VF kat sol
VF kat sağ

17 Ekim 2016

Mîsâk-ı Milli’de son tango!

Türk siyasetinde öteden beri zirvelerde yer almış pek çok kimsenin “Mî-sâk-ı Milli” (Millî mîsâk, Millî and veya yemin) hakkında beyanda bulunduğuna şâhid oluna* gelmiştir. Bunların hepsi de Millî Mîsak'ın mahiyetinin doğru olarak bilinmediğini gösteren aşikâr beyanlardır.

Gerçekten bütün bu beyanlarda Millî Misâk'ın arazî ve hudut itibariyle bugünkü vatanımızı ifade etmiş olduğunun sanıldığım göstermektedir. O derecede ki, Milli Mîsâk tan lavız veri ivmeye tefti", 'Yurtla sulh, cihanda sulh" prensibine dayanılarak ifade edilmekle ve yeni bir toprak kazanmak veya kaybetmek mevzubahis olduğu her hengâmda Millî Misâk'ın böyle anlaşıldığı görülmektedir.1

Türk haricî siyasetindeki bu yanlış tutum –umıimiyetle- Lozan'da Mîsâk-ı Millî hudutlarının gerçekleştirilmiş olduğu zannına dayanmaktadır.

Hâlbuki fiilî gerçek böyle değildir Aşağıda izah edileceği üzere güney hudutlarımız hâriç olmak üzere- Lozan'da çizilmiş ve fiiliyata intikal etmiş bulunan hudutlar Misak ı Millî den verilmiş pek çok tavizi ihtiva etmektedir. Bunlar, sırasıyla söylemek gerekirse, Batum. Batı Trakya, Ege Adaları, Kıbrıs, Antakya, Halep ve Musul'dur.

Diğer taraftan Türk siyasetçileri, Lozan Muahedenamesinin Türkiye Cumhuriyeti'nin milletler arası arenada tanınmasını intaç ettiği düşüncesiyle bu muahedenameyi dokunulmaz zannetmekte ve onun çizdiği hudutlar hâricinde kalmış olan herhangi bir yerle ilgilenmeyi ağır bir siyasi hata telakki etmektedirler.

Bunun sebebi ise böyle yapıldığı, yani bugünkü millî hudutlar hâricine atf-ı nazarında bulunulduğu tak dilde Batı âleminde bizim eski Osmanlı zihniyetine avdet ettiğimiz ve o devletin -çoktan reddetmiş bulunduğumuz- mirasını dava eder bir durumda telakki olunmaktan ve binnetîce Batının yeniden husumetini celb edeceğimiz endişelidir.1yusuf kemal

Son Osmanlı Mebussan Meclisi'nde, Misak-ı Millîyi tanzim eden komisyon üyelerinden, Yusuf Kemal (Tengirşenk).
2mecdi-efendi
Misak-ı Milli'yi tanzim eden komisyon üyelerinden, Abdülaziz Mecdi Efendi (Tolun)
Hâlbuki Lozan Muahedenamesi bugüne kadar tarafımızdan iki defa ihlâl veyahut da ta'dil edilmiş bulunmaktadır. Hem de bu tutum M. Kemal Paşa'nın Lozan'ı metheden satırlarından kaynaklanmış olmasına rağmen bu ta'dil veya ihlaller, onun zamanında ve onun direktifleriyle gerçekleşmiştir. O halde yeni bir hareket -mesela Musul vilâyetimizi kurtarma Lozan'ı bir kere daha ihlâl veya ta'dil mahiyetinde olsa bile- bundan içtinap etmemek lâzım geldiği doğru olmaz mı?

Lozan'ın delindiği noktalar 

M. Kemal Paşa'nın devrinde Lozan şu iki hususla ta'dil veya ihlâl edilmiştir:

-Boğazlar Meselesi Lozan'da Boğazlar her iki yakası itibariyle de on beş kilometre derinlikte gayr-i askeri bir duruma sokulmuştu. Bu durum 1936 tarihli Montrö mukavelenamesiyle değiştirilmiş ve Boğazlar'ın bugünkü statüsü bu mukavele ile teessüs etmiştir.

-Antakya: Birinci Cihan Harbi nihayetinde İngilizler müttefikleri olan Fransa'ya Musul petrollerinden bir pay vermek istemediklerinden onları petrolsüz Suriye'ye itelemiş ve Irak istikâmetinde hareketlerini engellemişlerdir.

Hatla denilebilir ki Maraş ve Ayıntab'ı önce İngilizler işgal etmişken üs-sü'l-harekeleri olan Urfa'dan çok uzaklaşmış bulundukları gerekçesiyle burasını Fransızlara terk edip çekilmişlerdi Bunu yaparken de orada Ermeni asıllı bir ajanları vasıtasıyla karışıklık çıkmasını ve bu karışıklık neticesinde Fransız ordusunun yıpranması gayesini gütmüşlerdi.

Bilindiği üzere Fransız ordusu Maraş'a girerken bu Ermeni ajan bir Müslüman kadının çarşaf ve peçesini yırtmış, buna Sütçü İmam adıyla bilinen bir zâtın müdahale ve mukabelesi neticesinde büyük bir karışıklık ve mukâtele cereyan etmiş ve binnetîce burada Fransız ordusu büyük bir zayiat vererek yıpranmıştır.

Müttefikleri tarafından bu sürede oyuna getirildiklerini anlayan Fransızlar, Türkiye'deki müstakbel menfaatlerini de hesaba katarak Türkiye ile 20 Ekim 1921 tarihli "Ankara îtilafnâmesi''ni (antlaşması) imzalayarak Adana'nın Dörtyol kasabasından ve Halep'in kırk kilometre kuzeyindeki “Tibil'en geçmek üzere Suriye ile hududumuzu tespit edip bu hududun kuzeyinden güneye çekilmişlerdi.

Lozan'da henüz hiçbir zafer kazanılmadan bize bırakılmış olan bu mıntıkada hududun daha güneyden çizilmesi gerekirken bu yapılmamış ve 1921 tarihli Ankara îtilâfnâmesi ile iktifâ olunmuştur. Bu durum Yunan'a karşı kazanılmış olan zaferin kale alınmadığını gösteren tipik hır misaldir.

Buna göre Antakya, Milli hudutlar hâricinde bırakılarak bir Fransız mandası olan Suriye'ye verilmiştir.
İşte Lozan'ın ta'dil veya ihlâli ikinci olarak bu hususta gerçek leşmiş ve bilindiği üzere M Ke mal Paşa nın başlattığı bir hareket neticesinde 1939 yılında Antakya -Mîsâk-ı Milliye uygun olarak kurtarılıp burasının anavatana iltihakı temin olunmuştur.

Lozan Muâhedenâmesinin lehimizde olarak bu iki la diline mukabil bir de aleyhte ta dili vardır ki, bu vesileyle onu da zikretmek lâzımdır:
Mâlımı olduğu üzere Lozan Muâhedenâmesi, Ege Denizi'nde ki on iki adayı -o güne kadar bunları elinde emanet olarak bulunduran İtalya'ya bırakmıştı.

Bununla Türkiye ve Yunanistan arasında bir nevî tampon bölge ihdas edilmek istenmişti. Bundan dolayıdır ki, bütün Ege adalarının gayr-ı askeri olması kararlaştırılmıştı.

Bu hususta aleyhimize olarak Lozan müzâkerelerinden başlamak üzere bugüne kadar çeşitli hatalar işlenmiş ve durum her safhada biraz daha aleyhimizde olarak değişmişir.

Lozan müzâkerelerinden başlamak üzere diyoruz, çünkü Lozan'da müzakere edilen meselenin esasını teşkil etmek üzere karşılıklı muhtıralar teâti edilmekteydi.

Bunların adalara müteallik olanında bize Çanakkale Boğazı'nın trafiğine hâkim bir mevkide bulunan dört ada bırakılmıştı Bunlardan biri de Limni adaşıydı. Fakat bizim alt komisyonda vazifeli müşavirimiz Tevfik Bıyıklıoğlu, Limni Adası'nı zabta geçmeye unutmuş ve bundan dolayı Lord Curzon, umûmî celsede Türk heyetiyle -âdeta-alay etmiştir.

 Untitled-1_21
 ( Süleyman Nazif'in “musul geri gelirse” başlıklı makalesi
Bir çakıl taşı bile...

İkinci Cihan Harbi nihayetinde Almanlar işgalleri altında bulunan Ege adalarından çekilmek durumunda kaldıklarında iki Alman subayının o zamanki Türkiye Başvekili Şükrü Saraçoğlu'na müracaat ederek, bu adalardaki halkın açlıktan ölmesini engellemek maksadıyla buralarını asıl sâhibi olan bize terk etmek istediklerini bildirmeleri üzerine, Şükrü Saraçoğlu o gün Kars'ta bulunan İnönü'ye şifreli bir telgraf çekerek bu müracaatı naklettikten sonra, kendilerine:

- "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibimizin icâbı olarak Millî Mîsak hudutları içinde kalmak istediğimiz, bu sebeple ne kimseye bir çakıl taşı vermek, ne de hariçten bir çakıl taşı almak niyetinde olmadığımız yolunda cevap vermek istediğini, bununla beraber kendilerinin (İnönü'nün) tasvib ve takdirleri ne ise ona göre hareket edeceğini bildirmiştir. İnönü'nün bu telgrafa cevabı da:
-Reyiniz mahz-ı isabettir, yani tam isabetlidir. 0 yolda cevap veriniz olmuş tur.

Buna dair evrâkı Çankaya'da Reisicumhur seçildiği ilk günde görmüş bulunduğunu beyan eden Celal Bayar'ın bu satırların muharririne şifâhî olarak anlattığı bu gerçek hakkında tafsilât için bakını/: (Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi Hezimet mi? c: 2, İstanbul, 1992, s: 318 319)

Yine Alman Harbi nihayetinde Rus işgaline uğramak istemeyen Bulgaristan'ın parlamentosu, Türkiye'ye ilhak kararı almış ve bu kararı gerçekleştire bilmek için aslen Karaosmanlı olup o sırada İstanbul'da ikâmet etmekte bulunan Necmettin Deliorman'ı vazifelendirmiştir.

Bu teklif, bir gece yarısı Ankara'da Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na arz edilmiş, ne yazık ki bu da benzer bir mukâbele ile reddedilmiştir.

u hadisenin vukuundan sadece birkaç gün evvel şeklî bir sûrette de olsa Almanya'ya îlân-ı lıarb etmiş ve müttefiklerin yanında yer almış bulunan Türkiye'nin Alman ric'atlni takiben Bulgaristan'a girmesi, Bulgarların Rus işgaline mâruz kalmaktan İçtinaplarının bir netice siydi ki, bu akıl almaz gafletin tafsilâtı için şu esere bakılabilir: M. Necmettin Deliorman, Çanlar Benim İçin Çaldı, İstanbul, 1955