21 Ekim 2017

Misafir öğrenciler ya da yurtların kül kedileri

Altı ay kadar önceydi. Gözleri ışıl ışıl bir anne gördüm. O ışıltının hikâyesini anlatacağım.

Ülkesinde yapılan art niyetli haberler ve karalama kampanyaları sebebiyle Türkiye'de okuyan kızı için çok endişelenmiş ve Arnavutluk'tan kalkıp Türkiye'ye gelmişti. Kızının derhal Türkiye'yi terk etmesini, eğitim hayatına İngiltere'de devam etmesini istiyordu. Orada eğitim ve barınmanın yanısıra dil, sanat, spor gibi etkinliklerle ilgili olarak da kızı için pek çok imkân sağlanacağı söylenmişti. Ama çocukları ailenin kesin ve ortak kararına rağmen ilk defa direnmişti. Kız Türkiye'de bir imam-hatip lisesinde okumuş ve akabinde kazandığı ve çok severek hızla bağlandığı bir üniversiteye başlamıştı. Anneyi Türkiye'ye çağıran da kızıydı. Yaşadığı ülkeyi, İstanbul'u, okuduğu okulu görsün, şehrin sokaklarında, yollarında gezsin istemişti.

İşte anneyi o zaman gördüm. Şehrin sokaklarından geçmiş, kızının eğitim aldığı Sabahattin Zaim Üniversitesi'ni ve enfes yerleşkesini gezmiş, kaldığı yurdu görmüştü. Gözlerindeki ışıltıda hayranlık, sevinç iftihar ve huzurun dans ettiği  açıkça görülüyordu. Türkiye'yi, İstanbul'u ve kızının eğitim aldığı üniversiteyi beğenip beğenmediğini sordum. Çocuk verdiği cevabı daha tercüme etmeden söylediklerinin manasını annenin gözlerinde tek tek duydum. “Bir hayalin içinde gibiyim. Dahası hayallerin, hatta hayal edebileceklerimin çok ama çok ötesinde” dedi. İşte bu söz, sadece benim değil hepimizin, bilirseniz koca bir ülkenin üzerine yüklenen dağ gibi bir sorumluluktur.

Bu yazıyı çeşitli vakıf yurtlarında yüzde yüz burslu olarak kalan misafir öğrencilerin yaşadığı bir takım sıkıntıları dile getirme ihtiyacıyla bir süredir yazmak istiyordum. Üstelik bahsi geçen sıkıntılar sahip olduğumuz en kıymetli, en güvenilir kurumlarımızda bile yaşanıyor maatteessüf.

Örneğin İlim Yayma Vakfı ülkemizin sahip olduğu sivil toplum örgütleri içerisinde belki de en kıymetli, en nadide ve kendine münhasır bir kaç yapıdan biridir. Milletimizin İlim Yayma Vakfı üzerinde, bu vakfın da milletimiz üzerinde gerçekten büyük emekleri, hizmetleri ve hakları var. Sadece iyi günlerin değil, zor zamanların da müstakim, sabırlı ve kahraman teşekküllerinden birisi olduklarını hep gösterdiler. Teferruatların ve küçük dikkatsizliklerin harika bir tabloyu mahvetmesine izin vermemeliler. Hem kendi adlarına hem de milletimiz!

Farklı zamanlarda, farklı kategorilerdeki öğrencilerden benzer şikayetler duydum; Özellikle yüzde yüz burslu olarak okuyan ve barınan misafir öğrencilerin  bu durumları, kaldıkları yurtlarda adeta başlarına kakılırcasına hissettiriliyordu. İdarecilerin ve çalışan personelin kimi zaman buyurgan ve iğneleyici, yer yer de kaba tavırlarına maruz kalmaktan ötürü inciniyorlardı.

Dahası yüzde yüz burslu olarak barındırılan misafir öğrencilerden yurdun işlerinde her ay kırk saat çalışmaları isteniyordu ki bu hiç bir bakımdan anlaşılabilir ve kabullenilebilir bir uygulama değil. Herhangi bir ücret ödeme imkanı olmaksızın ülkemizde okuyan misafir talebelerimize bilinen manasıyla angarya dayatmak en başta bizim için tahammül edilemez olmalı. Ayrıca öğrenciler arasında bir tür kast ve hiyerarşi ihdasına sebep olunuyor. İstediği zaman kütüphaneye gidip çalışan, istediği zaman ranzasına gidip uyuyan, istediği zaman yürüyüşe çıkan öğrencilerden farklı bir alt grup teşekkül ettiriliyor. Yurtta burslu olarak kalmalarına karşılık aslında personelce yapılması gereken işlerde çalışmak zorunda bırakılanlar... Yani sığıntılar”, yani kül kedileri...

Bu uygulamadan yurtlarda ücretli olarak kalan diğer öğrencilerin de rahatsız olması ve bu hoşnutsuzluğu dillendirmeleri sevindirici. İlim Yayma Vakfı'nın asli faaliyet alanı öğrenci yetiştirmek ve o öğrencilerin ihtiyaçlarını temin etmek olduğuna göre seçtiği personel ve atadığı idareciler de bu amaca uygun vasıfları haiz olmalı. Zarafet, içtenlik, anlayış, şefkatle harmanlanmış bir adanmışlık hâli ihtiyacımız olan...

Yüzde yüz burslu barınan misafir öğrenciler üzerinde bariz bir korku olduğu hemen seziliyor. Şikayet ya da itiraz etmeleri halinde bu haklarını kaybedeceklerini, en azından bir sonraki sene yurda alınmayacaklarını düşünüyorlar. Gözlerinde gördüğüm ışıltıdan bahsettiğin annenin kızı bu hususta hiç konuşmadı örneğin. Bu konularla ilgili sorularla karşılaşmaktan tedirgin olduğu ve korktuğu o kadar açıktı ki. Uygulamadan hiç bir şikayetinin olmadığını söyleyip, endişeyle bizden uzaklaştı. O giderken annesinin göz bebeklerine astığımız harika tabloyu berbat ettiğimizi hissettim.

Yukarıda bahsi geçen ve itiraza konu olan hususların vakıf yönetiminin haberi dışında uygulamaya konulduğuna kaniyim. Bu ahval, söz konusu “insan gönlü” olduğunda çok daha fazla özen ve otokontrol gerektiğini gösteriyor.

Daha küçük ama önemli başka şikayetler de var yurtlarla ilgili. Mesela kahvaltılar haftanın beş-altı günü ya sadece çorba ya da sadece zeytin, peynir olmak zorunda mı? Diyanet Vakfı'nın yurdunda kalan liseli başka bir misafir öğrenci artık zeytin ve peynire bakamadığı için kahvaltı yapamadığını söylemişti. Türkiye'nin imkan ve koşullarıyla uyumlu bir tutum mudur bu? Yahut kantinlerin ticari bir müessese gibi yüksek piyasa fiyatları üzerinden öğrencilere satış yapması makul mü?

Neyse, sözü uzatmadan bu yazıyı tetikleyen hadiseye gelelim. Bir kampüs kantininde yurdundan binlerce kilometre uzakta ve yalnız bir misafir öğrenci bana dedi ki; “Biz asıl Doğu Türkistan'lı kızlar için üzülüyoruz. Onlar daha önce bilgisayarla çalışmadıkları için verilen kimi işleri yapamıyorlar. Üstlerine çok gidiyorlar onların! Zaten çoğunun babası tutuklu. Lütfen iyi davranılsın onlara.”

En batıdaki Müslüman kendinden feragat edip en doğudaki Müslümanın derdiyle dertleniyor. Ne güzel! Ama temada ciddi bir problem var, fark ettiniz mi?