Millet ve milliyete İbn Haldun mefhumundan bakış
Yusuf atam ile millet ve milliyet meselesini konuşurken öncelikle bu meselesinin mefhumunun bizim hayatımıza Fransız İhtilali ile girmediğini, modern bir kavram olan lafzının muhtevasının ve mefhumun meşum ihtilal merkezli olarak zamanın kavram çerçevesindeki ifadesinin her yerde aynı sebebi gerektirmediğini konuştuk.
Modern zamanın dayatıcı ve zorba
dogmaları her kavrama kendince bir hakikat biçerken millet, milliyet ve
milliyetçilik de bundan nasibini aldı. Zamanın ruhu sınırlardan pasaport ile
girmez. Bir devrin kavramları da öyledir. Her halükarda Osmanlı Devleti sona
ererken dünyamızdaki zaman ruhu değişiyor ve insanlık kendisini ifade etmekte,
kimliğini tespitte farklı ve yeni normlar ve kavramlarla kendisine bakmaya başlıyor
idi. Bunun bizim kültür dünyamızın ifade kalıplarına ulaşamaması imkânsız idi.
Lakin bu ifade ediş tarzı farklı siyasi ve sosyal tarihi süreçleri olan
toplumların hepsinde bir katagorik ayniliği zaruri kılarmış gibi bir ideolojik
bakışla bazı kavramlara karşı durmak ya da onları kutsal imişcesine savunmak
itidali kaybetmek değil midir? İnsan olma gerçeğimizin muhtelif yönlerini
değişik kavramlarla ortaya koymak mümkündür. Bu sebeple millet kavramının
yıpratıcı ve yıkıcı gösterilen etkisine dair sağdan soldan bazı ön yargılar
bazı ifrat ve tefrit hallerini mutlak sayarak ortaya konulan tartışmalar
kendiliğimizi ileriye götürmekten ziyade bizi yolun kenarında kavga eder halde
bırakmıyor mu?
Kavram fetişizmine girmeden
mefhumlarımıza sahip çıkarak lafızlara bakarak bir yol açmak yanlış
olmayacaktır. Bunları söylerken Yusuf atam İbn Haldun’un bazı tespitleri bizim
millet olma gerçeğimizde gözden kaçırdığımız bazı hususlara dair yol açabilir
dedi: İbn Haldun, toplum/devlet yapısının yani medeniyet formunun temellerinden
iki parçanın gelişimini düşünürken “İçtima ve asabiyet, oluşma
durumundaki bir şeyin (mütekevvin) mizacı (mayası) mesabesindedir.”,
demektedir. Yani bir medeniyet formu ortaya çıkarken insanların bir toplum
halinde teşkilatlanması ve bu teşkilata inanç, güç, hareket enerjisi verecek,
onları devlet ve şehir gibi yapıları oluşturmaya yöneltecek, liyakatı da
gerektiren bir insiyakın gereğini bize gösterir. Hülasa insani hayatta toplum
olmak yeter değil gerek şarttır bir de o toplumun mayasında İbn Haldun’un
asabiye olarak adlandırığı bir durum/duygu olmalıdır. Peki, bu duygu olursa ne
olur dedim? Yusuf Atam bir toplumun nesep ve sebep gibi iki temel mesele ile
millete dönüşmesini düşünebiliriz, dedi. Bir millete mensup olmada nesep
belirli bir rol oynar lakin tek şart ve gerek değildir, dedi. Nasıl yani dedim?
İbn Haldun şöyler der dedi: Neseplerdeki semere ve fayda, yardımlaşmayı ve
gayrete gelerek imdada koşmaya vesile olan asabiyetten ibarettir; asabiyetten
kast olunan müdafaa ve mücadelenin gerçekleşmesi de neseple olur. İbn Haldun’a
göre burada bir birleşme, dayanışma ve
kaynaşmasöz konusudur. Bu iki
kavram hem bir nesebi hem de bu nesebe velâ yani azatlık, devşirme, hilf
anlaşma suretiyle olan ilişkide de vardır ve nesep kaynaşmasına yakındır. Zira
asabiye sahipleri, neseplerine dâhil olmayan bir kavmi kendilerinin taraftarı
olarak hizmetlerine alır (ıstına’) veya bir takım kişileri köle (gulam, memluk,
devşirme) edinir, ve söylediğimiz gibi onlarla kaynaşırsa, bahis konusu kullar
ve taraftarlar efendilerini nesepleriyle, o asabiyet içinde yer alırlar. Asabeleri ve soydaşları imişcesine, onları
toplumların bünyesinde ve soy kütüğünde yerleşmiş olurlar. Söz konusu asabiyete
dayanan nesepleri itibariyle, bu asabiyet düzenine iştirak eder ve ondan pay
alırlar. Nesep bu manada bir bağ ve kaynaşma vesilesidir. Temele ve
çekirdektir. Asabiyet bu yolla imdada yetişme hissi sağlar. Savaşmak için de
asabiyetin mevcudiyeti şarttır. Hülasa bir milletin oluşumunda esası sağlayan bir
nesep mecmuası ötesinde o milletin içinde ve yanında olanlar da onlardandır.
Birleşirler, dayanışma ve kaynaşma halinde olurlar. İşte asıl bu bozulursa
millet hayatı tehlikeye düşebilir.
Bugün, dedi Türkiye’deki milliyet
tartışmalarında milliyetçileri ırkçı sayan görüşün tam karşısından olarak
Milliyetçiliğin fikir babaları aynı mefhumuyla İbn Haldun’un nesep ve sebep
birleşimi bakışından Türk milletine ve milliyetine bakarlar. Mustafa Kemal
Atatürk de Türk milletine bu çerçeveden batı, dedi. Ezberlerim kafam taklalar
atarken Yusuf Atam kaynaşmaya dair bitirici son noktayı yine İbn Haldun ile
koydu: “Kaynaşmanın husule gelmesine esas
olan (gerçek)husus ise, bir arada yaşama, yekdiğerini savunma, uzun süren
temas, birlikte yetişme ve süt emme durumunun meydana getirdiği rabıta ile
hayat ve mematla ilgili olan sair hallerden ibarettir. Gerçekte, asabiyeti
meydana getiren unsur, nesepten ziyade ictimaî zaruretlerde ve kader birliğinde
iştiraktir. Söz konusu kaynaşma hâsıl olunca, imdada koşma ve yardımlaşma
hali onu takiben ortaya çıkar.” Bizim Türkiye’de yaşadığımız olaylar Türklerin
tarihinde onlarla birlikte var olan tüm kardeşlerini bu kaynaşma yoluyla Türk
nesebinin temelinde lakin esasen yukarıdaki sebepler dairesinde birleşip bir
millet olamazlar mı? Türk milleti kavramına İbn Haldun’un yukarıdaki kaynaşma
ve birleşme mefhumundan baktığımızda kendisini nazi kamplarında görmek ve
göstermek isteyen ayrılıkçı zihinlerin mugalatası da aşikâr olur.
İbn Haldun mefhumunda toplum ve onun
asabiyesi ile oluşan medeniyet zaviyesini değerlendirmek modern bazı karmaşayı
izale edeceği gibi Türk milletini Ziya Gökalp tarifiyle dilce, dince, ahlakça ve
güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden
meydana gelmiş bulunan bir topluluk olarak düşünmek bizi makul yere bizi getirmez mi? Yarın bir
gün zaman ruhu değiştiğinde kavramlarımız değişse bile özündeki mefhum
sabitemiz olarak bizi göstermeye devam edecekse meseleyi Batı Avrupa’nın tarihi
kavgalarının kavramları ötesinde düşünmeye başlamak hem medeniyet merkezli bir
tarih anlayışı ve yazımı için bize yol açacak hem de kavga mevzusu olan bir
meseleye çok yeni ve yol açıcı bir yerden bakmayı da mümkün kılacaktır. İşte
tam burada İbn Haldun’un asabiyeti meydana getiren unsur, nesepten
ziyade ictimaî zaruretlerde ve kader birliğinde iştiraktir, dediği o
yerden ülkemize doğusu batısı kuzeyi güneyi çerçevesinden bakarsak samimiyetler
de oyunlar da yüzünü göstermeye başlamaz mı? Ahlakça ve güzellik duygusu olarak
müşterek nelerimiz var? Terbiye birliğimiz ne durumda? Milli eğitimimiz bu yolda
ne yapar? İşte buralardan bakınca millet ve milliyet lafızlarının mefhumu
ideolojik kılıf ve dayatmalardan uzaklaşarak hayatın içinden bize kendimizi
anlatmaya başlayacaktır. Yusuf Atam bunları konuşurken sonbahar sarı yapraklarını
savurarak bizi o çınar yaprağında birleştirip müstakbele doğru yürütüyordu.
Son olarak, Türk milleti kavramı burada
anlatıldığı meyanda sentetik bir dayatma/dogma değil terkibi bir bütünlüktür.
Ahlakı ve güzellik duygusu ile müşterek bir terbiyeye müstenit bir toplum olmak
fikriyle hiç kendimizi düşündük mü? Birleşme, dayanışma ve kaynaşma duygumuz
ile Türk olmak diğer etnik mensubiyetleri silici, haleldar edici, yok edici
değil bütünleştirici bir çerçeveyi göstermektedir. Bu aynı zamanda Türk
devletinin birlikte yaşatma töresi ve nizamında da görülen tatbikatın esasını
oluşturan düşüncedir, dedi Yusuf Atam.
Vesselam.