03 Kasım 2015

Mekândan hafızamıza... Müştereklerimiz

Medeniyet müşterekler demektir. Bir medeniyet insana müşterek bir ruh gücü ve hareket ideali verdiği ölçüde geleceğe ilerler. Bu yönde zaman ve mekân hafıza kazanır.

İslam medeniyeti Araplar ve Türkler gibi pek çok müntesibinin müşterek idealleri çerçevesinde asırlara izini vurmuştur. Burada milletler hareketin sahibi olurken milliyetlerine şan; ruhları ise aynı idealin gücü ile hareketlerine şekil vermiştir. İstanbul, medeniyetimizin müşterek ideallerinden biri, "kızıl elma", müşterek hafızanın Fatih'e kadar aktardığı bir akışın yönü oldu.

Müşterek idealler muhtelif zamanlarda benzer konudaki takibin sebebidir. Tarihimiz bu türden fikri takip ve temadi örneklerine sahiptir. İstanbul Arap Camii'ne dair gelişmeler de bu cümledendir. Farklı asırlarda, farklı devlet ve hatta milletlerden şahıslar benzer bir davanın mütemmim parçaları olarak tarihe bir mesaj bırakmışlardır.

Halife Velid, 714 yılında başladığı fetih hazırlıklarının neticesini göremeden vefat edince; yerine geçen kardeşi Süleyman, hazırlattığı kara ve deniz kuvvetlerini harekete geçirdi. Mesleme komutasındaki donanma, Çanakkale'yi geçerek muhasaraya başladı, Haliç önüne gerilmiş olan zincire kadar geldi. Ancak Mesleme, Rum ateşine mârûz kalınca, zayiat veren donanmasını geri çekmek mecburiyetinde kaldı. Sert geçen kış sebebiyle kara ordusunda da kayıp çoktu. Bu ağır şartlara rağmen muhasaraya devam eden Mesleme, Ömer bin Abdülaziz'in daha fazla zayiat olmaması için donanmayı geri çağırması üzerine kuşatmayı kaldırdı. Böylece üçüncü kuşatmada da fetih müyesser olmadı. 717'e Mesleme b. Abdülmelik Bizans'ı kuşattı, muhasara bir yıl kadar devam etti ancak Konstantiniyye alınamadı. Galata bu esnada fethedildi. Mesleme ve İmparator Leon arasında varılan bir anlaşma sonucu Arap Mescidi (Camii) inşa edildi ve ibadete açıldı. Ruhun zaferinin bedeli ganimet değil mabettir. Mekke'ye girip putlar kıran Peygamberin müntesipleri onun idealini tarihleştirmeye devam etti. 

Bugün, Arap Camii ismiyle anılan bu yapı, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında bir anlaşma mucibince tamir edilerek kullanılmaya devam edildi. Pasinler Savaşı sonucunda Doğu Anadolu'da, Bizans Devleti'nin Selçuklu ilerleyişine karşı direnci kırılmış oldu. İmparator Konstantin Balkanlarda başlayan Peçenek istilası dolayısıyla şarkta Selçuklular ile anlaşmak zorundaydı ve Tuğrul Bey'e elçi gönderip barış teklifinde bulundu. Eski Bizans, yeni Selçuklu vassalı olan Diyarbakır emiri Nasru'd-Devle Ahmed'ten aracı olmasını istedi. Tuğrul Bey, imparatorun barış önerisini kabul etti ve esir alınmış olan Liparit'i serbest bıraktı. Tuğrul Bey yapılacak anlaşmayı görüşmek için İstanbul'a Abbasi halifesi Kasım bi-Emrillah'ın akrabası Şerif Ebu'l-Fazl Nasr başkanlığında bir heyet gönderdi. 1049 yılında yapılan anlaşma sonucunda şu kararlar alındı: Emeviler devrinde, Mesleme b. Abdülmelik tarafından İstanbul'da yapılan camii ve medrese tamir edilecek. Böylece Emevilerin tarihi sürecinde Selçuklular İstanbul'daki mabedin kaderinde söz sahibi oldular. Kızıl elmaya ruhun yürüyüşü devam ediyordu.

Müteakip yıllarda Selahaddin Eyyûbi, şehir içinde olduğu anlaşılan bu cami için, İmparator Isaac ile cuma namazlarının kılınması hususunda anlaşma yaptı. Kudüs'ün zaptından sonra, 1188 tarihinde Selahaddin'e bir Bizans heyeti gelir. III. Haçlı Seferi hazırlıklarını haber veren bu heyet aynı zamanda Kudüs'teki, Ortodox Kilislerinin Bizans emrine verilmesine karşılık Emeviler devrinde yapılan bahsi geçen camide Sultan ve Halife adına hutbe okunmasını teklif ettiler. 1189'da Sultan İstanbul'a bir elçi, camiye bir minber, hatip, müezzinler ve din adamları gönderdi. Bunlar İstanbul'da Müslüman cemaati ve İslam ülkelerinden şehirde bulunan tüccarlar tarafından karşılandı. Cuma namazında Sultan adına burada hutbe okundu. İşte Selahaddin'in gerçek fethi. Açılışından sonra her sefer kiliseye dönüştürülen bu camii nihayet rivayete göre Yıldırım Bayezit'in talebiyle camiye dönüşecektir.

 Fikri takip ve temadiyetin tarihteki bu tezahürü ilginçtir. Bugün, Filistin konusunda bile tek ses olamayan medeniyetimiz coğrafyası müntesiplerinin bu ve benzer hikâyeleri hatırlamalarında fayda vardır. Dünyaya söyleyecek sözü olanlar süregiden iddia ve idealleri olmalıdır. Gündelik hay huy arasında çar çur edilen yılların kimseye faydası yoktur. Asıl zaferin ruhun zaferi olduğu da unutulmamalıdır.

Nurettin Topçu'nun ifadesiyle “Eğer hayatı sevdiğiniz kadar, bazan ondan da çok, hakikatleri sevecekseniz, kâinattaki nizama benzer bir nizamı ruhunuzda kurmaya ve kudretiniz varsa ibadetlerini alış veriş olmaktan çıkararak, alış verişlerinizi de ibadet haline koyabildinizse, bütün ruh ve beden kuvvetlerinizi bir ilahi emir yolunda seferber edebildinizse... İnsanlara temasınızda Kur'an'a temas halindeki hörmet ve vecdi bulabildinizse, vücudunuzun ve ruhunuzun en derinlerine kadar indirilen darbeler, sizde sadece Hakk'a şükür, hilkate itaat ve kadere teslim olma iradesini attırıyorsa... Eğer bütün bu meziyetlerin ruhlarınıza bağışladığı hürriyetle harekete geçecekseniz, FETİH MÜYESSERDİR... Fatih'in çocukları! Putlarımız yoktur, aşkımız imanımız vardır. En üstteki kuvvete değil, en üstteki Kitab'a uzanınız.” Mekânın hafızamıza fısıldadıkları bunlar; Arap Camiine bakanlar umulur ki bir camiden fazlasına baktıklarını hatırlar, bir şehrin bir medeniyet olduğunu idrak ederler. İstanbul ruhçu bir medeniyetin kızıl elması idi; bu kılıcın değil mananın davasıydı. Coğrafyamızda ruhun zaferleri duyulmaya başladığı gün medeniyet şafağı da sökmeye başlamış demektir.

Aşkın fetihlerine koşanlara selam olsun…