23 Aralık 2019

Mehmed Âkif ve Medeniyet

Tanzimat'tan itibaren Batı Medeniyetine aşırı hayranlık ve körü körüne taklit yolunu takip eden sözde aydınlarımız, hiçbir ayırım yapmayan bir bakış açısına sahip olmuşlardı. Halbuki ilim, fen ve teknolojideki ilerlemenin, moda, eğlence ve kültür hayatıyla hiçbir ilgisi yoktu. Yani, batılı gibi giyinip onlar gibi yaşayınca ilim ve teknikte çok hızlı bir ilerleme olacağı var sayılmış, geri kalmanın faturası ise geleneklere bağlı olmaya ve dini inançlara kesilmişti.

  1. Yüzyıldan itibaren duraklayan ve gerilemeye başlayan İslam Medeniyeti; batıda gelişen ilim, fen ve teknolojinin kaynağını teşkil ettiği halde, Müslümanlar garip bir şekilde aşağılık duygusuna kapıldılar. 19. Yüzyılda ise her şeyiyle Avrupa'yı taklit etme ve kabullenme çağı başladı. Önce örf adet değişimleri, ardından kılık kıyafet, yeme içme, moda eğlence derken iş gelip din ve inanca dayandı. 20. Yüzyılın büyük savaşları, medeniyetin insana yönelik çirkin yüzünü göstermesine rağmen, İslam dünyasında başlayan celladına aşık olma geleneğini değiştirmedi. Sonunda Türkiye dahil, bilim ve teknoloji kılıfına sarılı, içinde Avrupalının bütün kötü ahlakının yer aldığı batı medeniyeti, hiçbir gümrük işlemine tabi tutulmadan sınırlardan giriş yaptı.

Mehmed Akif Safahat'ında Japonlar'ı sık sık örnek gösterir. Fen ve teknolojideki başarılarının sırrını anlatmaya çalışır. Biz Müslümanların yapması gereken titizliği onların gösterdiklerini, gerçek medeniyet unsurlarını alıp moda şeklinde gelen bütün ahlaksızlığa dur diyebildiklerini anlatır. Safahat'ın Süleymaniye Kürsüsü'nden seslenir merhum Akif:

Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle…

O da sahiplerinin lâhik olan izniyle.

Dikilip sâhile binlerce bâsiret, im'ân;

Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan!

Garb'ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür;

Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!

Önemli olan yalnız isim ve dış görünüş değildir. Ahlak ve iç olgunluk, dinin ve inancın temel göstergesidir. Müslüman olmadıkları halde İslam'ın güzel ahlakını ve insanlığın muhtaç olduğu dürüstlük ve merhameti milletçe yaşayan Japonları, Akif gitmiş ve görmüş gibi anlatır:

Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir?

Onu tasvîre zaferyâb olamam, hayrettir!

Şu kadar söyleyeyim: Dîn-i mübînin orada,

Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda.

Siz gidin, safvet-i İslâm'ı Japonlarda görün!

O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün,

Müslümanlıktaki erkânı sıyânette ferîd;

Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd.

Doğruluk, ahde vefâ, va'de sadâkat, şefkat;

Âcizin hakkını i'lâya samîmî gayret;

En ufak şeyle kanâat, çoğa kudret varken,

Yine ifrât ile vermek, veren eller darken;

Kimsenin ırzına, nâmûsuna yan bakmayarak,

Yedi kat ellerin evlâdını kardeş tanımak.

Milli şairimiz Mehmed Akif Japonya'yı, Sibirya'da 23 Nisan 1857'de doğan dostu Abdürreşid İbrahim'in gözüyle anlatmıştır. Bizim pek fazla tanımadığımız bu büyük vatansever kimdir acaba?

Abdürreşid İbrahim, yaptığı faaliyetlerle 70 bin kadar Müslümanın Anadolu'ya göç etmesini sağlar. Rusların baskıları sonunda Osmanlı'ya sığınır. 1904-1905 yıllarındaki Rus Japon Savaşı'nın sona ermesinden sonra farklı bir diplomatik misyon üstlenir. Galip gelen Japonlarla Osmanlı Devleti arasında yakınlaşmayı sağlamak üzere Japon İmparatoru Meiji ile Sultan II. Abdülhamid'e mektuplar yazmaya başlar. 1903-1908 yılları arasında Tokyo'da bulunur. İmparatorluk ailesiyle dostluk kurup bazı devlet adamlarının Müslüman olmasına vesile olur. Cumhuriyet'ten sonra Konya'nın Böğrüdelik Köyü'nde yaşayan Abdürreşid İbrahim, 1933'te 76 yaşında tekrar Japonya'nın yolunu tutar. Yapımında büyük emekleri olan Tokyo Camii 1937 yılında ibadete açılınca, buranın ilk imamı olur. 1939'da İslamiyet'in Japonya'da resmî din olarak tanınmasına ve teşkilat kurma hakkı kazanmasında büyük hizmetleri olur. 17 Ağustos 1944 tarihinde, 87 yaşında Tokyo'da vefat eder ve oradaki Müslüman mezarlığına defnedilir. Allah rahmet eylesin.

***

Mehmed Akif, batı medeniyetinin vahşi ve ölümcül yönünü "tek dişi kalmış canavar" olarak nitelerken, ilim, sanat, teknik gibi insanlığa gerçekten faydalı yönünün hızlı bir şekilde alınmasını ve ruh kimliğini kaybetmeden çalışma yapılmasını tembihler:

O kanâat da şudur: Sırr-ı terakkînizi siz,

Başka yerlerde taharrîye heveslenmeyiniz.

Onu kendinde bulur yükselecek bir millet;

Çünkü her noktada taklîd ile sökmez hareket.

Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atini;

Veriniz hem de mesâînize son sür'atini.

Çünkü kàbil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyyeti yok san'atin, ilmin; yalnız,

İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin:

Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçmek için,

Kendi «mâhiyyet-i rûhiyye»niz olsun kılavuz.

Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâmet onsuz.

Osmanlı'daki batılılaşma hareketlerinin yanlışlıklarını bir tarafa bırakırsak, Cumhuriyet sonrasının değer yargılarını ve "çağdaş uygarlık seviyesine çıkmak" için yapılan çabaları nasıl değerlendirmek gerekir acaba? Başta kültür ve eğitim olmak üzere bütün bir hayat düzeninde yapılan yeniliklerin, gerçek manada teknolojik ilerlemeye olan katkısı yok denecek kadar azdır. Hatta ahlaksızlığa yol açıldığı için, eksi yönleri daha fazladır. Çünkü, ahlaken çöküş içinde olan milletlerin ilim ve teknikte ileri gitmeleri imkansızdır.