29 May 2018

Medeniyetçi milliyetçiliğin sandığı

Türk milletinin, Türk devletinin adı, sanı yok olmasın diye, gece uyumadım, gündüz oturmadım, ölesiye, bitesiye çalıştım der Bilge Kağan.

TDK sözlüğünde millet tanımı içinde geçen temalardan birisi ülkü birliğidir. Ülkü, mefkûre, ideal birliği geçmişten ziyade geleceğe dair bir perspektifi gösterir. Seçimler münasebetiyle meydanlar dolup dolup boşalırken insan, o yığınlarda bir ülkü birliğinden çok bir menfaat ortaklığı mı var sorusunun soğuk iklimine savrulmadan edemiyor. Meydanlarda dayanışmaya mesnet olan meşru sebebimiz, umumi iyiliği vaz eden bir ülkü, gaye ve bunun siyaset üzerinden gerçekleştirilmesi gayreti midir?

Ziya Gökalp millet tanımı yaparken verdiği unsurlar içinde ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olandan bahseder. Müştereklerimiz, ülkülerimiz ahlak ve güzellik duygumuz açısından bizi birbirimize bağlıyor mu? Yoksa bir seçim döneminin kiç avareliği içinde araçsallaşan her şeyle birlikte araya mı gidiyorlar.

Millet olarak kendimizi sürdürme, güvenliğimiz ve refahımızla alakalı duygulara sahip olma, milli hedeflerimize zemin ve teminat olarak milli iradeyi bahsedilen müşterek ve ülküler bağlamında harekete geçirmek noktasında seçimler ve süregiden tüm tartışmalar bizi bu zemindeki bir rekabetin mi yoksa var olma yok olma mücadelesinin eşiğine mi sürüklüyor.  

Milliyete ister ilkçi bir nazarla yani millet kavramının bilinen en eski zamanlardan beri var olduğunu kabul eden ontolojik bir veri olarak kabul eden bir bakışla, istersek modernist bir bakışla endüstrileşme, sanayileşme ve kapitalistleşme süreçlerinin bir ürünü yani icat edilmiş epistemolojik bir şey olarak, istersek de buna mukabil ortaya çıkan etno sembolist anlayışa bağlayalım yani zihnimizi ve bugünkü varlığımızı modern zamanların öncesi başlayan bir kökene bağlayan kabule dâhil olan anlayışla düşünelim; devletle milletin birliği açısından belirli bir “dünya görüşü etrafındaki” hayatlarımızda bir ülkü ve müşterek bağıyla bir bakışa aidiyetle kendimizi tanımlarız. Siyasi yönelimlerimiz de bu manada kendimizi için tanımladığımız ülkü ve müştereğe en yakın çerçeveyi bize gösteren yapılanmaya doğru olur. Peki, siyasi bloklaşması doların yükselişi veya inişli etrafında oluşan bir topluma hangi nazarla bakılabilir?  

Peki, bu farklılaşmalar içinde, biz ötekinin yok olması üzerinden var olmayı öngörüyorsak bizi aynı bayrağın altında birleştiren ülkü ve müştereklerimiz nereye saklanmışlardır. Genel iradesi olmayan, umumi iyilik ve fayda düşüncesini yitirmiş toplum millet hüviyetini muhafaza edebilir mi?  Kültürcü bir perspektifin ürünü olan buradaki yaklaşımlarımız siyasetin çeliğine dökülmesi gereken su mahiyetindedirler.

Erol Güngör'ün Türk Kültürü ve Milliyetçilik adlı eserinde ortaya koyduğu “Milliyetçilik, milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirmek ve cemiyeti soysuz değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet davasıdır" tespitlerini mihenk alan bir zeminde Türkiye'yi bir medeniyet davasının vatanı kılacak siyasetin esasları doğuracak irade fevkalade mühim ve hayatidir. Bu bakımdan Türklerin geleceği, binlerce yıllık devletin ve kültürün ferasetiyle tayin edilecek bu iradenin teşekkülüyle yakından ilgilidir. Sormak lazım; bizim kendimizi mesul hissettiğimiz topluma dair iyiler listemizde neler var? Bizi gönüllü olarak sınırlayan iyilerimiz neler? Kendi menfaatimize tercih edeceğimiz toplumsal yapının zaafa uğramaması için sorumlu olduklarımız var mıdır? Gemisini yürütenin kaptan olduğu yerde dirlik düzenlik aranır mı?

Bizleri bin yıldır yaşadığımız bu vatana dün toplaşmışız gibi gören ve bizi buna göre tarif eden anlayışlar bu vatanı medeniyet davasında kopararak küresel sürüklenmelerin çaresiz ülkesine dönüştürmek isteyenlerdir. Doları tartışırken insanlığa borcumuz olan ve mesul olduğumuz milliyetçiliğimizin esasını teşkil eden ve rahmetli BAŞBUĞ'un Dokuz Işık'ta “Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan kurtarıp kuvvetli, her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir hale getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygu­dur… Ülkücülüğümüz Türk Milletinin en kısa yoldan, en kısa zamanda modem uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir bayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskı­dan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür” şeklinde ortaya koyduğu çerçevenin neresinde olduğumuzu sormamız, sorgulamamız gerekmez mi? Milliyetçilik neden bir etnik ideoloji meselesi görülür de Güngör-Başbuğ çizgisinde bir medeniyet davası olarak okumaz hiç? Medeniyetçi milliyetçilik diye bir kavramımız neden yoktur? Medeniyet davasıyla birleşen bir milliyetçilik asabiyemizin umrana giden yolda bizi yükselteceği yola revan olmak demektir.

Seçimin ideal konumu, asıl olan, bir ülkü birliği teşkilini ortaya koyacak ruhun belirlenmesidir.