02 Ocak 2016

Mehmed Akif gibi dost olabilmek

Mehmet Akif Ersoy ölümünün 79. Yılında yurdumuzun birçok köşesinde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anıldı. Etkinliklerin çoğunda genellikle yıllardır duymaya alıştığımız cümleler tekrarlandı desek yanılmayız.     Hala İstiklal Marşı Şairi olma özelliği dışında diğer yanlarını göremiyoruz. Mehmet Akif Ersoy'u anlatmak her babayiğidin de harcı değildir doğrusu. Ondaki vatan aşkını, millet aşkını, Allah aşkını göremeyenler, dostluğa verdiği önem ve sadakatini anlayamayanlar, ruh halini, kale gibi olan karakterini çözemeyenler anlatabilir mi o yüce insanı.

Bir karakter abidesi olarak yaşadı o. Yaşamı boyu inandığı doğrulardan bir gram bile sapmadı. Arkadaş ve dostluk kelimeleri adeta onun şahsında can buldu.  Haksızlığa tahammül ettiği, hele yaltaklanarak menfaat peşinde koştuğu asla görülmemiştir. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturuyla yaşamıştır ömrünün sonuna kadar. Veterinerlik yaptığı yıllarda kendinden üst bir pozisyonda çalışan arkadaşının haksız bir şekilde görevden alınınca hiç düşünmeden istifasını vermiştir. Bunu neden yaptığı sorulunca da “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir”  diye tarihi bir cevap vererek 20 yıllık memuriyet hayatını bitirmiştir. Bu dümdüz eğilip bükülmez hali yazdığı bir birinden değerli dizelerine de yansımıştır.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
-Boğamazsın ki! 
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım. 
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. .”

Mehmet Akif Ersoy dostluk konusunda da doruğa ulaşmıştır. Onun bu anlayışı günümüz insanlığına örnek olmalıdır. Yakın arkadaşı Şair Mithat Cemal Mehmet Akifi görevinden istifa ettiği ilk günlerde ziyaret eder. Balkan Savaşının yaşandığı zor günlerdir. Geçimini sağlayacak her hangi bir işi de yoktur. Şair Mithat Cemal Kuntay olayın devamını şöyle anlatıyor. “ Balkan Savaşı başlarken, Akif bey, yegane geçim kaynağı olan resmi memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine bir Cuma günü ziyarete gittim. Evde beş çocuğundan başka, dört çocuk daha vardı. Bunlar kim? dedim. ‘Çocuklarım!' Dedi.  Akif, baytar mektebinde iken bir samimi arkadaşıyla konuşurken anlaşmışlar. Kim önce ölürse, çocuklara sağ kalan baksın diye! Arkadaşı ölünce  Akif' te verdiği söze bağlı kalarak rahmetli arkadaşının çocuklarının bakımını üstlenmiş. Hatta çocuklar uzun bir süre öz kardeş sanmışlar bir birlerini. Mithat Cemal devam ediyor. ‘Hal bu ki o zamanlar Akif beyin beş parası yoktu'

Yine çok yakın dostlarından Fatih Gökmen de şöyle bir olay anlatıyor. “Akif, verdiği sözde bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım. ‘Ben Vaniköy de oturuyordum, kendisi de Beylerbeyi'nde. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırdık. O gün öyle yağmurlu fırtınalı bir gün oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın durumundan ötürü gelemeyeceğini düşündüm. Ben de yaktın komşularımdan birine gittim. Bu arada Yağmur bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim. Mehmet Akif bey sırılsıklam bir vaziyette eve gelmiş. Beni bulamayınca evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş ve ‘Selam söyleyin' diyerek o havaya rağmen geri dönüp gitmiş. Ertesi gün kendisinden özür dilemek istedim. ‘ Bir söz ya ölüm ya da ona yakın bir felaket sonucunda mazur görülebilinir' diyerek bana altı ay dargın kaldı.”

Neyzen Tevfik ile de dostluğunu bilmeyen yoktur. Dünyaları ayrı olsa da onların bir birlerine olan sevgileri ve muhabbetleri dillere destandır.  Mehmet Akif sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanıştı. Mehmet Akif'le dostluğu süren Neyzen, Mehmet Akif'e ney öğretti; Mehmet Akif de Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretti.

Eşref Edip Akif ve Neyzen'in dostluğunu anlatırken şöyle der:
“Mütareke zamanında idi. Bir gün Sebilürreşad  idarehanesinde üstadla oturuyorduk. Neyzen Tevfik çıkageldi. Üstbaş perişan, selâm, vererek içeri girdi. Şöyle bir tarafa yıkıldı. Çok sarhoştu. Biraz geçtikten sonra rakı dolu mataradan birkaç yudum aldı. Fakat artık işba haline gelmiş, bir yudum bile içecek hali kalmamıştı. Biraz sonra mataradaki rakıdan avucuna boşalttı. Kolonya gibi yüzüne, gözüne, başına, saçlarına içirmeye savaştı.
Nihayet neyini alarak üstadın oturduğu koltuğun önünde, üstadın dizi dibinde yere oturdu, üflemeye başladı. O halde muhrik bir taksim yaptı. Baktık, üstadın gözlerinden sessiz sessiz yaşlar dökülüyordu. Neyzen bunu görünce Neyi bıraktı, üstadın boynuna sarıldı. Sakalından, yanaklarından öpmeye başladı. Öptü, öptü...
Biz bu manzara karşısında mebhut kaldık. Üstad neye ağladı? Neyin hazin sesine mi? Neyzen'in bu haline mi? Artık ne bizim sormamıza lüzum vardı, ne onun söylemesine! Şimdi ne vakit Neyzen'i görsem bu levha hatırıma gelir.”

Mehmet Akif Ersoy ile Neyzen Tevfik arasında yaşanan dostluk, Mehmet Akif'in ölümüne kadar sürmüş, hiçbir ideolojik farklılığa teslim olmamış, çok özel bir dostluktur.

Özel olduğu kadar örnek alınası bir dostluktur.

Dünyaya bakışları birbirinden bu kadar farklı, yaşam tarzları taban tabana zıt, edebi görüşleri ve üslupları ayrı bu iki insanın yaşamları boyu sürdürdükleri dostluk ilişkisi takdire şayandır.

Bir tarafta ney ustası, hiciv üstadı, derbeder bir yaşam süren, alkol bağımlılığı nedeniyle defalarca akıl hastanesinde tedavi görmek zorunda kalan Neyzen Tevfik.

Diğer tarafta, İstiklal Şairi, Türk edebiyatının devi, Kur'an-ı Kerim mütercimi Mehmet Akif.

Ve o Neyzen Tevfik ki, arkadaşı dostu Mehmet Akif için Mısır'a kadar gitmiş ve bir yıla kadar orada yaşamıştır.

Mithat Cevdet Kuntay hatıralarında yer alan ve Mehmet Akif'in mezarı başında üniversiteli bir genç tarafından haykırırcasına söylenen şu söz beni çok etkiler. “Ey Çanakkale şehitleri sizi terennüm eden Akif misafirinizdir.”

Son cümlemi de şöyle bir dua ile bitirmek istiyorum “Allahım herkese böyle dostluklar nasip eylesin.”