​Mimari

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

 

Mimari daima bir himaye peşinde. Yapılar adandıkları vazifeye göre şekil alıyor. O vazifenin ifasının mekânı oluyor. Hem vazifeyi himaye ediyor hem de onun sahiplerini yani insanı. Diğer taraftan her birinin kendine has adabı muaşeret çerçevesi var.

Mimarinin temeli her şeyden evvel evdir. Kâbe dahi mukaddes bir ev olarak inşa edilmiştir. Nitekim diğer adı Beytullah’tır. “İbrahim ve İsmail’e ‘Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Beyt’imi (evimi) temizleyin’ diye emretmiştik” (Bakara, 125) ayeti de bunu vurgular.

Yalnız Kâbe değil, İslam’a adanmış bütün mabedler Allah’ın evidir aslında. “Yeryüzünde Allah'ın evleri, mescidlerdir. Oraya gelene Allahü teâlâ ikramda bulunur” (Taberani) hadisiyle bu durum en güzel şekilde izah edilmiştir.

Çocukluğumda en çok da teravih için gittiğimiz camilerde nasıl davranacağımızı belirleyen temel ilke de buydu zaten. Daha avludan adım atar atmaz söylenen “Allah’ın evindesin” sözü, bütün sınırları belirlemeye yetiyordu. Mihraba arkamızı dönemeyeceğimizi, sesli konuşup gülemeyeceğimizi, aşırlık yapamayacağımızı, yerli yersiz yiyip içemeyeceğimizi, etrafımızdakileri maddi ve manevi bakımdan incitmememiz gerektiğini, hiçbir şekilde ne içini ne dışını kirletmeyeceğimizi anlıyorduk bu sözle. O evler, insanları hizaya getiren, sorumluluklarının farkına vardıran yerlerdi.

Allah’ın evine hürmet, öncelikli meselelerdendir. En azından bizde böyledir. Nitekim Osmanlı’nın hürmetli mimarisi camileri merkeze alan mahalleler kurmakla şehrin can damarlarını külliyeler olarak belirlemiştir.

Camiye yani Allah’ın evine göre konumlanmış gündelik hayatın içindeki insan, daima onu hatırlatan işaretlerle ve mekânlarla çevrilmiş bir hayat yaşıyor, adabını, sokak ve ev hyatını buna göre şekillendiriyordu.

Camiden daha yüksek bir yapı yahut minaresinden daha yüksek bir kuleden söz edilemiyordu. Hiçbir hane sahibi de bu sınırlandırmaya itiraz etmiyor, “haddini” biliyordu. Bundan hoşnut olmayanlar ise Müslüman mahallesinden ayrılarak “ezansız semtler”e taşınıyor, ait olduğu hayata geçiş yapıyordu.

Modern mimarinin söz sahiplerinden Amerikalı Frank Lloyd Wright, “Anne sanatı mimarlıktır. Kendimize ait bir mimarimiz olmadan kendi medeniyetimizin ruhuna sahip olamayız” der ve bambaşka bir dünyanın, bakış açısının ve aidiyetin ferdi olarak tam da bize, doğrudan “bize” seslenir gibi -tam da bu zamanlarda.

Wright, 19. yüzyılın sancılı dönemini kültürel ve medeni bağlamı kurak bir coğrafyada idrak ederek medeniyetin değerini ve mimari ile yakın bağını anlamış olmalı.

Turgut Cansever’in de bize her türlü ve her yönüyle kavratmaya çalıştığı mimarinin “biz” iyeliği ve medeniyet çatısı, yol ve yön gösteren özgün bir çabaydı ama onun anladığını biz anlayamamış olmalıyız ki bu iyeliğin somut yansıması hayatımızdan çekilip gitti.

"Güzellikleri aptalca görmezden gelirseniz, bir süre sonra onları hiç göremez hale gelirsiniz. Hayatınız yoksullaşır. Ama güzelliklere akıllıca yatırım yaparsanız, bütün hayatınız boyunca size eşlik ederler" diyen Wright, materyalist dünyanın pragmatist eşlikçisi gibi görünebilir. Ancak güzellik ve onu sahiplenme çabası, bütün kârların, sermayelerin, üstenciliğin reddine de hizmet edecek kadar radikal duruyor.

Evet, bir de meselenin güzellik boyutu var.

Yok etmek, örtmek, yok saymak, değersizleştirmek ve itibarsızlaştırmak bütün kötücül meseleler gibi kolay husule gelir ve çabuk yaygınlaşır.

Yukarıdaki güzelliğin kolay inşa edilemediği ama “akıllıca” bir yatırım olduğu vurgusunu da unutmayalım.

İyilik ve güzellik hep zor olandır.

Ama bir taraftan iyilik ve güzellik çabaları olumsuzluğa elverişli de olabilir.

Son günlerde Süleymaniye’ye hürmetsizlik eden bir yapının yükselişi konuşuluyor. İyiliği ve güzelliği yaymaya azmetmiş bir kuruluşa hizmet etmesi için başlatılmış bir yok sayma bu.

Hem özene bezene inşa edilmiş, dahi mimar Sinan’ın güzide eserinde kast ve hürmetsizlik hem de hadsizce yok saymayı içeren “mimari” eylemin son bulmasını ümit ediyoruz.

Muhtemelen ve yine önümüze “hayatın gerçekleri” konacak. Ama bu çelişki yabana atılır gibi değil, anlaşılmalı.

Allah’ın evi, Mimar Sinan, mekâna özgü adabı muaşeret, medeniyet mirası, “biz”in mimarisi, güzellik ve muhafazası, haddini bilme diyoruz; gidişata bakınca belki de çok şey istiyoruz…

* * *

Künye: Mimari; mimarlık, yapı, mimarlıkla ilgili, mimarlığa ilişkin anlamlarına gelir.