Medeniyet tasavvuru olarak Büyük Doğu fikriyatı
Büyük Doğu fikriyatı, Allah dememin yasak olduğu Kemalist Cumhuriyet diktasının en zâlim yıllarında, üstad Necip Fâzıl’ın, ilk sayısını 1943’de başlayıp 1978’e kadar 512 sayı olarak yayınladığı haftalık Büyük Doğu Mecmuası’yla fikrî ve siyasî bir cemiyet olarak teşekkül eder. Fikirlerini daha güçlü yaymak için 1951-52 yılları arasında “Hakka ve yeni bir dünya görüşüne bağlı Müslüman Türklerin gazetesi” alt başlığıyla “Yeni Büyük Doğu” adıyla günlük gazete olarak da yayınlar. Bu doğuşun arkasında kendi ifadesiyle “Kısa bir zamanda çölden kurtulup yeşil bir vahada kendini bulduğu mânevî güç olarak Abdülhâkim Arvasi Hazretleri vardır.”
Zulüm ve şeâmet yılları olan 1930’lı ve 40’lı yıllarda ezanı
susturan, Kur’ân-ı Kerim’i yasaklayan, İslâm medeniyet değerlerini “redd-i
miras” eden Kemalist Altı Ok Cumhuriyetine karşı medeniyet ve devletin yeniden
inşası mânasına gelen Büyük Doğu fikriyatının esaslarını oluşturur ve
fikirlerini Türkiye’nin her köşesinde anlatır. Ona göre, Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyetle
devam eden sahte inkılâplar medeniyet ve devlet inşasına çâre olamamıştır.
Cumhuriyet inkılâbı madde plânında kalmış, ruh plânında büyük bir tahribin
başlatıcı olmuş ve gerçek inkılâp öksüz kalmıştır. (a.g.e., s.153)
BÜYÜK
DOĞU FİKRİYATININ ŞAHSİYETİNİ TÜRKLER YOĞURACAKTIR
Büyük Doğu fikriyatı, ümmetin
hâmisi, hâdimülharameyn ve İslâm’ın bayraktârı ve Müslümanla aynı mânaya gelen
Türkleri ve Türkiye’yi merkeze alan, Müslüman Doğu’nun bütününü kucaklayan ve İslâm
medeniyetini ihya etmeyi gaye edinmiştir. Bu mânaya geldiği üstadın şu
ifadelerinden anlaşılmaktadır: “Şahsiyetini Doğu, Doğuyu da
kendi şahsiyet teknesinde bir zamanlar yoğuran büyük Türk milleti, bir gün Batı
dünyasına, o dünyanın dış kemâllerine ermiş ve bütün sırlarını yutmuş olarak
Doğu üstünlüğünü haykırmak zorundadır. Olmak, ya olmaktır; ya hiçbir şey
olmamak… Dâvaların dâvasını, tek bir cümle içinde görmek isteyene başka bir şey
söylenmez. (Tanrı Kulundan Dinlediklerim, S.120)
BÜYÜK DOĞU FİKRİYATI DEVLET VE MEDENİYET
NİZAMIDIR
Büyük Doğu fikriyatı îman, fikir
ve sanat cephesinin yanında devlet tasavvuru ve millet sözleşmesidir. Dahası
cemiyetin bütün kademelerinde İslâm’ın çağa tatbikidir. Yeryüzünü inşa
hususunda gerekli olan bütün esasları İslâm’da arar. Allah Resûlü’nden günümüze
kadar devam eden bir çizgide oluşan İslâm medeniyetinin keşfi ve tatbikinden
ibarettir. Büyük Doğu fikriyatında iç siyasetin muarızları Batılılaşmış
zihniyettir. Yahudiler, masonlar ve İslâm’ın zahirî ve bâtınî cephesini
yozlaştıranlardır. İç siyasette gençlik büyük bir değerdir. İslâm İnkılâbının
en büyük gayesi İslâm’la donanmış bir gençlik yetiştirmektir. Dış siyasette ise
Batının yanlışlarını iyi anlayarak hareket eden Müslüman Türk merkezli Müslüman
Doğu kafası oluşturmaktır.
“BÜYÜK DOĞU İSLÂMİYETE YOL AÇMA GEÇİDİDİR”
Büyük Doğu fikrini üstad öz
olarak şöyle târif eder: “Büyük Doğu, rüzgârdan hafif topuklarla içimizdeki
iklimlere doğru ruhanî ve ince bir sefer ediş hâli. Büyük Doğu, İslâmiyet’in
emir subaylığı… Büyük Doğu, İslâm içerisinde ne yeni bir mezhep, ne de
yeni bir içtihat kapısı… Sadece, Sünnet ve Cemaat Ehli tabirinin
ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve
asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi; ve O’nu eşya ve hâdiselere tatbik etme
işi…” (İdeolocya Örgüsü, s.8-10)
Ona göre, İslâm, ham ve kaba softanın kuru ve keyfî naslar baltası
olmaktan kurtarılması, yâni İslâmlığı bütün hakikatiyle anlayacak onu saf ve
mutlak bir îman, vecd ve aşk kandili hâlinde Türk evinin başköşesine asılması
ve Müslümanlık yobazın dar ruhundaki pastan ayıklanıp, millî Türk ruhunun
tertemiz maddesi hâline getirilmesi gerek. (a.g.e., s.90-91)
MEDENİYET İNŞASINDA YOL HARİTASI
Tanzimat’tan bu yana ölçülerini kaybetmeye başlayan Müslüman
Türkiye’nin millet, medeniyet ve devlet nizamının yeniden nasıl inşa
edileceğini anlatan “İdeolocya Örgüsü” kitabından hülâsa ettiğimiz fikirleri
şöyledir:
Büyük Doğu fikriyatı Türkiye’nin,
yâni vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlarıyla çevrili ruh ve keyfiyet
plânına sahiptir. Vatanın sınırları Türk’ün ve Müslüman Doğu’nun coğrafyasıdır.
Büyük Doğu fikriyatının merkezi Türkiye olmak üzere Ortadoğu, Asya ve Afrika
İslâm beldeleridir. Amerika ve Avrupa düşman sahadır. Bunun dışında ırk ve
toprak hırsıyla alâkası yoktur. Yâni maddî fetih peşinde değildir. (a.g.e., s.
8)
Büyük Doğu fikriyatı şeriat
ölçülerine bağlı tasavvufî terbiye ve yollarının cemiyet hayatında neşv ü nema
bulmasının esaslarıdır. İnsanlığı Allah’ın dininden koparmayı, lâ-dinî Batı
medeniyeti altında dinsizleştirmeyi, makine dişlileri arasında ezmeyi gaye
edinen zihniyete karşı Medine’den neşet eden millet ve medeniyet inşasının yol
haritasıdır. Büyük Doğu fikriyatının hedef tayin ettiği fert ve toplum îman, saf
tefekkür, sâlih amel ve dâva şuuru olmak üzere dört esas üzerine kuruldur.
Devlet-i Âliye’nin yâni Osmanlı-Türk devletinin yedi asırlık hayatının iki
buçuk asrı, Büyük Doğu idealinin îman, tefekkür, amel ve dâva şuurunun bir
bütün olarak idrak edildiği zamandır. İki buçuk asrın âlimleri sanattan
siyasete hayatın bütün kademelerini irfana açmış, ilim, fikir ve sanat İslâmî
çerçevede mâna bulmuştur. Fen ilimleriyle mânevî ilimler iç içedir. Bu
ilimlerin zirvesinde mânevî ustalar, yâni veliler vardır. İlim tefekkürden,
tefekkür sanattan ayrı değildir. Siyaset ilim erbabına tâbidir. (a.g.e., s.57)
“BATIYA
ÖZENMEMİZ FELÂKETLERİN FELÂKETİDİR”
Büyük Doğu fikriyatının İslâm medeniyet dâvası vardır.
Minarelerden yükselen ezanlarla Batı’nın ruh ve kültürünü yenmek ve fabrika
bacalarından yükselen dumanlarla fen ve sanayi hünerini Batıdan koparıp almak
dâvasıdır bu. Üstad, medeniyet ve kültür olarak Doğu ve Batı farkını kalan
hatlarla çizmiştir. Modern dönemin sağcı muhafazakâr aydınlar gibi medeniyet
anlayışında eklektik ve sentezci olmadığı gibi modern mânada “muhafazakâr” ve
“sağcı” da değildir. Merkezde Türklerin olduğu İslâm inkılâpçısıdır. Bu
çizgisinden dolayıdır ki, Batılılaşmaya tam karşıdır. Mehmed Âkif gibi,
Batı’nın fen ilimlerinin alınabileceğini, fakat felsefe ve ahlâkının
alınamayacağını söyler.
Batı, cinsî ahlâkla beraber, siyasî, idarî, fikrî, ilmî, ticarî ve
hukukî ahlâk da yuvarlanışın son kertesi olan Kemalist inkılâplar vasıtasıyla
askerî güce gerek kalmadan Türk devletini sömürgesi hâline getirmiştir. Batı,
maddeyi fethetmekte kendi keşiflerinin makinesine kolunu kaptırmıştır. O bu
hâlindeyken bizim onu her şey sanmakta devam etmemiz, Batıyı bir erişmişlik
içinde görmemiz, her gün biraz daha ona özenmemiz felâketlerin felâketidir.
(a.g.e., s.13-34-45)
“İSLÂM’IN SALTANAT VE CUMHURİYET GİBİ
ŞEKİLLERLE ALÂKASI YOKTUR”
Ona göre, İslâm’da idare şekli yok, idare ruhu vardır. Ulvî ve
münezzeh İslâm’ın saltanat, cumhuriyet gibi toprak seviyesinde kalan şekil ve
kadrolarla herhangi bir alâkası yoktur. Hakk’a esir bir fert hükümranlığını,
başıboşluğa mahkûm bir hürriyet idaresinden üstün tutar ve en seçkin cemiyet
temsilcilerinin meşveret idaresini hepsinden üstün görür. (a.g.e, s.108) Devletin adı İslâm’daki şura yapısına
dayanan bir devlet sistemi olan Başyücelik Devletidir. İdare şekli meclise
benzer bir münevverler aristokrasisidir. Gücünü İslâm’dan alan bütün
fazilet ve haysiyeti sadece hak ve hakikat bağlılığından ibaret olan gerçek
münevverler hâkimiyetidir ve adı Yüceler Kurultayı’dır. Yüceler Kurultayı kendi
içinden Başyüceyi seçer. Başyüce İslâm’ın ululemir olarak bildirdiği vasıflara
sahiptir. Bu kurultayın reis kürsüsünün arkasında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ cümlesi
yazılıdır. (a.g.e., 257-258)
Başyücelik Devleti’nde devlet ve
halk birbirinden ayırt edilemeyecek kadar yakındır. Devlet-fert münasebeti,
ferdin, dolayısıyla milletin İslâmî duyarlılığı üzerinedir. Batı’da olduğu gibi
devlet veya iktidarın kaynağı değildir. Devleti temsil eden kişilerle sokaktaki
herhangi bir kişi kanunlar önünde eşittir. Fertler tamamen hür iradelerine göre
hareket edemezler. Hürriyetin mânası ve çerçevesi İslâm nizamına köle olmaktır.
Gerçek hürriyet İslâm nizamına bağlılıkla kazanılacağına inanılır. Başyücelik
Hükümeti’nde halk kendisini devletin, devlet de halkın kölesi
bilecektir.(a.g.e, s.260-261)
=BÜYÜK DOĞU FİKRİYATI NAS DEĞİL, TASAVVURDUR
Hemen belirtelim ki, “devletin
adı Başyücelik devleti” ifadesi İslâmî temeller üzerine kurulacak müstakbel
Türk devletinin idârî mânada sembolik bir adlandırmadır. Bu fikirleri elbette
nas değildir. Tanzimat’tan bugüne kaybettiğimiz devlet ve medeniyet şuurunu
kazanmanın ana hatları denilebilir. İslâmî ölçüler içinde ve Türklerin İslâm’a
aykırı olmayan örfleri nisbetinde elbette tartışılır.
Günümüzde İslâmcı bâzı fikir
erbabı Büyük Doğu fikriyatından bu zamana göre bir sistem ve medeniyet
inşasının mümkün olamayacağını beyan etse de, Türkiye’nin devlet ve medeniyet
tasavvuruna dair yol açıcılığı inkâr edilemez. Üstadın fikirleri bütünüyle
okunduğunda ideolocyasını mutlaklaştırmadığı anlaşılıyor.
Hâsıl-ı kelâm; dar geçitten geçen ve sistem
buhranı çeken Türkiye bugününü ve yarınını inşa etmek için Büyük Doğu
fikriyatından istifade etmeli ve yol haritasına üstadın devlet ve medeniyet
fikirlerini de katmalıdır.
(ilbeyali@hotmail.com)