VF kat sol
VF kat sağ

03 Ocak 2023

Mehmed Âkif Müslüman millet, M. Kemâl laik ulus taraftarıydı

Mehmed Âkif, “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklâl!” mısraı ile İslâm mânasına gelen millet kavramını kastediyor. Milletin istiklâline kavuşması ve din/devlet birlikteliğinin sağlanması “Hakk’a tapmanın” sonucunda gerçekleşecektir. Bu mânada millet, din, yâni İslâm üzere tutulan yol ve bu istikâmetinde giden topluluk demektir. 

Âkif’te “millet”, Atatürkçü ilkelerin belirlediği laik “ulus” değil, din etrafında oluşan millettir. “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın” diye hitap ettiği millet, umumi olarak İslâm milletleridir. Hususi bakımından Türklerin temsilciliği ve idaresinde bütün Müslümanların içinde yaşadığı Devlet-i Âliyye’yi meydana getiren millettir: “Değil mi ki cephemizin sinesinde îman bir / Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir / Değil mi ki koşan Çerkez’in, Laz’ın, Türk’ün / Arap’la, Kürt ile bâkidir ittihadı bugün / Değil mi sine de birdir vuran yürek… Yılmaz! / Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!”       

ÂKİF, MÜSLÜMAN MİLLETİ DERT EDİNİYOR, M. KEMÂL LÂDİNÎ ULUSU…                                                                                                             

Âkif, “Kim Müslümanların derdini kendine mal etmiyorsa Müslüman değildir” hadisinden ilham aldığı “Hakkın Sesleri” şiirinde “Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan! / Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan / Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü! / Dinle Peygamber-i Zîşân´ın İlâhî sözünü / Veriniz başbaşa; zîrâ sonu hüsrân-ı Mübin: / Ne hükûmet kalıyor ortada billâhi, ne din!” mısralarıyla milletin, İslâmî bir muhtevayı sahiplendikçe güçlenebileceğini haykırıyor.

M. Kemâl ise, İslâm’ın esas olduğu bir Türk devlet anlayışını sahiplenmediği gibi 1923’den sonra bu dâvaya sırtını dönmüştür: “Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet içinde uyuttular. Arapların dîni (...) Türk milletinin millî rabıtasını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammedin kurduğu dînin gayesi bu dîni kabul edenlerin kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesini her yerde yükseltmeğe hasretmeğe mecburdurlar” (Medenî Bilgiler, Prof. Afet İnan, s. 365).                                                                    

ÂKİF’İN MİLLET KAVRAMI “ULUS” DEĞİLDİR

Âkif’in en çok kullandığı kavram olan “millet”, geniş mânada Müslümanlar, yâni ümmettir. Hususi mânada ise “Medeniyet denilen kahpe” ye, yâni Batı’ya karşı duran Türklerdir. “Türk eriyiz, silsilemiz kahraman / Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman.” Onun “millet” mefkûresini cumhuriyet döneminin devşirdiği seküler “ulus” mânasında anlamak büyük bir yanlıştır. D. Mehmet Doğan’ın ifadesiyle “Ulus değil millet! Çünkü bu iki kelime birbirinin yerine ikâme edilemez. Millet ve Millî kelimeleri, sonradan yaygınlaşan ve günümüzde daha çok kullanılan ‘nasyon’, ‘nasyonal’ mânaları dışında, ‘dinî topluluk’ ve ‘dinî’ mânalarıyla bilinmekte ve kullanılmaktadır. Yâni ‘İslâm Milleti’nden bahsedilmekte, ‘milletimiz’ denildiğinde ‘Müslüman toplum’ anlaşılabilmektedir. Dîni dışlayan bir millet tanımlamasının Türkiye’nin başına ne büyük gaileler açtığını görmek zorundayız.”

ÂKİF’TE İSLÂM MİLLETİN ZEMİNİ, M. KEMÂL’İN “ULUS” UNDA UNSUR BİLE DEĞİL

Âkif, “Hakk’a tapan Millet” ifadesiyle İslâm dîni üzere yol tutan, İ’lâ’yı Kelimetullah’ı yayan, İslâm’ın bayraktarlığını yapan, İslâm milletlerinin hâmisi ve mümessili olan Türklerin “en son ocak” Anadolu’da milletin hüviyetini temsil ettiğini söylüyor. Kestirme ifadeyle, Âkif’te din milletin zeminidir, M. Kemâl’in “ulus” projesinde ise din unsur bile değil. M. Kemâl, dînin devlet ve kamudaki varlığını “ferdî vicdan”la sınırlayan pozitivist ve seküler “ulus” modelini gaye edinmiştir. “Medeni Bilgiler” kitabında İslâm’ı, milletin temel unsurlarından biri olarak kabul etmediğini ve “Dînin niçin milletin bir unsuru olmaması gerektiğini” şöyle ifade ediyor: “Ulusu ulus yapan, ilerleten ve yükselten kuvvetler vardır: Düşünce ve toplumsal kuvvetler. Düşünce, anlamsız ve mantıksız safsatalarla dolu olursa o düşünce sakattır. Toplumsal hayat ve mantıktan yoksun, faydasız ve zararlı bir takım inanışlar ve geleneklerle dolu ise felçli olur.”

M. Kemâl’in bu ifadelerinde İslâm dîninin “anlamsız, mantıksız safsata” olduğu iddia ediliyor. Fransız Ernest Renan’dan kopya ettiği bu düşünceleriyle, “zararlı inanış ve geleneklerden” (Müslüman değerlerini kastediyor) arınmış ve yönünü Batı’ya dönmüş laikçi ulus modelini devletin ilkeleri hâline getirmekti gayesi. Âkif’in reddettiği kavmiyetçilik, M. Kemal’in altı ok ilkeleriyle projelendirdiği laik ulusçuluktur. “Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne! / (…) / Fikr-i kavmiyyeti tel´în ediyor Peygamber” mısralarıyla milliyete değil, kavmiyetçiliğin Batılı modern-seküler biçimi olan ulusçuluğa karşı çıkmaktadır.

ÂKİF, İSLÂM MEDENİYETİNİ; M. KEMÂL, BATI MEDENİYETİ SAVUNUYORDU

Âkif, İslâm medeniyeti taraftarıdır. “Medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” mısraı ile Batı medeniyetine karşıdır: “Heriflerin teknik ve sanayilerini almalı ama kendilerine kanmamalıdır. Bunların insanlara, özellikle Müslümanlara  besledikleri öyle kinleri öyle düşmanlıkları vardır ki, unutmaları mümkün değildir. Bunlar vicdan hürriyeti diye dünyayı aldatırlar.”  

M. Kemâl pozitivist ve seküler muhteva taşıyan “Muasır medeniyet seviyesi” taraftarıdır: “Uluslar dağınıktır, fakat medeniyet birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu biricik medeniyete (Batı medeniyeti) katılması gerekir. Türk ve İslâm dünyasına bakın. Fikirlerini, medeniyetin emrettiği değişiklik ve yükselmeğe uydurmadıklarından büyük felaket içindedirler” ( Prof. Afet İnan, Medenî Bilgiler Kitabı)

ÂKİF, İSLÂM KÜLTÜRÜNDEN; M. KEMÂL, BATI KÜLTÜRÜNDEN YANADIR

Âkif, İstiklâl Marşı dâhil bütün şiirlerinde Hakk, Allah, Hüdâ, Kur’an, Hz. Peygamber, ashab-ı kiram, İslâm, kelime-i tevhid, kelime-i şehadet, şüheda, câmi, minare, ezan, hilâl, bayrak, ilahî adalet gibi bir baştan bir başa İslâmî dil ve İslâmlaşmış Türkçe’yi kullanır ve savunur. M. Kemâl, Türk dilinin kaynaklarını Güneş Dil Teorisi’nde, Moğolca’da ve Hititlerde arar ve uydurukça Türkçeyi cebren resmîleştirir. Batı’nın kültür ve düşünce dilini savunur. Laiklik, muasır medeniyet, çağdaşlık, ilericilik, bilimsellik onun temel kaynaklarıdır. Pozitivizmin kurucusu Comte, laisizmin taraftarı Fransız felsefeci Renan, maddeciliğin felsefecisi Büncher, M. Kemal’in müracaat kaynaklarıdır ve İslâmî dile ve İslâmlaşmış Türkçe’ye muarızdır. Türkçe ezan okutturur, İslâm’ı Protestanlaştırmaya çalışır. Câmilere sıra konulması gibi bir dizi reform yapmaya teşebbüs eder. Âkif, Müslümanlar ülkeler parçalandıktan sonra yirminci asırda İslâmî bir cumhuriyete taraftardır ve İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk devletinin devamından yanadır: “Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu... / Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu! / Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer’-i mübîn / Hak-sar eyleme ya Rab, onu olsun...”

M. Kemâl devlet anlayışında İslâm’ı esas almaktan şiddetle kaçınmıştır. “Bizim devlet programımızın prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Bu esinlerimizi, gökten ve gaibten değil, doğrudan doğruya hayattan (Comte’un ‘Toplum Dini’ni kastetmektedir) almış bulunuyoruz” (TBMM Beşinci dönem üçüncü toplanma yılının açış konuşması, cilt: ıı, s.1135).

Türk’ün Müslümanla eş mânaya geldiğine, Türklerin İslâm’la millet olduğuna inanıyorsak, bu iki şahsiyetin farklı anlayışlara sahip olması karşısında tavrımız ne olmalıdır. (ilbeyali@hotmail.com)