08 Kasım 2015

Medeniyet ve deniyet: mim merhamettir Kudüs’te…

Her medeniyet tarihe kendi üslubunca bir iz bırakır. Bu manada Kudüs tarihin kalbinin attığı mekânlardan. Tarih burada pek çok hadisenin de şahidi oldu. Özellikle Haçlı Seferleri'nde buranın işgali kanlı ve acılı bir hal ile bugünü hatırlatan manzaralar ortaya koydu. Bu işgale tanıklık eden Fulcherıus kan donduran manzaraları şöyle aktarır: "Süleyman tapınağının(Aksa cami) çatısından atlayarak kaçmaya çalışan Müslümanların çoğu oklarla vurularak öldürülmüştü. Bu tapınakta yaklaşık on bin Müslüman'ın boynu vuruldu. Burada olsaydınız ayak bilekleriniz katledilenlerin kanlarıyla lekelenebilirdi. Müslümanların hepsi, kadın, çocuk ayırt edilmeden, katledildi. Müslümanların hilelerini keşfeden şövalyelerimiz ve yayalar, Müslümanların yaşarken iğrenç boğazlarından yuttukları, Bizans sikkelerini bağırsaklarından çıkarmak için bunları öldürür öldürmez karınlarını deştiler.

Yine aynı amaçla cesetleri büyük yığınlar halinde toplayıp yakarak küller arasındaki altınları kolaylıkla buldular. Adamlarımız ellerinde yorgun kılıçlarıyla şehrin her yanını dolaşıp hiç kimseyi ayırt etmiyor merhamet dileyenleri bile öldürüyorlardı. Halk sallanan dallardan düşen çürük elmalar ve meşe palamutları gibi hayatlarını kaybediyordu." Yine katliamın görgü tanıklarından olan Piskopos Raymond d'Agiles'in kahraman fatihlerin(!) yaptıklarını anlatısı ise şöyleydi: "Nihayet, bizimkiler surlarla kuleleri elde etmelerinden sonra, yenilenler arasında inanılmaz bazı hadiselere tanık olduk. Bazılarının cesetleri, kafaları kesilmiş halde yerlerde yatıyordu.

Bu durum, gerçekten de, kendileri için, uğramış olabilecekleri en iyi son idi. Bazıları da, oklardan delik-deşik olmuş bir şekilde can vermiş, kale kulelerinden baş aşağı sarkmakta idiler; bazıları da alevlerden kömürleşmişlerdi. Şehrin sokakları kesilmiş kol ve bacaklarla dolmuştu; yollarda öylesine ceset bolluğu vardı ki, insanın oralardan geçmesi mümkün olmuyordu. Solomon'un tarihi Mabed'inde bizimkiler öylesine kan akıtmışlardı ki, cesetler kızıl bir ummanda yüzüyor, akıntının etkisi ile bir bu yana bir şu yana sürüklenip gidiyorlardı.

Sağda solda yüzen bacaklarla kafalar bazen başka bir cesede yapışıyordu. İğrenç bir karmaşa her yere hâkim olmuştu. O bölgede halkı kılıçtan geçirme görevini üstlenmiş olan askerlerimizin kendileri de, bir süre sonra, parçalanmış cesetlerden etrafa yayılan pis kokuya dayanamaz olmuşlardı." Bu büyük katliama uğrayanlar sadece Müslümanlar değildi. Şehirdeki Yahudiler de topluca sığındıkları baş sinagoglarında kapıları sürülmek sureti ile ateşe verilerek yakıldılar. Suçları ise Müslümanlara yardım etmeleriydi.

Kudüs'te Selahaddin'in zamanı gelir; şehir, zaman ve mekân değişir. Bu hikâyenin bahsi başka bir fasıldır. Akabinde, Osmanlı asırları ve nihayet I. Dünya Savaşı yıllarının acılı geri çekilişleri.

Kudüs'e giren İngiliz General Allenby bir beyanname yayınlar Kudüs'te. Bu seferki beyannamede 1917 Bağdat işgalindeki gibi İngilizlerin sömürgeci olmadığı, Türklerin kötü idaresi ve Alman oyunlarına karşı Arapları sömüren Türklerden kurtarıcı olarak geldikleri dile getirilmese de “İdaremdeki kuvvetlerin Türkleri bozguna uğratması sonucunda ordum tarafından şehrinizin işgaliyle sonuçlanmıştır. Bundan dolayı, şimdi, burada yönetim şekli olarak sıkıyönetim ilan ediyorum ve bu durum askerî şartlar icap ettirdiği sürece devam edecektir.” deniyordu. Türk denen İslam'ın aşılamaz yüzü yenilmişti. Allenby savaş günlerinden şanlı ordumuzun müdafaasını "Türkler ürküten, delice bir mücadele gücüne sahip. Savaş kabiliyetlerini tamamen yitirdiler ama hala çarpışmaya devam ediyorlar. Bir avuç Türk'ün siperlerde mahpus olduklarını bile bile ateşi kesmemeleri ve mücadele etmeleri yüzünden zaman kaybediyoruz." Evet, bir avuç Türk; Asımın nesli çarpışıyordu. Müslüman Türk'e kafayı takan karışık zihinlere ithaf olunur. Akif merhumun mısraıyla; Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Haçlı Seferleri'nden asırlar geçmiş, Avrupalı aydınlandı! Ama süregiden iddiasından vazgeçmedi. Delimi mi? 11 Aralık 1917'de Kudüs'e giren İngiliz Orgeneral Allenby Selahaddin Eyyubi'nin mezarına vurarak; 'Kalk Selahaddin biz yine geldik' şeklinde bir konuşma yaparken de muhtemelen farklı bir psikoloji içinde değildi. Fransız Generali Giraud, 1920 tarihindeki Meyselun Savaşı'nın ardından Şam'da Selâhaddin'in kabrini Haçlı ruhunu göstererek; "Ey Selâhaddin! Dinle biz döndük" derken ve Osman Gazi'nin sandukasını tekmeleyen Yunanlı komutan Sofokles hangi tarihi geçmişin güncel örnekleriydiler demeden edemiyor insan. Fransa Dış İşleri Bakanı Gueant, "Cumhurbaşkanımızla ilgili yapılan eleştirilerle ilgili olarak şunu söylemek istiyorum. Şu an herkes, Sarkozy'nin orada olduğuna şükrediyor. Herkes televizyonlardan Kaddafi'nin yaptığı katliamı izlemeye hazırlanıyordu. Tanrıya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi'nin önderliğini yaparak önce BM'yi, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği'ni harekete geçirdi" sözleriyle Haçlı kavramını daha dün denilecek kadar kısa bir vakitte kullandı. Bugün Kudüs'te var olan İsrail ve onun tarihi hatta mitolojik emelleri bu tarihsel aktüalitenin diğer bir yönü olarak görülmelidir. Altı yüz bin can gider; milyonla iman eksilir;
Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!
Der Akifimiz…

Hz. Ömer'in Kudüs'e giriş resmi ile bunları kıyasladığınızda hörmet, merhamet ve hizmet medeniyetinin mümesilleri ile diğerleri arasındaki farkı tarih bize böyle gösteriyor. Türkler nasıl bir mesuliyet davasının müntesibi olarak hayatı hakka uydurma çabasında iseler, başka tarihi vizyonlarının müntesipleri de kendi tarihlerinin süvarisi olarak yoldalar.

Kudüs'ten öğrendiklerimizden biri de budur; Akif'in gönlünce, Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz? vesselam…