarlanışın son kertesi olan Kemalist inkılâplar vasıtasıyla askerî güce gerek kalmadan Türk devletini sömürgesi hâline getirmiştir. Batı, maddeyi fethetmekte kendi keşiflerinin makinesine kolunu kaptırmıştır. O bu hâlindeyken bizim onu her şey sanmakta devam etmemiz, Batıyı bir erişmişlik içinde görmemiz, her gün biraz daha ona özenmemiz felâketlerin felâketidir. (a.g.e., s.13-34-45)

 

“İSLÂM’IN SALTANAT VE CUMHURİYET GİBİ ŞEKİLLERLE ALÂKASI YOKTUR”

Ona göre, İslâm’da idare şekli yok, idare ruhu vardır. Ulvî ve münezzeh İslâm’ın saltanat, cumhuriyet gibi toprak seviyesinde kalan şekil ve kadrolarla herhangi bir alâkası yoktur. Hakk’a esir bir fert hükümranlığını, başıboşluğa mahkûm bir hürriyet idaresinden üstün tutar ve en seçkin cemiyet temsilcilerinin meşveret idaresini hepsinden üstün görür. (a.g.e, s.108) Devletin adı İslâm’daki şura yapısına dayanan bir devlet sistemi olan Başyücelik Devletidir. İdare şekli meclise benzer bir münevverler aristokrasisidir. Gücünü İslâm’dan alan bütün fazilet ve haysiyeti sadece hak ve hakikat bağlılığından ibaret olan gerçek münevverler hâkimiyetidir ve adı Yüceler Kurultayı’dır. Yüceler Kurultayı kendi içinden Başyüceyi seçer. Başyüce İslâm’ın ululemir olarak bildirdiği vasıflara sahiptir. Bu kurultayın reis kürsüsünün arkasında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ cümlesi yazılıdır. (a.g.e., 257-258)

Başyücelik Devleti’nde devlet ve halk birbirinden ayırt edilemeyecek kadar yakındır. Devlet-fert münasebeti, ferdin, dolayısıyla milletin İslâmî duyarlılığı üzerinedir. Batı’da olduğu gibi devlet veya iktidarın kaynağı değildir. Devleti temsil eden kişilerle sokaktaki herhangi bir kişi kanunlar önünde eşittir. Fertler tamamen hür iradelerine göre hareket edemezler. Hürriyetin mânası ve çerçevesi İslâm nizamına köle olmaktır. Gerçek hürriyet İslâm nizamına bağlılıkla kazanılacağına inanılır. Başyücelik Hükümeti’nde halk kendisini devletin, devlet de halkın kölesi bilecektir.(a.g.e, s.260-261) 

 

=BÜYÜK DOĞU FİKRİYATI NAS DEĞİL, TASAVVURDUR

Hemen belirtelim ki, “devletin adı Başyücelik devleti” ifadesi İslâmî temeller üzerine kurulacak müstakbel Türk devletinin idârî mânada sembolik bir adlandırmadır. Bu fikirleri elbette nas değildir. Tanzimat’tan bugüne kaybettiğimiz devlet ve medeniyet şuurunu kazanmanın ana hatları denilebilir. İslâmî ölçüler içinde ve Türklerin İslâm’a aykırı olmayan örfleri nisbetinde elbette tartışılır.

Günümüzde İslâmcı bâzı fikir erbabı Büyük Doğu fikriyatından bu zamana göre bir sistem ve medeniyet inşasının mümkün olamayacağını beyan etse de, Türkiye’nin devlet ve medeniyet tasavvuruna dair yol açıcılığı inkâr edilemez. Üstadın fikirleri bütünüyle okunduğunda ideolocyasını mutlaklaştırmadığı anlaşılıyor.

 Hâsıl-ı kelâm; dar geçitten geçen ve sistem buhranı çeken Türkiye bugününü ve yarınını inşa etmek için Büyük Doğu fikriyatından istifade etmeli ve yol haritasına üstadın devlet ve medeniyet fikirlerini de katmalıdır.

(ilbeyali@hotmail.com)