22 Kasım 2016

Muhafazakâr metropol

Türkmenlerin “şehir teolojisi” ile Anadolu'ya gelip bu toprakları şenlendirdiğini dile getiriyoruz. Türkmenler bu teolojiyi kavmî-ırkî mensubiyetleri nedeniyle biliyor değildi. Bu teoloji, Türk Milletinin kültür ve karakterinden de gelmemiştir. Hz. Ali'nin (ra) pak nesebinin irşadına talip olan Türkmenler Anadolu'yu şenlendiren fütüvvet-ahîlik marifetinin lokmasını yediler. Türkmenler Anadolu'da 1000-1453 arasında toprağı şenlendiren bir program uyguladı.

Türk tarih yazını, Türkmenlerin “göçebe”lerden oluştuğu fikrine yoğunlaşmakta, Anadolu'da bedavet halindeki Türkmenlerin devlet kurarak hadareti hayata geçirdiğini iddia etmektedir. Böylece vurgu kentliliğe yapılmış oldu.

Topçu şöyle dedi: “Türkmenler, göçebe ve tüccar idi, Anadolu'da çiftçiliği Eti köylüsünden öğrendi.” Eti uygarlığı M.Ö. 1500'lerde, Türkmenlerin Anadolu'ya girişi M.S. 1000'li yıllarda gerçekleştiğine göre Topçu'nun tarih yorumu anakronizmdir. Yine de bu anakronizme rağmen, O'nun “muhafazakâr metropol” yanlısı entelektüellerden ayrılıp hakikate temas ettiği bellidir: “Toprak ve mukaddesat dostu olmayan bir proleter sınıfının hayatımızı istilasından korkalım. Yarınki Türkiye'yi, bir madde cehennemi yapmaktan çekiniyorsak, bugünden büyük nüfuslu şehirlerin etrafını, büyük fabrikaların bacalarıyla süslemeye özenmemeliyiz” (Nurettin Topçu, Ahlâk Nizamı, Dergâh Yayınları, 1997a: 43).

Topçu, apartmanlaşmayla tezahür eden kentleşmeyi şiddetle eleştiriyordu: “Yeni İstanbul'da, Ankara'da, durmadan ve istismarı hak sayan bir kaderi sömürürcesine, apartmanlar yapılıyor. Bu şehirlerde bir apartman yaptıranın geçim dâvası bununla hallediliyor; artık o insanın ve bu insan sürüsünün çalışmaya minneti yoktur” (Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, 1997b:258).

Topçu, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram'ın imanlarını kendinde birleştirecek bir “kurtarıcı”nın Kızılay'da yükselecek simasını tasarlar ve şöyle der: “Lâkin bu hayali besleyebilmek için yaylanın kendinde kalbinden bir ümit ışığı çıkarma gayretleri beyhude (…) Yaylanın çocukları Hacı Bayram'a bağlanmasını bilmediklerinden, bir zamandan beri içlerinden gelen takatsizlikle solmuşlardı. Sonunda onları çürüten, New-York, Londra ve Paris havaları oldu (…) Yaylaya tekrar geleceğim. Bu toprakta yeşermesini özlediğim yepyeni bir tohumla dönmek istiyorum. Vakıa gamsız yaylanın dostlukları eriten havasındaki duygusuzluk, insana benliğini yitirme korkusu veriyor. Ben bu korkudan kurtulmak için, asrın tekniğinden önce, Hacı Bayram'a sığınmanın tekniğine bağlanmak istiyorum” (Topçu, 1997b: 325).

Sistematik anlamda, bir nizam tasavvuru yaklaşımıyla belirgin bir “kent” eleştirisi yapan başka aydın çıkmadı. Muhafazakâr aydın metropole inanıyor.

Topçu'nun fikirleri kitle toplumu ideologu olan Necip Fazıl tarafından eleştirildi. Bu nedenle Topçu'nun Hacı Bayram ile Hacı Bektaş'ın imanlarını kendinde birleştirecek bir “kurtarıcı” beklentisi de, “asrın tekniğinden önce, Hacı Bayram'a sığınmanın tekniğine bağlanmak” ülküsü de karşılık bulmadı. Türk Sağı, kendine Necip Fazıl'ı kılavuz seçti.

Necip Fazıl ise, sağ-muhafazakâr kitlelere Topçu'nun reddettiği metropolü tavsiye ediyordu:

“İslâm inkılâbı, milyonluk kitlelere, ruhî, harsî, içtimaî, iktisadî, idarî, siyasî, fennî, en ileri merkez teşkil edecek olan büyük (Metropolis)lerin binacısıdır” (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 2010: 240).

“Allah Resulünün ‘Camilerinizi sade, evlerinizi ziynetli bina ediniz!” mealindeki hadîsleri, bu fevkalâde nazik ölçünün bizzat kaynağıdır”  (Necip Fazıl, 2010: 240).

Gece ve gündüz nur saçacak olan bu (Metropolis)lerde, (…) sokak, meydan ve bütün umumî sahalar, teker teker Müslüman kadının başörtüsü kadar güzel ve paktır (…) Fildişi kaldırımlarında, her yaştan, maddeleri ve ruhları nur insanların sel sel akacağı İslâm (Metropolis)leri, Garbın milyonluk şehirlerindeki ruh ihtilâcının tam zıddına yataklık edecektir” (Necip Fazıl, 2010: 240-242).

Necip Fazıl'ın idealize ettiği kent, “Garb âlemini de hayran bırakacak yeni bir şehircilik mânâ ve şahsiyetini de meydana getirecek”, şair Baudelaire'ın “Paris Sıkıntısı”nda ikaz ettiği korku ve kasvet duygusunu “İslâm Metropolisinde büyük refah ve ümide döndürecek”tir  (Necip Fazıl, 2010: 242).

Topçu'nun “şehirlerin etrafını, büyük fabrikaların bacalarıyla süslemeye özenmemeliyiz” ikazının aksine Necip Fazıl, “Büyük Doğu idealinde minarelerle fabrika bacaları, tek ve çift hesabiyle aynı dizide ve yan yanadır” (Necip Fazıl, 2010: 381) diyecek ve “Makineyi yapacak makine yapabilme ehliyeti”nden (Necip Fazıl, 2010: 381) bahsedecektir.

Necip Fazıl'ın ideolojik söylemi, “Milliyetçi Hareket”te ve “Millî Görüş”te yansıma bulacaktır. Bu söylem, “minarelerden yükselen ezanlarla Batı ruh ve kültürünü yenmek dâvasını güderken, fabrika bacalarından yükselen duman kıvrımlarının göklerdeki nakşiyle hâkimiyet hünerini Batıdan koparıp almak gâyesini temsil ede”cektir (Necip Fazıl, 2010: 383). 

Muhafazakâr yazarların “şehir” fikri bulunmuyor. Bu çizginin Nurettin Topçu'nun da işaret ettiği gibi “metropolis”, “Müslüman Londra-İslâmî Paris, Nur saçan New-York” düşü bulunuyor.

Muhafazakârlar Topçu'nun “Şehirlerde azap içinde dolaşıyoruz” (Topçu, 1997b: 104) eleştirisinin mânasını yeni yeni kavrıyor. Bu onların “imar etmek” meselesini “Batı kentleri”ne benzer kent inşası ezberlerine ve “Umrancı” olmayı temellendiren kavram kataloglarına dayanıyor.

Necip Fazıl da bu kavram katalogunu kullanmaktan kendini alamamıştır. Bu nedenle “umran”dan bahsetmekten kendini alamaz: “ŞEHİR VE UMRAN: Büyük şehir, belde ve Metropolis hayatının topyekûn maddesini, görülmemiş bir şahsiyet, asliyet ve hususiyet damgası içinde kalıplaştırma ve heykelleştirme işi… Bu dâvada Dahiliye, Matbuat ve Propaganda, Nafia, Sağlık ve Bakım Vekâletleri tam işbirliği içindedir” (Necip Fazıl, 2010: 298). 

Necip Fazıl'ın Türk muhafazakârlığına üflediği gökdelen meftunluğu, sonraki aydınların ‘Batı Kenti'ni insanlığın mutlak yürüyüşü olarak kavramalarının müsebbibiydi: “ŞEHİR… Büyük ve eşsiz Metropolis rüyası: Fildişinden ve bir bâkirenin başörtüsü kadar temiz kaldırımlar… Altına bir milyon kişi alan kubbe… Ayna döşenmiş gibi pürüzsüz ve pırıl pırıl bir meydan… Ziynette tavuskuşu, sadelikte güvercin binalar… Ferdî ve içtimaî bütün müesseseler, vasıtalar, âletler… Kuşbakışı, en güzel ve en üstün nizamın peteği… Göklere doğru bir beste şeklinde yükselen vahdetli ve şahsiyetli mekân ölçüsü…” (Necip Fazıl, 2010: 312). 

Muhafazakâr metropolis “nur saçacaktı.” Olmadı.

 

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter