25 Haziran 2016

Milletçe çıldırdık, birbirimizi yememiz yakın…

Tahammülsüzlük artıyor. Öfke patlamalarının yaşandığı anlara sokakta, pazarda, otobüs veya minibüste daha çok şahit oluyoruz.

Gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına yansıyan haberlerin çoğu nicedir sabırsızlıkların, tahammülsüzlüklerin sebep olduğu bîhuş hallerle ilişkili.

Teknolojik gelişmelerle birlikte hayatımızın daha düzenli olacağına, üstümüze düşen yükün daha azalacağına olan inancın tam tersi bir durumu yaşıyoruz.

Ekonomik durumu hala yerlerde sürünenin, taşıyamayacağı zenginlikle hava atanına tahammülsüzlüğü, hızla zengin olanın kontrolsüz pervasızlığıyla buluşmuş durumda.

Variyetli olanın sosyal ve kültürel alanları daha şatafatlı, ihtişamlı, tantanalı imkânlarla çeşitlenir görünse de gönül dünyası adeta derin bir erozyona tutulmuş gibi.

Zenginleşmenin ve modernleşmenin getirdiği hız ile ona uyum sağlayabilme hızı arasındaki derin fark, insanların içinde hızlı tahribatlara sebep oluyor.

Akıllı evlerde yaşayıp, albenili yerlerde şen şakrak kahvaltılar yapsalar da, lüks kafeleri, restoranları tıka basa doldursalar da, alımlı lüks arabalarla caddeleri doldursalar da ruhlarının nefes alamadığı aşikâr. Çünkü hiç kimse sahip olduğu hayata alışık değil.

O yüzden insanlar sabırsız, telaşlı hallerini, bir hışımla öfkelenip, zerre tahammülü gösteremeyen deli hallerle tamamlamayı kurtuluştan sayıyor.

İnsanın davranışlarını, eylemlerini akla ve toplumla paylaştığı ortak hayata uygun gerçekleştirebilme erdemi, yapıp yapmamaya karar verme gücü olan irade tükenmiş durumda.

Bilen bilir, sağlam bir iradenin temeli çocuklukta atılır.

Neredeyse uçaktaki bütün yolcuların sinirini bozacak şekilde çığlıklar atan, söz dinlemeyen, etrafındaki büyüklere laf yetiştiren velede adamakıllı tek bir laf etmeyen annenin çocuğunun iradesini güçlendirebilme ihtimali olabilir mi?

Hayatın içinde karşılaştığımız her türden zorluklarla, problemlerle ya da çözüm gerektiren durumlarla gelişebilen irade, bugünün aşırı ebeveynlik anlayışıyla birlikte tarumar olmuş durumda.

Sonuçta çocuğun yetişkin olduğunda sergileyeceği kişiliği biçimlendiren irade, olağandışı korumacı ve çocuğa her şeyi hazır vermeyi anne-babalık sanan görmemişler yüzünden gelişmiyor.

Tahammülü artıracak, öfkeyi kontrol ettirecek ve dolayısıyla iradeyi güçlendirecek sıkıntının çocuklarca yaşanmasına bugünün ebeveynleri müsaade etmedikleri içinde psikopat-vari belirtiler gösteren kişilikler çoğalıyor.

Çocukların bedensel olarak yetişkin hale gelseler bile kişilik olarak hep çocuk kalmalarına sebep olan iradesizlik, onları sıkıntıya gelemeyen, içine düştükleri gerginlikten kurtulmak için bencilleştiren, toplumun düzen adına koyduğu kuralları çiğnemekten rahatsız olmayan arızalı tiplere dönüştürüyor çünkü.

Küçük bir strese maruz kaldıklarında dahi fevri tepkiler gösteriyorlar, kural bozma ve saldırganlık dürtülerini denetlemekte zorluk çekiyorlar. 

Herhangi bir yerdeki sıraya rahatça kaynak olmaları da, trafikte acil hattını sürekli ihlal edebilmeleri de, lüks arabalarıyla hız yapıp, insanları öldürebilmeleri de, gece gündüz gürültülü arabalarıyla, başkalarını rahatsız edebilmeleri de karşılarındaki kişinin basit bir yanlışında saldırma hatta ölüme sebep verebilecek şiddeti gösterebilmeleri de bundan.

Gariptir, herkesin hayatını travmatik şekilde etkileme potansiyeli taşıyan bu tablonun ardında ne olduğu ve nasıl çözüleceği konusunda çok kimse ne dertli ne de bir öneri sahibi.

‘Neden tahammülsüzüz' diye haber yapan sunucuya bağlanan uzmanın ‘öfke bozukluğu yaşayan, psikopat, hasta, depresif veya madde bağımlısı olan bu insanlarla karşılaşıldığında onlara cevap vermeyin, tahrik etmeyin ve yanından uzaklaşın' önerisinde bulunması problemi çözücü değil, derinleştirici bir etkiye sahip oysa.

İki kardeşten biri sürekli diğerini rahatsız edip, sorun çıkarıyorken uzmanımız, anne ve kurban kardeşe ‘tahrik etmeyin, takılmayın, sırtınızı dönün' türünden önerilerde bulunması gibi bir şey bu.

Bu tablonun düzeltilmesi için ailelerin bilinçlendirilmesi, okullarda ortak yaşama uyum ve tahammül üzerine pratik uygulamaların öğretilmesi, kuralları kafasına göre çiğneyenlere karşı oto-kontrol sisteminin yerleştirilmesi, kural uygulamalarının güçlendirilmesi ve davranış bozukluklarının ardındaki hastalıkların teşhisi ve tedavisi gibi öneriler ise yok.

Kurallara uyması gereken insanlara yetişkinliğin, olgunluğun öğretilmesinin yanında o kuralları uygulayacak görevlilere ‘sorumluluğunun gereğini yapmak' bilincinin öğretilmesi de şart tabii ki.

Evet, görevinin gereğini yapacak özgüveni, bilgisi, becerisi, cesareti ve kültürü olmayan memuru kimi psikopatlığıyla kimi ise siyasi ve ekonomik gücüyle korkutup, kolayca sindirebiliyor.

Televizyon haberlerinde defalarca görüyoruz. Adam fitil gibi sarhoş hala memura kafa tutuyor, üzerine araba sürüyor. Bu kişilerin hangi cesaret ve hakla kusurlarına ceza kesen birine o şekilde davrandıklarını incelediğinizde asıl nedenin, yasaların sürekli esnetilmesinin, keyfe göre uygulanmasının ve de gerek toplumun gerekse memurların ‘şeriatın kestiği parmak acımaz' profesyonelliğinden uzak olmasının olduğu anlaşılabiliyor.

İnsanların stresle mücadele etmesini, sabretmesini, dürtülerinin denetlenmesini sağlayacak iradenin çocukken güçlendirilmemesinin üzerine alandaki polisin, jandarmanın, belediye yetkilisinin ve onlara amirlik edenlerin ahbap-çavuş ilişkili davranışları eklendiğinde ortaya tahammülsüzlüğü her ortamda nükseden bir toplum çıkıyor.

Birbirini yiyen zombilere dönmeden aile, okul, medya, STK, siyaset dünyasının toplum psikolojisini bozan konuları belirleyip, acil çözümler geliştirilmesi gerçekten şart.