09 Ocak 2017

Merhametimizi ve cesaretimizi kaybetmeyeceğiz!

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2016 yılının son Cuma hutbesiyle, büyük bir değer sapması ve kültür emperyalizmi olan yılbaşı kutlamaları hakkında, başta İslami ve sosyal uyarılarda bulunarak öncelikli vazifesi olan tebliğ vazifesini ve sosyal sorumluluğunu yerine getirmiştir. Bu konuda Diyaneti tebrik etmek gerekir. İnşaAllah benzer tebliğ çalışmaları artarak devam edecektir.

Hepimizi derinden üzen Reina terör saldırısının ardından, saçma sapan mantık bağları kurmaya çalışarak diyanet hutbesinin de hedef alınmasının, hatta suç duyurusunda bulunulmasının en büyük amacı, biraz olsun hareketlenen tebliğ faaliyetlerinin önünü kesmek ve Müslümanları içine kapalı, sinmiş bir yaşama mahkûm etmek istemeleridir.

Yapılması gereken tek şey “…hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar…” (Maide 54) ayetindeki emre uyarak gitgide artan bir cesaretle ve yine “ Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…” (Nahl 125) ayetindeki emir gereği, onların fitnelerine kapılmadan, hikmet ve merhametle tebliğ vazifesine devam etmektir.

Korkunç terör saldırısından haberim olduğunda, maalesef ağlayamasam da, gözlerimin yaşardığını ve kelimelerin boğazımda düğümlendiğini söyleyebilirim. Özellikle saldırıdan kurtulmak nasip olmuş bir bayanın “Muhammed'in Allah'ına sığındım” şeklindeki sözleri beni ciddi şekilde etkilemiştir.

Peygamber Efendimiz 'den (S.A.V.) öğrendiğimiz şekilde, Müslüman'ın en asli duygularından biri merhamet olmalıdır. Bu merhamet duygusu ile Hz Peygamber herkesin ayağına gitmiş, maruz kaldığı eziyet ve hakaretlere rağmen tebliğ temposundan taviz vermemiştir. Hatta Taif'te İslam davetinden ötürü taşlanmasına ve kovulmasına rağmen beddua etmemiş,  içlerinden kurtuluşu seçenlerin çıkması için dua buyurmuşlardır.

Müslümanı tebliğ için harekete geçiren bu merhamet duygusudur. İnsanlar günahkârda olsalar, gayri mislimde olsalar, Müslüman onların kurtuluşunu ister ve tebliğ ile birlikte dua eder.

Tebliğde bulunmak demek, kişinin günahından dolayı suçlamak, rencide edercesine nasihat etmek, hırpalamak falan değildir.

Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de Peygamber Efendimizin karakterinde tebliğ ahlakını bizlere bildirmiştir.

“Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlanma dile...” (Ali İmran 159)

Peygamber Efendimiz de (S.A.V.) ashabından birini, bir beldeye tebliğ için gönderirlerken şöyle buyurmuşlardır:

“Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”  (Sahihi Buhari, İlim 12, Hadis no:69)

Belirtmemiz gerekir ki, kolaylaştırmak demek, taviz vermek demek değildir. Yine Allah'ımızın hükümleri eksiltilmeden açık ve net bir dille anlatılmalıdır. Dikkat edilmesi gereken husus, karşımızdaki insana değer vermek, onu kazanayım derken nefret ettirmemektir.

Kuran ve sünnet ışığında bir medeniyet kurabilen dedelerimizin, bu ahlak ile ruhlarını ne kadar incelttiklerini, özellikle Selçukluda ve Osmanlıda görüyoruz. Hükmettikleri her yeri medrese ve tekkelerle donatmış, farklı inançlardaki insanların kitlesel olarak Müslüman olmalarına sebep olmuşlardır.

“Ben gelmedim dâvi için. / Benim derdim sevi için. /  Dostun evi gönüllerdir. / Gönüller yapmaya geldim.” diyen Yunus Emre, divane bir âşık değil, sistemli çalışan bir tebliğcidir.

Esnafı ve sanatkârları teşkilatlandırıp Anadolu'da sosyo-ekonomik bir atılım yapan Ahi Evran, bir filozof veya ekonomist değil, Türklerin ve Rumların İslamlaşmasında büyük emek sahibi, kıymetli bir tebliğcidir.

Bunlar gibi sınır boylarındaki Mevlevi tekkeleri, diyar diyar gezen Yesevi dervişleri ve daha nice büyükler tasavvuf ilminde derinleşerek İslamiyet'in özünü yaşamış, yaşatmışlardır.

Biz onarın torunları olarak bizlere miras bırakılan tebliğ kurumlarının zayi edildiği bir devirde yaşıyoruz. Ancak aynı cevheri içimizde barındırıyoruz. Biraz işlenmeye ve işlemeyi bilecek doğal liderlere ihtiyacımız var. Allah bunu da bize verecektir inşaAllah.

Zaten deaş gibi Hz. Mevlanalara, Yunus Emrelere bile kâfir hükmü veren merhametten yoksun, maneviyat düşmanı, şia gibi sahabe ve ehlisünnet düşmanı, fetö gibi reformist, fitne yuvası terör yapılarına karşı, ancak ehlisünnet yolunda bir İslami hayat ile; bunun için de gerekli olan tebliğ kurum ve yöntemlerini ihya edip güçlendirmekle başa çıkabilmekten başka çaremizde yoktur. Allah gerekli şuur, kararlılık ve gayreti her birimize nasip etsin. Amin.