VF kat sol
VF kat sağ

19 Ekim 2015

Müneccimlik ve müneccimbaşılık

Müneccimlik mesleği, bütün eski devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de büyük bir ilgi görmüştür. Müneccimbaşılar, takvim ve imsakiye hazırlamak, bazı olaylar için uğurlu saat ve gün tahmini yapmak, deprem, sel ve yangın gibi felaketleri gözetleyip sarayı bilgilendirmek görevlerinin yanı sıra ayın, güneşin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin hareketlerini incelemişlerdir.

Müneccim “Yıldız hareket ve durumuna göre hükümler veren kişi” anlamına gelmektedir. Müneccimbaşılık Kurumu, İslam devletlerinde Abbasi Devleti zamanında ortaya çıkmış, Selçuklular da bu geleneği devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti kendisinden önce kurulan devletlerin ilmi ve kültürel mirasını devralmış ve bunların üzerine yeni bilgiler katarak, bu mirası bir hayli ilerletmiştir. Klasik eğitim veren medreselerin haricinde başka okullarda açılarak, Müneccimbaşı ve Müneccim yetiştirmek amacıyla muvakkithaneler yani zaman ve gün tayini yapan basit gözlemevleri kurulmuştur.

Osmanlı Devleti'nde 16. asrın başında devletin astronomi ve astroloji işlerinden sorumlu resmi memuru Müneccimbaşı idi. Müneccimbaşılar, takvim ve imsakiye hazırlamak, bazı olaylar için uğurlu saat ve gün tahmini yapmak, deprem, sel ve yangın gibi felaketleri gözetleyip sarayı bilgilendirmek belli başlı görevleri arasındaydı. Ayrıca ayın, güneşin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin hareketlerini de incelerlerdi. Müneccimbaşılar, Hicri ve Celali takvimleri hazırlayıp, her senenin 21 Mart'ında padişaha sunarlardı. Padişah takvimlerin Nevruz gününde padişaha takdimi esnasında Müneccimbaşılara bahşiş verirdi, bu paraya ise “Nevruziye Bahşişi” denirdi. Takvim hazırlama konusunda yararlanılan en önemli kaynak ünlü astronomi bilgini Uluğ Bey'in “Zîc-i Hakâni”sidir. 19. Asırdan itibaren ise Avrupa kaynaklı J. Cassini'nin daha sonra da Lalande'nin hazırladığı eserler kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Müneccimbaşılar, Ramazan ayından önce imsakiye, yani iftar ve imsak saatlerini gösteren liste hazırlayıp ve yıldızların yerlerini ve dolaşımlarını gösteren zayice çıkarılarak Şaban ayının son on gününde saraya verilirdi.

 Safkan atların ne zaman çayıra salıncağı, sadrazamın padişahın huzuruna ne zaman çıkacağı, sandal ve filikaların hangi vakit denize indirileceği, binaların temel ve açılış törenlerinin ne zaman yapılacağı, topların dökülmesi, çadırların kurulması, rütbe ve merasim törenleri, sünnet ve düğünlerin zamanı gibi birçok konuda Müneccimbaşılar veya yardımcıları tarafından uğurlu gün ve saat tahmini yapılırdı.

Tahminler arasında en ilginçleri Muharrem ayının sonunda ve Safer ayının ilk on gününde yolculuk yapılmaması ve Darü'l-Aceze'nin temellerinin hangi vakit atılacağı ile ilgili olanlardır. Muharrem ayının sonunda ve Safer ayının ilk on günü seyahat edilmemesi isteği, bu tarihlerde ortaya çıkması muhtemel büyük bir yılandan kaynaklanıyordu. Darü'l- Aceze'nin temel atma merasiminin ne zaman yapılacağı hususunda dönemin Müneccimbaşısı Sadullah Efendi tarafından 25 Mart 1894 tarihli yazı ile saraya bildirilmişti.

Müneccimbaşılar uğurlu gün ve saatlerin tespitlerinde birtakım bilgilerden yararlanmıştır. İhtiyaç duydukları astronomi bilgisini, “ Zic” denilen, yıldızların hareketlerini gösteren cetvellerde bulurlardı. Astroloji için ise, güneş, ay ve gözle görülen gezegenlerin dolaşımı ile on iki burcun özellikleri esas alınmıştır. Yeterli donanımı bulunan bir müneccimbaşının hazırladığı zayiçelerin isabetli çıkma ihtimali çok yüksekti. Başta padişahlar olmak üzere birçok devlet adamı Müneccimbaşıları zayicelerine göre değerlendirmiştir.

Müneccimbaşılık ile doğrudan ilişkisi buluna kurumlardan birisi de muvakkithanelerdir. Bunlar devletin kuruluşundan itibaren şehir ve kasabalarda belirli mescit veya camilerin avlusunda kurulmuş, zamanla külliyelerin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Muvakkithanelerde namaz saatlerini belirlemek için “Muvakkit” yani zaman tespiti yapan sorumlular bulunurdu. Zaman tayini yapılması için rubu tahtası, usturlap ve güneş saatleri gibi araçlar kullanılmakta idi. Bu kuruluş hem astronomi eğitimi vermiş hem de basit bir gözlemevi olarak yıllarca hizmet etmiştir. İlerleyen zamanlarda ölçme bilgisi haricinde astronomi bilgisinin öğretildiği bir ilim merkezi haline gelerek, müneccimbaşıların yetiştirilmesinde önemli payları oldu. İstanbul'da ilk muvakkithane, 1470'de açılan Fatih Camii Muvakkithanesidir.

Rasathaneİstanbul'da özellikle “Selâtin Camileri” başta olmak üzere birçok camii ve mescitte bulunan muvakkithanelerden en meşhuru, saatlerinin dakikliği ile bilinen Bayezîd Camii Muvakkithanesi idi. 19.yüzyılın sonlarına doğru mekanik saatlerin çoğalması ve bilhassa saat kulelerinin inşa edilmesi üzerine bu mesleğe olan ilgi de bir hayli azalmıştır. Muvakkithanelerin idaresi ve çalışanlarının maaşları, bağlı bulunduğu vakıf tarafından karşılanırdı. Muvakkit öldüğü zaman yerine oğlu geçer, şayet erkek çocuğu yoksa bir sınav yapılır ve sınavı kazanan kişi göreve başlardı. Muvakkit seçiminde, adayların astronomi ve matematik dallarında bilgili olmalarına dikkat edilirdi.

Osmanlı Devletinde ilk rasathane 1577 yılında ünlü astronomi âlimi Takîyyüddin er-Rasıd tarafından kuruldu. 1570 yılında İstanbul'a gelen Takîyyüddin Mustafa Çelebi'nin ölümü üzerine Sultan İkinci Selim tarafından Müneccimbaşılığa atandı. Sultan Üçüncü Murat ile görüşmesinde artık Uluğ Bey'in Zic-i Hakani'sinin yeterli olmadığını, yeni bir “Zic” hazırlamak için rasathaneye gereksinim duyulduğunu söylemişti. Teklifi olumlu karşılayan Sultan derhal rasathanenin yapılması için gerekli emri vermiş ve gerekli maddi desteği sağlamıştı.

Tophane sırtlarında yapılan rasathane, iki ayrı binadan oluşmuş, bünyesinde astronomi ve matematik kitaplarından oluşan büyük biri kütüphane de yer almıştır. Takîyyüddin ilk olarak 1578 'in Ramazan ayında ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili biri dizi gözlem de bulunmuş ve araştırmalarını sonucunu Sultan Üçüncü Murad'a sunmuştur. Geliştirdiği aletlerle astronomik olayların açıklanmasında orijinal çözümler üretmiş, Ekliptik düzlemi ile Ekvator arasındaki açıyı ilk defa en yakın ne en doğru hesaplamıştır. Başta rubu tahtası ve usturlap gibi birçok alet kullanarak takvim, astronomik saatler, namaz vakitlerinin tespiti, güneş ve ay tutulmaları, saat hesapları ve gök dairelerinin tespiti konularında uygulamalı olarak yeni sonuçlara ulaşmıştır.

Rasathanede Takîyyüddin ‘in yanı sıra, sekiz gözlemci, beş kâtip ve iki yardımcı görev yapmıştır. Sultan Üçüncü Murad, her sene devlet bütçesinin bir kısmını yeni aletler almak ve gözlemleri artırmak için rasathaneye ayırmıştır.

Takîyyüddin'in ve daha sonraki müneccimbaşılar gözlemlerde kullanacağı cetvelli araç yıldızları gözlemlemeyi, iki delikli araç güneş ve ay tutulmalarının tespitini, duvar kadranı yıldızların meridyenlerden geçişini belirlemeye yarıyordu. Kirişli araç, gece-gündüz eşitliğinin saptanmasında, yarım halka gök cisimlerinin, cetvelli kadran ise yıldızların yüksekliğini ölçmekte kullanılmıştır. Müneccimbaşı zaman hesaplanmasında ise mekanik saatten faydalanmış ve çok dakik gözlemlerde bulunmuştur. İstanbul'da 1578 yılında başlayan veba salgını, rasathaneye karşı olumsuz bir tavır çıkardı. Bazı kişiler rasathanenin olacağı yerde bu felaketlerin daima süreceğini iddia ettiler.

Zamanın Şeyhülislâmı Efendi bir rapor hazırlayarak, Sultan Üçüncü Murad'a verdi. Rasathane, 22 Ocak 1580'de padişahın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yıkıldı. Osmanlı Devleti rasathanenin yıkılmasından sonra Takîyüddin gibi büyük bir âlim yetiştirememiş, Avrupa ise Kepler, Kopernik ve Newton gibi bilim adamları çıkarmışlardır.

19.yüzyılın başında müneccimbaşı ve muvakkitliğe ilgilinin azaldığı bir dönemde müneccimbaşı ve muvakkit yetiştirmek için için Mekteb-i Fenn-i Nücûm ( Gök Bilimleri Okulu) kuruldu. Tanzimat'dan hemen sonra Müneccimbaşı Hüseyin Hüseyin Hüsnü ve Sadullah Efendi'nin gayretleriyle yaptırılan mektep, kurucularının yoğun çabası sonucunda astronomi, astroloji ve matematik alanlarında kısa süreli de olsa eğitim vermiştir.

Takîyyüddin Efendi'den sonra en meşhur müneccimbaşı Sahaifü'l Ahbar adlı eseriyle Müneccimbaşı Ahmed Dede'dir. Mekteb-i Fenn-i Nücûm'un kurucusu Hüseyin Hüsnü Efendi de zayicelerinin doğru çıkmasıyla ün kazanan önemli bir müneccimbaşıdır. Müneccimbaşı ve yardımcıları matematik ve astronomi konusunda önemli eserler yazmışlardır. Müneccimbaşılar, hem müderris hem de kadı olabildikleri için, iki görevinde çeşitli rütbelerini almışlardır. Müneccim-i Sâni (İkinci Müneccim) müneccimbaşının en önemli yardımcısı idi. Bunun dışında yanında beş tane müneccim bulunmaktaydı.

Cumhuriyet'in ilanından sonra 1924'de Müneccimbaşılık kaldırılıp, yerine “Başmuvakkitlik” kadrosu getirilmiş, bu kadro da 20 Eylül 1952'de lağvedilmiştir.