17 Ekim 2016

Mîsâk-ı Milli’de son tango! -2

Adalar'daki yaralar
Bilâhare bu adalar bir numaralı dipnotta izah edildiği üzere İtalyanlardan Yunanlılara intikal etmiş ise de bunlar üzerinde askeri tesis vücuda getirmemek hususundaki memnuniyet devam etmekteydi. Tâ ki, 1952 yılında Yunanistan'ın NATO'ya girişine kadar... Yunanistan “NATO Üssü" sıfatıyla bu adalarda askerî üsler tesisine müsâade etmiş, bu duruma Türkiye karşı çıkmamıştır.

Ancak 1974 yılında Yunanistan NATO'dan ayrılmış ve bilâhare Türkiye'nin de tasvibiyle NATO'ya tekrar girerken bu üsleri hâriçte tutmuş ve böylece Lozan Muâhedenâmesi'ni ihlâl etmiştir. Bugün bu adalar Türkiye'yi tehdit eden birer silah deposu gibidirler. Sahillerimize kuş uçuşu 800 metre mesafedeki İstanköy adasından, Antalya'nın önündeki Meiz adasına kadar irili ufaklı birçok Ege adasıyla vatanımız âdeta stratejik bir Yunan çemberi içine alınmıştır.

Untitled-2_24
“Musul Türkiye'den ayrılmaz”
Musul'a ait ırki, siyasii tarihi, iktisadi ve istatistiki sebepler (Tevhit, 26 Mart 1340)

Bu gerçeklere bir de Kıta Sahanlığının on iki kilometreye çıkarmak ve adaların da kıta sahanlığını hâiz bulunduğu yolundaki iddia ile Yunanlıların Ege'de bizimle ciddî bir ihtilaf içinde bulunduğu düşünülürse bu hususta işlenen hataların vehameti daha iyi anlaşılır. Hâlbuki kıta sahanlığı büyük kara parçaları için geçerlidir. Bütün bu adalar Anadolu'nun kıta sahanlığı içindedir. Acaba Türkiye, Ege sahillerimiz için kıta sahanlığını on iki kilometreye çıkarmayı kendimize dava etse Hristiyan batı alemi ne der?

Kısaca temas ettiğimiz şu gerçekler ki bunlar Lozan Muâhedenâmesi'nin sakatlıklarından çok az bir kısmıdır. Göstermektedir ki, bu güne kadar Lozan'ı alkışlaya gelmiş ve onu bir nevî tabu ittihaz etmiş bulunanlar, içini açıp okumamışlardır. Yoksa hiçbir vatanseverin 1923 şartlan alımda kabul edilmiş Lozan'ı yirmibirinci asırda müdafaaya cürret edemeyeceği aşikârdır.
Mîsâk-ı Millî ve Lozan'ın mahiyeti üzerindeki şu kısa tahlil bu Gün içinde bulunduğumuz beynelmilel siyâsî hâdiseler dolayısıyla fevkalâde bir ehemmiyeti hâizdir.

Gerçekten Amerika'nın, Irak ta bir askeri harekâta girişmek üzere bulunduğu şu günlerde bilhassa Millî Mîsâk'ın yeniden ele alınıp tahlil edilmesi Türkiye'nin geleceği bakımından fevkalâde mühimdir. Zira Millî Mîsâk'a dâhil olduğu halde kurtarılamamış bulunan yerlerden biri de -yukarıda zikretmiş olduğumuz üzere bizim eski Musul vilâyetimizdir. Tarih ve Düşünce dergisinin Ağustos 2002 tarihli sayısında ehemmiyetini tebarüz ettirmiş bulunduğumuz Musul'un, Millî Mîsâk hudutları dâhilinde bulunduğunun izah ve ispatını, yaklaşan Irak harekâtı dolayısıyla gerekli görüyoruz. O halde “Mîsâk ı Millî nedir?" ve "Onun muhtevası nasıldır?”

Misak-ı Millî'nin ifadesi
12 Ocak 1920 tarihinde Fındıklı Sarayı'nda (Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi binası) ilk toplantısını yapan, son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı İttihatçıların yıldızlan sönmüş hır zamana rastlamasına rağmen kahir ekseriyetiyle onlardan teşekkül etmişti.

Gerçekten birçok İttihat ve Terakki mensubunun namzet oldukları bile duyulmamışken milletvekili seçildikleri görülmüştü Bunlar arasında henüz çeşitli suiistimallerinden dolayı Dîvân ı Harpte muhakeme edilmekte olanlar bile vardı.

Böyle bir meclisin uzun ömürlü olmayacağı daha başlangıçtan belliydi. Nitekim öyle de olmuş, İngilizlerin 16 Mart 1920 darbesiyle hayatı nihayet bulmuştur. Esasen bu darbe vâkî olmasaydı Sultan Vahdeddin'in onu feshedeceği şüphesizdi. Çünkü İttihatçılar, “Sevr Sulh Projesi”ni* tasdike mecaldiler.

Sultan ise buna karşı şiddetle mukavemet etmekte ve bu mukâvemeti Anadolu'ya teşmil hususunda bir plan tasarlamaktaydı. Böyle olmakla beraber bu Meclis, 28 Ocak 1920 tarihinde “Millî Mîsâk" adıyla bir metin tanzim ve ittifakla imza ederek, bunda belirtilen hususların gerçekleşmesi için yemin etmiştir.

Yani, tarihî gerçek odur ki, Mîsâk-ı Millı'yi ilk olarak tanzim ve imza eden son Osmanlı Meclis-i Me-bûsâm'dır. Bu mecliste Rauf Orbay, Abdülaziz Mecdi Tolun, Yusuf Kemal Tengirşenk vesaireden müteşekkil bir komisyon teşekkül ettirilmiş ve bu komisyonun kaleme aldığı Millî Mîsâk metni uzun münakaşalardan sonra aynen benimsenmiş ve o meclisin ittifakla alınmış bir kararı olarak bütün dünyaya ilân edilmiştir. İngilizlerin bu meclisi dağılmalarından sonra Ankara'da toplanan TBMM de faaliyete geçişinden takriben üç ay sonra (18 Temmuz 1920) aynı Mîsâkı kabul ve bunun gerçekleşmesi için yemin etmiş olduğu, inkılap tarihimizin mükemmel bir kronolojisini vücuda getirmiş olan Gottharct Jaeschke tarafından iddia edilmekle ise de* hakikatte, zikri geçen tarihte Ankara'daki TBMM'de böyle bir yemin icra edilmemiştir. Esasen, buna gerek de yoklu. Zira, Ankara'da Meclis. İstanbul'daki bir kaç istisna dışında- üyelerinden müteşekkildi.
Diğer taraftan Erzurum, Balıkesir ve Sivas kongrelerinde alınmış olan bütün kararlar, "ruh itibariyle' hep aynı mahiyette idi. Ayrıca, Birinci TBMM'de vâki çeşitli müzakerelerde gereken her vesile ile "Mîsâk-ı Millî”, daima teyit olunmuş ve onunla geniş Osmanlı topraklarından yapabileceğimiz fedakârlıkların azamisi ve elimizde kalması icap edip de ‘asgari vatan" telâkki olunan arazinin hudutları "prensip va'ı suretiyle" teyit ve tespiti yoluna gidilmiştir.

Bundan çıkan gerçekleri şöylece sıralayabiliriz:
● Mîsâk-ı Millî'de çizilen hudutlar, “asgarî"yi ifade etmektedir Zira "Mondros Mütârekenâmesi'ni imzalamak mecburiyetinde kalan ve uğursuz ‘Sevr Sulh Projesi ”nin mukaddematı mahiyetinde yerli ve yabancı gazetelerde bazı neşriyata rastlanan o günlerde hedefi geniş tutarak düşmanı tahrik etmemek gayesi güdülmüştü. Mağlub bir devletin parlamentosunun bu sebeple asgariyi dâvâ etmek hususundaki hassasiyeti burada ehemmiyetli bir noktadır.

Bu gerçek şununla da sâbittir ki, aşağıda metnini bulacağınız

Mîsâk-ı Millînin ilk cümlesi:
“Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebûsân Meclisi âzâlan, devlet ve milletin istikbâlinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedâkârlığın...” ifadesiyle dâvâ etmediği yer ve hususları “fedakârlık” kelimesiyle ifade etmiştir.

Gerçekten bazı milletvekilleri, daha geniş bir vatan hududu çizmekte ısrar etmişlerse7 de o günkü şartlarda realist davranmak gereğini tebârüz ettirenlerin müessiriyetiyle hudutlar asgarîyle iktifâ olunacak surette çizilmiştir.

“… Suriye'de İngilizler ve Fransızların tarz-ı idaresine, muhakkirâne idaresine hedef olduktan sonra bu akşamdaki (kısımlardaki) ehl-i İslâm, pek büyük bir hataya dûçâr olduklarını takdir ettiler ve onu müteâkip bir kısmı kendi dâhillerinde müstakil olmak ve yine bir sûretle, bir şekilde câmia-yı Osmâniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler.

Bittabi, makâm-ı muallâ-yı hilâfete karsı olan merbûtiyetleri (bağlılıkları) cümlemiz gibi bütün ehl-i îmân için bir vazîfe-ı mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha da ileri gittiler. Bize hiçbir Sekil ve surette istiklâlin lüzûmtı yoktur. Biz halîfemiz ve padişahımıza merbut (bağlı) olarak câmia-yı Osmaniye dâhilinde bulunacağız, dediler..."

“... Binnetîce Emir Faysal (Şerif Hüseyin'in oğlu) dahî hususi murahhaslarını bizimle temâsa geçirdi. Resmî temasla bu müracaatın bizce telakkî edilen noktalan izah etmek isterim. Herhalde Suriyeliler herhangi bir devlet-i ecnebiye ile münâsebetinin kendileri için binnetîce esi5-rel olacağına kaanî oldular Bundan dolayı bize teveccüh ettiler Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil, şundan ibaret idi Dedik kİ:

—Hudûd-ı millîmiz dâhilinde bulunan menâbi-i insâniyyeyi (insan kaynaklanın) ve menâfı-i umûmlyeyi (umûmî menfaatleri) hududumuzun hâricinde israf etmek istemeyiz Fakat ittihad, kuvvet teşkil edeceğinden bütün âlem-i Islâm'ın mânen olduğu gibi maddeten de müttefik ve mütlebid olmasını şüphe yok ki büyük bir memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dâhilinde müstakil olduğumuz gibi Suriyeliler de hudûdıt dâhilinde ve hâkimiyet-i milliye esâsına müıstenid olmak üzere serbest olabilirler.

Untitled-2_25
Şerif Hüseyin'in büyük oğlu Emir Faysal, İngilizlerin Filistin'deki kumandanı General Allenby ile... İşte bu Emir Faysal, Filistin ve Suriye halkının baskıları neticesinde Türkiye ile beraber olmak için müracaat etmiş ve bunu da M. Kemal Paşa. Meclis açılışının ikinci gününde
(24 Nisan 1920) ifşa etmiştir.

Bizimle itilaf (uzlaşma) veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz. Ahâlî bunu arzulan fevkinde lehlerine telakkî etmiş olacaklar ki. Emir Faysa! milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vâkıf oldu ve mûrâcaatlan bunun üzerine oldu. Ahâlinin bit arzusu fiile de inkılâb etti Suriye dâhilinde bâzı efâl ve herekât bittabi nüfusumuzun olmuştur.

İşte bu fiiliyat başladıktan sonra Emir Faysal suhuletle (kolaylıkla) tesisi hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet hâlinde orasını kolaylıkla kullanamayacaklarını zannettiler ki; ağleb-i ihtimâl (gâlip ihtimâl) müştereken ahâlîye demek istediler ki, biz de sizin fikrinizdeyiz Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve hâricin lazyîkâtma mukâvemet edecek vesâitimiz yoktur Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketimizden kovabiliriz.

Bunu biz samîmi telakkî etmedik Onun için vuku bulan siyâsî mürâcaatia biz de siyâsî cevap vermiş bulunduk. Ancak hakîkî irtibat hükümet şeklinde değil, fakat Sûriyelilerle olmuş oldu Ve oradaki bu hareket, hakîkaten bize mânevi kuvvetle beraber maddî kuvvet zammetmiştir. Hudûd-ı millîmizin cenîib cephesindeki harekâtı rıazar-ı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyatın semerât-1 mad-diyyesini görebiliriz...”

Devamı yarın...