11 Nisan 2016

Müslüman pazar - Müslüman şehir

Müslüman aydınlar gönül bağı kurdukları siyasetçilere, iktidara geldiklerinde, faizi kaldırıp zekâtı koymaları teklifinde bulundular. Faiz yasağının ekonomik mesele olduğunu ileri sürdüler ve “İslam Ekonomisi faize karşıdır”, dediler. Zekât ise “İslâm'ın Sosyal Adaleti”nin parçasına dönüştürülecekti. “Zekatı, iktisadi bir enstrüman olarak görmeyen ekonomik sistem anlayışlarının çözümsüz kalacağı ve zamanla ekonomik anlamda karmaşa yaşanacağı” iddia edildi. Bu yaklaşımda “zekât nisabının, 20 miskal yani 96 gr altın veya bu değerde para” yahut “ticaret eşyası” olduğu gözden kaçmaktadır. Altın için zekât nisabı olarak 72, 91, 96 ve 100 gramı esas alanlar bulunmaktadır. 85 gram altının zekâtı 2 gram altındır. Bu miktar 1/40 demektir.

 

Siyasetçilerin zekâtı İslâm siyaset zihniyetinin ekonomik dayanağı haline getirdiklerini varsayalım. Bu ihtimalde, Çorum'un Sungurlu ilçesinin Yörüklü köyünde çobanlık yapıp kendi malını güden Çolak Emmi'nin, 40 koyunundan birini canlı canlı vergi-zekât memuruna teslim etmekten pek memnuniyet duyacağı bellidir.

 

Fakat acaba ekonomik sistemi nakdî (parasal) tahsilâttan kopan ve aynî (karşılığı mal olarak verilen) tahsilâta dönen devletin, bu sistemi sürdürebilmesi mümkün olabilecek midir? Eğer halk maaşlarının aynî olarak ödenmesine razı ise bu soruya bir dereceye kadar “Evet!” diyebileceğiz. Hakikatte tımar sisteminde sipahi, “aynî vergi: öşür tahsilâtçılığı” yaptığından “Zekât & İslâm Ekonomisi” irtibatı kurulabilmekteydi. Aynî vergiye dönüştürülen zekât artık “götürülecek borç” olmaktan da çıkacağından, zekât toplayıcıları, bizzat zekât mükelleflerinin ayağına gidip “yerinde tahsilât” yapmak zorunda kalıyorlardı. Bilindiği üzere para borçları, ödeme zamanında alacaklının ikametgâhının (yerleşim yerinin) bulunduğu yerde ifa olunur. Bu tür borçlara “götürülecek borç” denir. Zekât, götürülecek borç değildir.

Şimdi düşünelim: İslâm Ekonomi Doktrini'ne inanıyorsunuz ve zekâtın ekonominin temelinde yer almasını istiyorsunuz. İktidara geldiniz. Türkiye'nin dört bir yanında zekât toplamaya memur gönderiyorsunuz. Halk elindeki maldan, Allah ne verdiyse (koyun, keçi, inek, buğday, arpa, vs) zekâtını ayırıp teslim etti. Ne yapacaksınız? Depo-stok maliyeti bir dert, nakliye başka dert, ezilen telef olan mal başka dert haline gelir. Maaşları nasıl ödeyeceksiniz? Vatandaşa “Sen zekâtını para olarak ver” mi diyeceksiniz?

Müslüman aydının temel sıkıntısı kapitalist uygarlık içinde hayatını idame ettirirken İslâm toplumunun kuruluşu ile ilgili hükümleri bu sisteme montaj işlemine girişmesi idi. Zekâtla ilgili mesele böyle oldu.

Diğer taraftan zekât bir ibadettir. Zekât verecek kişi, Allah'ın kuludur; zekâtını yolcuya, miskine (mülksüzlere), fakire (nisap miktarı malı olmayana), köleye, borçluya vermek isteyebilir. Devlet, “Hayır sen bunu onlara değil bana vereceksin” diyebilir mi? Hanefilerin çoğunluğuna göre zekâtın sekiz sınıftan sadece birisine verilmesi caizdir. Fakat aydınlar geçmişte “İslâm Ekonomisi” babında zekâtı, devletin vergi gelirlerinin yerine ikame etmeyi teklif ettiler. Böyle bir teklif hayata geçseydi, zekât ibadetten çıkıp vergiye dönüşmekten kurtulamayacaktı.

Diğer konu da faiz ve pazar meselesidir.

Hz. Peygamber'in faize dair hükmü uygulaması için Mekke'den ayrılıp Medine'de bir pazar kurduğuna dair dikkate kavuşamadık. Kapitalist bir çarşı sisteminde faize dair hükmü uygulayabilmek için sizin de ayrı bir pazar sistemi kurmanız gerekirdi ki, Medine budur. 

Kısaca diyoruz ki: “Küresel Çarşı'da, Müslüman Pazarı'nın İslâmî dinamikleri yürütülemez.”

İnsanlar başlarını sokacakları yuvaya karı-koca çalışıp ödeyecekleri konut kredisiyle sahip olmaya devam ettikçe faizsiz bir ekonomik sistemi kurmaya “mecaliniz yok” diyorum.

Önce insanımızı barınacağı yuvayı banka kredisiyle satın almaktan kurtarmamız gerekiyor.

Batı'nın kent anlayışları bize de getiriliyor. İmar uygulamalarıyla rant transferi yapılıyor. İmar sonrası değerlenen arazilerde tekelci mağaza-dükkân-marka sistemi kuruluyor, küçük esnaf-zanaatkâr iflas ediyor. Emlâk fiyatları hayat boyu çalışılsa ödenemeyecek bedellere çıkartılıyor.

Kentleşme banka borçluluğunu, kredi çekmeyi tahkim ediyor. Siyasetçiler kentleşmeyi hızlandırmak için projeler üretiyor. Aydınlar, olup bitenlerden habersizcesine metropollerde “faizsiz İslâm Ekonomisi”ni tatbik edeceklerini iddia ediyor. Böyle telfik yapılamaz.

İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, önce kentleşmeden kurtulup Medine inşasına dair söz söylemek zorundadır: “Medine kurulmadan, Müslüman toplum; Müslüman pazar kurulmadan Müslüman şehir kurulamaz.”