VF kat sol
VF kat sağ

18 Kasım 2016

‘Milli Tarım Projesi’nin başarısı milliliği anlayabilmekten geçiyor…

Geçtiğimiz gün Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılımıyla ‘Milli Tarım Projesi' toplantısı düzenlendi.

Bu önemli projenin kapsadığı prensipleri yıllarca Avustralya'da uygulama imkânı bulan Bir Ziraat Mühendisi olarak bu projenin başlatılmasından ziyadesiyle mutlu oldum.

Ülkemizde de uygulanır olabilmeleri için kendimce çabaladığım nice teknik ve yöntemin nihayetinde bize özgün bir formatta hayata geçirileceğini görmek güzel.

Biliyoruz ki Türkiye, yıllarca birilerince kurgulanmış bir hayatın pasif öznesi oldu. Kafasını biraz kaldırdığı her an kendi değerlerine burun kıvırmayı ‘Batılılık' sanan memur kesiminin de desteğiyle sindirildi.

O nedenle başına ne kadar ‘milli' eklense ne eğitimi milli oldu ne sanayisi ne savunması ne de kültürü.
Oysa muasır medeniyetler seviyesini hedeflemiş bir ülkenin öncelikle kendi ayakları üzerinde doğrulabilmesi, yani kendisini güçlü kılacak bir ‘millilik' anlayışına sahip olması gerekiyordu.

Türkiye, öyle ya da böyle ilk kez 2002 yılında iktidara gelen AK Parti Hükümetleriyle birlikte ekonomik ve sosyal hayatı şekillendirecek bir milliliğin gereğini fark etti.

15 Temmuz'da yaşanan hain işgal girişimi ise, yerli ve milli bir ekonominin tohumlarının hiç zaman kaybetmeden her alanda atılmasının gerekli olduğunu hatırlatan şerri oldu bu memleketin.

Bana göre Milli Tarım, kendi doğal kaynaklarımızı özgün politikalarla doğru, etkili, verimli ve sürdürülebilir şekilde planlamak ve kullanmak anlamına geliyor.

Tarımsal kaynakların optimum kullanımı kuşku yok ki girdi başına elde edilecek verimliliğin ve değerin artırılmasını ve ülke tarımının her boyutuyla gelişmiş ülkelerin düzeyine ulaşmasını sağlayacak anahtar uygulama.
Çünkü ancak o vakit Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik'in de söylediği gibi dünya nüfusunun 10 milyar olacağı 2050'li zamanlarda kendi nüfusumuzu açlıktan ve yoksulluktan kurtulabilecek ve gıda savaşlarının yok edici etkilerinden ülkemizi uzak tutabileceğiz.

Böylesi ürkütücü bir gelecek tablosu, Türkiye gibi stratejik bir bölgede var olmaya çalışan bir ülkenin milli bir tarım projesine sahip olmasının önemini daha da artırıyor.

Milli Tarım anlayışının yerleşmesi, topraklarımızda üretilen ürün çeşitliliğini çoğaltmak kadar, üretimde verimliliğin İyi Tarım Uygulamalarıyla artırılması, girdilerin optimum düzeyde kullanılması, makineleşmenin ekonomik temelli olması, ‘bütünsel tarım' ilkelerinin yaygınlaştırılması, kazanma hırsından uzak ‘saf tarım' yöntemlerinin uygulanması ve sektörün eksikliklerinin projeler aracılığıyla tespiti ve giderilmesi için projeciliğin yaygınlaştırılmasını da zorunlu kılıyor.

Toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘sebzede çeşitlilik artmalı 19 çeşit yeterli değil' sözleri bu noktalardan bakıldığında gerçekten kritik bir noktaya işaret ediyor aslında. Çünkü ürün çeşitliliğini artırmak halihazırdaki ürünlerde yığılmayı önleyeceği gibi planlama koşullarını rahatlatacak, gereksiz rekabeti ortadan kaldıracak ve ürün uzmanlaşmasına da imkân verebilecektir. Ya da sebzeye dayalı diyetlerin çeşitlenmesi hem toplum sağlığı açısından hem de iç ve dış pazarda yeni sebzelerin taze veya işlenmiş hallerinin pazar payını da artırabilecektir.

Tabii ki milli bir Tarım Projesinin diğer önemli ayağını sektör ve sektör içi ürün planlama ve standartlaşma uygulamalarının geliştirilmesi ve yerleştirilmesi oluşturmalıdır.

Dünyada teknolojik imkanların bu kadar yaygınlaştığı bir zamanda kimin, hangi bölgede, hangi ürünü, ne kadar ekiyor olduğunu bilmek üretim ve pazarın doğru yönlendirilmesi kadar girdilerin etkin planlanması ve izlenebilirliği açısından önemlidir.

Aynı şekilde bugün dünya tarımında söz sahibi bir ülke olmamıza rağmen maalesef hâlâ birçok çiftçimiz ‘girdi' ile ‘verim ve kalite' arasında doğru bir ilişkinin olduğuna inanmakta ve aşırı ve kontrolsüz girdi kullanımına meyledebilmektedir.
Oysa haddinden fazla kullanılan suyun, gübrenin ve eşik (threshold) dediğimiz düzeye aldırış etmeden kullanılan ilaçların verime ve kaliteye faydasından çok zararı vardır.

Bu açıdan Bakanlıkça ‘Havza Bazlı Destekleme Modeline geçilmesi, tarımsal girdi (kaynak) israfının önlenmesi, üretimin artırılması, pazarlanmanın etkinleştirilmesi ve planlı tarımcılığa geçilmesi açısından oldukça isabetlidir.

Havza bazlı üretim modeli, çiftçilerin birbirleriyle klasik rekabete girişmelerinden çok sektörlerin gelişimi için gerekli ortak çalışmaların artırılması için de gereklidir. Türkiye'de birçok alanda eksikliği görülen sektör içi ve sektör ilişkili alanlar arasında ‘ortak akıl' çalışmalarının yetersizliği milli tarım mantığına uygun değildir çünkü.

Ülke ve millet için birlikte düşünmenin, planlamanın, üretmenin ve kalkınmanın gerekliliğini öne çıkaran bir kavram olarak millilik, mutlaka sektör içindeki bütün paydaşların ortak anlayış ve üslubuna dönüşmelidir. Aksi halde başında ‘milli' de olsa bir başarıdan söz etmek asla mümkün olmayacaktır.