18 Ekim 2016

Mîsâk-ı Milli’de son tango! (3)

“Fedakârlık”
l Misâk-ı Millî'nin asgarî vatan olarak çizdiği hududlann hâricinde kalan ve ahalisi ekseriyetle Müslüman olan yerlerden de hodbehod vazgeçilmeyip, oraları için plebisit şartı konulmuştur.

Şimdi Yunan'a karşı kazanılmış olan zafere rağmen, bu asgarî vatan hudutlarından dahi fedakârlık edilmiş olunmasını anlamak cidden imkânsızdır. Tabiatıyla bu hudutlar hâricinde kalıp, ahalisi ekseriyetle Müslüman olan yerler için mevzubahis olan plebisit de yapılmamıştır.

Bu umumî değerlendirmeden sonra Misak-ı Millînin mahiyetine bir göz atalım: “Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbâlinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakârlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamimiyle uyulmasının sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir:

Madde-1: Osmanlı Devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmek lâzım geleceğinden, adı geçen mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedâkârlık histeriyle dolu bulunan, gelenek ve İçtimaî hukukiyle yaşadıkları muhitin şartlarına tamimiyle uyan Osmanlı İslâm ekseriyetini oturdukları kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez bir bütündür.

Untitled-2_26
Hürriyet, 7 Kasım 1986

Madde-2: Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda âmme reyi ile anavatana katılmış olan •elviye-yi selâse- (Kars, Ardahan, Butum) için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe âmme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.

Madde-3: Türkiye ile yapılacak sulha bırakılan Garbı (Batı) Trakya'nın hukukî vaziyetinin tespiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.

Madde-4: İslâm hilâfetinin merkezi ve Saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.
Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalata (ulaştırmaya) açılması hakkında bizimle diğer bütün alâkadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir*.

Madde-5: İtilaf devletleri ile basımları ve bazı müşavirler arasında kararlaştırılan anlaşma esastan içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.

Madde-6: Millî ve İktisadî inkişafımız imkân dairesine girmek ve daha asri, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temininde istiklâl ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel ve esasıdır. Bu sebeple siyasi, adlî, mali inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartlan da bu esaslara aykırı olmayacaktır. 29 Kânun-i Sânî (Ocak) 1336-1920 (Aslından kısmen sadeleştirilmiştir)

“Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün vilâyetlerimiz bizim olacaktır”

Millî Mîsâk, tam müstakil bir Türkiye'nin ancak tabiî, etnik ve stratejik sınırlarım talep ediyordu. Ama, onun, o gün çizilmiş bir haritası yoktu, olamazdı...

Mustafa Kemal Paşa'nın herkesçe bilinen işaretleri, beyanları dışında iki belge vardır. Biri, TBMM açıldıktan sonra Sancak'tan (Hatay) kaçmış, Adana'da bir kurtuluş derneği kurmuş olan bir gençten, Tayfur Sökmen Bey'den bir mektup alır. Sormaktadır:

“Sancak, Millî Mîsâk'a dahil midir?''

Telgrafa cevap verir:

“Türklerin yaşadığı her yer, Millî Mîsâk'a dahildir.”

İkincisi, kendisine Berlin'den mektup yazan Talat Paşa'ya bir cevabında geçer:

“Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün vilâyetlerimiz bizim olacaktır.”

Üst üste hatalar

Lozan'da Kıbrıs'ın kurtarılması için ciddi bir çalışma yapılamamasına ilâveten çeşitli gaflarla ileriki tarihlerde kurtarılması da güçleştirilmiş tir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

-Lezan Muâhedenâmesinin 21. maddesine göre Kıbrıs'ta oturan ahalinin bu muahedenin yürürlüğe girmesini takib eden tarihte Türk vatandaşlığını kaybedip, İngiliz vatandaşlığını iktisab edeceği hükme bağlanmıştır.

Aynı maddede isteyenlere Türk tabiiyetini tercih hakkı tanınmış, ancak bu hakkı kullananların on iki ay zarfında Türkiye'ye hicretleri mecburî kılınmıştır. Bu maddeye istinaden kanunda mezkur müddet zarfında Türkiye'ye yirmi bin Türk hicret etmiş ve bunlar devletçe tahsis edilmiş arazilere yerleştirilmişlerdir. Bu müddetin nihayete ermesinden sonra ise ferdî kararlar ve şahsî tercihler sebebiyle takriben elli bin Kıbrıslı Türk daha anavatana intikal etmiştir.

-Türk resmi makamları bu yanlış siyaset neticesinde oradaki Türk nüfusunu azaltırken diğer taraftan -akıl almaz bir ahmaklıkla- yunan nüfusunu arttıracak hareketlerde bulunmuştur. Mesela Alman harbi sırasında Yunanistan'dan ve bilhassa Ege Adalarından yüz bin civarında Rum harpten kaçarak Anadolu sahil şehirlerine sığınmışlardı.

Untitled-2_27
Tercüman, 7 Kasım 1986

 Bunlar belli bir zaman misafir edildikten sonra harbin uzaması yüzünden Türk makamlarına müracaat ederek, Türk halkına daha fazla yük olmak istemediklerini ve kendilerinin Kıbrıs'a götürülmelerini talep etmişlerdir. Bu talep isaf olunmuş ve bu suretle Kıbrıs'a Türk Deniz nakliye vasıtaları ile bu insanlar Kıbrıs'a taşınmışlardır.

Harb nihayetinde Yunanistan'da iç harb çıkmış, müttefiklerin desteğiyle bastırılan bu isyan sonunda isyancılar her türlü yol ve vasıtayla Kıbrıs'a kaçmışlardır. Bu isyan Rusya'nın Yunanistan üzerinden Akdeniz'e inme emelinin bir neticesi olduğundan Marksist karakterdeydi. Bugün Kıbrıs Rumları arasında Komünist Akel partisinin mevcudiyeti kadar nüfuz ve kudretinin de kay nağı bu kaçak isyancı Yunanlardır. Bugün nüfus çoğunluğunu bize karşı bfr köz olarak kullanmakta olan Yunan hükümetlerine hatırlatılması gereken bu acı tarihi gerçekleri -siyâset erbabımız dahil olmak üzere- acaba kaç Türk bilmektedir?

Devamı yarın...