18 Eylül 2019

Modern Çağda Çocuk Olmak

Aksakallı bilge her zaman yaptığı gibi soluklanmak için ulu çınarın altındaki ahşap banka oturmuştu. Parkta oynayan çocukları fark etti bir an. Öyle ya çocuk bu, yeryüzündeki en güzel ve dikkat çekici varlık, kalbinde merhamet olan herkes için masumane bir güzellik. Fakat bir tuhaflık sezdi, sessiz, neşesiz ve hareketsizdi çocuklar. Ellerindeki tabletler onları ağaçlardan, kuşlardan, çiçeklerden, rüzgârdan, oyuncaklardan kısacası yaşadıkları dünyadan soyutlamıştı adeta.  

Bir an gözleri daldı ve zihninde bir sorunun cevabını aradı. Modern çağın çocukları mı daha mutluydu yoksa yokluk içinde fakat koşarak, gülerek, ağlayarak, oynayarak, mücadele ederek yaşamış geçmiş zamanın çocukları mı daha mutluydu? Tablete, telefona, elektronik oyuncaklara, güzel kıyafetlere sahip olmak mı yoksa tepelerin, ovaların, ağaçların, meyve bahçelerinin, bir köpeğin, tahta oyuncakların, eskitilmiş elbiselerin sahibi olmak mı daha çok mutlu ederdi çocukları.

Yorgun ama hala berrak ve merhamet yüklü bakışlarını göğe çevirip, betonlarla perdelenmiş gökyüzüne baktı, tıpkı daracık bir pencereden bakar gibi. Çocuklara dair hüznü biraz daha arttı. Güneşi, bulutları, yıldızları beton kafeslerle kuşatılmış çocuklar diye mırıldandı. Kerpiç evinin damında uyuduğu, yıldızları saymakla geçirdiği, Ay Dede sini şekilden şekle benzettiği, berrak gökyüzünü, kendisini ısıtmak için var olduğuna inandığı sıcacık güneşi ve parlak yıldızları sınırsızca temaşa ettiği, çocukluğu geldi aklına. Henüz gökyüzüne bakmanın, güneşi, ormanı, denizi görmenin bedava olduğu zamanlardı. Oysa bugün bunları görmek için hatırı sayılır bir servete sahip olmak lazımdı.

Gözleri tekrar çocukları aradı tel kafeslerle çevrili çocuk parkında. Anlamadığı başka bir detaydı bu aslında. Çocuklar için yapılmış bir alan neden tel örgülerle muhafaza edilmişti. Kim, hangi kötülük, hangi sapkın ruh musallat olabilirdi ki çocukluk masumiyetine. Allah'ın insana en güzel emaneti değil miydi çocuklar! Tel örgülerden, bariyerlerden, güvenlik görevlilerinden ve her türlü kötülükten uzak, çocukluğunu düşününce çocuklara dair hüznü bir kat daha arttı.

Başını çevirdi, bakışlarını tekrar çocuklara yöneltti. Ellerinde tutukları devasa cips paketlerini, gazlı içecekleri, çikolataları gördü. Bakışları donuklaştı, aklına kendi çocukluk çağındaki atıştırmalıklar geldi. Somun ekmeğin üzerine tereyağı ve salça sürerdi annesi. Bazen de yoğurt sürer ve bulabilirse üzerine şeker dökerdi. Herkesin yediğinin, giydiğinin, acıların ve sevinçlerin birbirine benzer olduğu günlerdi. Yokluğun, yoksulluğun olduğu ama paylaşmanın, kardeşliğin henüz ölmediği zamanlardı.

Derin düşüncelerden biran uzaklaştı ve güneşin batmak üzere olduğunu fark etti. Artık eve dönme zamanı gelmişti, aslında çocukluktan kalma bir alışkanlıktı bu. Annesi hava kararmadan evde ol diye sıkıca tembih ederdi. Biran çocuklar için kaygılandı zira onların eve dönmek gibi bir niyetlerinin olmadığını fark etti. Öyle ya anne babaları hala işteydiler ve eve dönmelerine daha zaman vardı. Şehirde yaşamanın ve konforunda bedeli vardı. Bu eğreti düzenin sürmesi için daha çok çalışmak, daha çok para kazanmak, sevdiklerine, ailesine ve çocuklarına daha az zaman ayırmak zorundaydı kariyer sahibi şehirliler.

Aksakallı bilgenin yüreği, bedeninden daha yorgundu. Makine ve beton çağının istila ettiği, elektronik aletlerin esaretine girmiş çocukluğa, gökyüzünden, topraktan, rüzgârdan bihaber çocuklara, kıyafet almakla, çocuklarını özel okullarda okutmakla, lüks evlerde bakıcılarla yaşatmakla mağrur anne babalara üzüldüğü için yorgundu yüreği. Özgürlüğünü, heyecanını, değerlerini ve inancını yitirmiş çocuklar için üzgündü. Biliyordu ki hakkıyla yaşanmamış bir çocukluk yaşanacak nice zorluklar, bunalımlar ve çöküşler demekti.

Vesselam…