18 May 2016

Medine

Hz. Peygamber (asv) Yesrib'e geldikten sonra beldenin adını değiştirdi. İçinde Kâbe'nin bulunması nedeniyle Mekke'nin dinî bir merkez oluşturduğundan bahsedilebilecektir. Hacc zamanı kurulan panayırlar din-kapitalizm ilişkisini de ortaya koyar.

Mekke'deki üretim-pazar-sınıf ilişkilerine “kapitalizm” adını koymamıza çok itiraz gelmektedir. Bu güruha göre yazdıklarımız “anakronik”tir.

Oysa endüstriyel kapitalizm, emek sömürüsünün, sanayi cihazı (teknoloji) kullanılarak yürütülmesinin adıdır. Tarihsel olarak geçmişe doğru gidildiğinde “feodal (toprak) kapitalizmi”, “köleci (etnik) kapitalizm”, “kilise (din) kapitalizmi” gibi sermayeci sistemlere ulaşmak mümkündür. Nitekim kuleler, piramitler inşa eden Firavun, hem köleci (etnik) ve hem de din (ruhban) kapitalizmini birlikte yürütmekteydi.

Kapitalizmin mimarî formu, toplum tasavvurunun izdüşümü gibidir: Piramit. Kiliseler, piramit idi.

Kâbe, piramit değil küb'dür ve küb, dairedir. DAİRE, DEVR; İDARE (çevirme, döndürme); MÜDÜR (çeviren, döndüren); bunlar “döngü” ile ilgili terimlerdir. Yine GİRD'den gelen “GERDEK-GİRDAK”, yuvarlak nesne, daire, küme, çadır, gelin odası demektir. GERDAN: Dairevi boğaz, demektir. GİRDAP: Su döngüsü, demektir.

Kısacası KÂBE bir rahmanî DÖNGÜ'dür. Sofra onun için yuvarlaktır, başköşesi yoktur. Kulun kula üstünlüğüne meydan verilmez. Meydan, maidenin indiği, sofranın açıldığı yerdir. Sofra, sefer ehlinin meydanıdır. Bir bölüşme, paylaşma eylemidir.

Piramit ise Antik Yunanca'dan gelir: “Pyramidos”, kelime olarak “Fire in the Middle: Ortada Ateş” anlamını taşır. Volkan-yanardağ imgesidir. Bir tekasür kulesidir.

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, dedeleri Hz. Âdem tarafından inşa edilmiş Kâbe'nin yıkılması nedeniyle onu birlikte tamir ettiler. Hz. İsmail (as), annesi Hacer ile Kâbe'nin yanında kaldı. İlahi bir bağışla zemzem indirildi ve çölde Mekke şehri kuruldu.

Hz. Peygamber (asv), Hz. İsmail'in soyundan geliyordu. Kâbe'nin tamirinde çalıştı, Haceru'l-Esved'i yerine yerleştirdi. Bu hadise, Hz. Peygamber (asv)'in Hz. Âdem'e, Hz. İbrahim'e ve Hz. İsmail'e nesep, din, özgörev/ülkü olarak bağlanmasına işarettir. Yani Mekke, Hz. Peygamber'in “yerli” olduğu beldedir.

Hz. Muhammed (asv), Yesrib'e “yabancı” biri olarak geldi.

Başlangıçta bu beldenin (Yesrib) dinî merkeze dönüşme ihtimalinin bulunmadığı açıktır. Fakat Hz. Peygamber, ilginç biçimde beldenin adını “DİN-DYN” kökünden türemiş bir kelime ile (MEDİNE) değiştirdi. Kâbe'nin temsil ettiği “DİN” bir yapı, mimari bir eserdi. Medine'nin temsil ettiği “DİN” ise “adalet yurdu, hukukla ümmet olmanın şehri” idi.

Arap Yarımadası halklarının tamamı Hacc ve Haram aylardaki panayırlar nedeniyle Mekke-Kâbe'nin temsil ettiği “Din”in çağrısına icabet etmekteydi. Görünüşte Hz. Peygamber (asv)'in Mekke'de temsil edilen “DİN”in Arap Yarımadası'nın merkezine oturan konumunu değiştirme şansı çok azdı.

Hicret; fakirliğe, yabancılığa, sürgüne, akrabalardan uzaklaşmaya, mevkileri kaybetmeye, ilkeli azınlık olmaya doğru yapılmıştı. Bu tercihi güçlü kılan, “adalet ilkesiyle hareket etme bilinci”dir.

Hz. Peygamber (asv), adını Medine ismiyle değiştirdiği Yesrib'te çok basit bir mescit inşa etmiştir. Bu bina, taş temel üzerine tek sıra kerpiçten, bir adam boyu kadar yükseklikteki çevre duvarı ile kuşatılarak üstü açık biçimde 60 x 70 ziralık bir alana yapıldı (TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 29, s: 282, 2004). Bu binanın Kâbe ile kıyaslanması bile mümkün değildi.

Araplar bütün kabileleriyle Kâbe'yi tavaf ediyorlardı. Oysa Mescid-i Nebevî, Medine'de mukim bir avuç Müslüman'ın ibadetgâhı idi. Medine Vesikası'nın imzacısı Müslümanların sayısı 1.500 idi. Medine'deki Yahudi ve Müşriklerin toplamı 8.500 kadardır; bunlar mescide gelmemektedir.

İlk mescidin bugün bildiğimiz şekilde minaresi yoktu. Hz. Bilal (ra) mescidin kıble tarafında iple tırmanarak çıktığı silindir biçiminde “üstünave” denilen bir yerde ezan okurdu. İlk minare Ömer b. Abdülaziz tarafından mescidin dört köşesine 8 x 8 zira ebadındaki bir kaideye oturacak şekilde ve yaklaşık 26 m. yükseklikte yapıldı (TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 29, s: 286, 2004). Süleyman b. Abdülmelik, mescidin güneybatı köşesindeki minareyi, şerefesi mesken mahremiyetine zarar verdiği gerekçesiyle yıktırmıştır (TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 29, s: 286, 2004). Dikine yükselmiş, amudî, piramidal bir mimarî minarede dahi reddedilmiştir.

Bir diğer konu da Mekke'de dinin, ticaretle birlikte yürütüldüğüdür. Mekke'de paganizmin panayırı Kâbe'nin temsil ettiği tevhid inancını, pragmatist menfaatlerine malzeme yapıyordu. Medine'nin bu din-kapitalizm ilişkisini bozacak ne mimarî bir başarısı, ne bütün Arap Yarımadası halklarını cezp edecek pazar sistemi, ne de ekonomik / askerî / siyasi bir gücü vardı.

Medine Müslümanları, “önce güçlenelim, kalkınalım; Mekke'nin temsil ettiği muasır uygarlık seviyesini aşalım” demiyordu.

Medine Müslümanları, “Mekke tüccarlarının ekonomik gücüne karşı biz de her mahallede bir milyoner çıkarmalıyız” da demiyordu.

Medine Müslümanları, “Onların panayırları var; biz de panayırlar kuralım, marka kent olalım, bütün Arap kabilelerini beldemize çekecek çalışmalar yapalım” diye de düşünmediler.

Mimar Sinan'ın camileri, fabrika yapan fabrika, Nizamülmülk'ün medreseleri, Mevlânâ'nın pergel metaforu, Beşiktaş'ın şampiyonluğu, Bursa'ya Yüksek Hızlı Tren, Karadeniz sahillerinin betonla doldurulması, Araplar için konut imali, akan suyun HES ile çarmıha gerilmesi, Manhattan tarzı kent yapılaşması, muhafazakâr Konya'ya yakışır futbol arenası, tesettürün muhafazakâr moda günlerinde teşhiri, parayı bulunca otomobilin ve avradın değiştirilme si (…) ashabın ilgileneceği konulardan değildi.

Hz. Peygamber (asv) hasırda yatıyordu.

Medine'de öncülerin, fakirliği, “rıza lokması” eyleyen arayışı, “adalet ve uhuvvet ilkesi”nden başkaca bir değere öncelik vermedi.

 

lutfibergen@gmail.com

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter