Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 102

1_46

Dr. Reşit Galip ve Hasan Âli Yücel çapında “İrfânsız bir Maârif Vekîli” daha… Müseccel yalancı ve sahtekâr… (→ “Kemalist Târih Tezi”ne ilâveten, “Mustafa Kemâl'in Âilesi Dîndâr mıydı?” başlıklı makalemizdeki “Dîn İnkılâbı Hakkında Atay / Bayur Tartışması” ara başlıklı kısma mürâcaât…) Târih Prof. Dr. Yusuf Hikmet (Bayur), 18 Kasım 1933'te, “Büyük Şef”i nâmına İstanbul Üniversitesi'ni açtığı zaman, onun ideolojik temeller üzerinde kurulduğunu têyîd eden bir nutuk îrâd etmişti. Nutkunda papağan gibi tekrâr ettiği Kemalist Târih Tezinin efsânelerine göre, Câhiliyet Türklerinin muhteşem bir medeniyeti varmış; lâkin Türkler “İrticâ” batağına saplanınca (yâni Müslüman olunca), dîğer Müslümanlarla berâber, “Orta-Çağ  karanlığına” gömülmüşler…

***  

Maârif Vekîli Bayur'un Kemalist Üniversite'yi açış nutku

Muhâcir Yahûdi akademisyenler mârifetiyle icrâ edilen Üniversite İnkılâbına (yâni Kemalist Üniversite'nin têsîsine) nezâret etmek Dr. Reşit Galib'e tevdî edilmiş bir vazîfeydi. Lâkin Üniversite'yi açmak ona nasîb olmadı. 19 Eylûl 1932'de başlıyan Maârif Vekîlliğinden 13 Ağustos 1933'te istîfâ ederek ayrılmış, üç ay kadar sonra, yerine sâbık Riyâset-i Cumhûr Umûmî Kâtibi, Manisa Meb'ûsu Prof. Dr. Yusuf Hikmet (Bayur) gelmişti (27 Ekim 1933 – 9 Temmuz 1934). Dr. Reşit Galip, Vekîlliğinden sonra, zâten fazla yaşamamış, 4 Mart 1934'te, Ankara'da zâtürreden ölmüştü. Üniversite İnkılâbının çalkantıları içinde Vekîllikten istîfâ mecbûriyetinde kalsa da, tapındığı “Büyük Şef”inin gözde şahsıyetlerinden biri olmaya devâm etmişti. Nitekim, Mehmet Soydan'ın Nöbet Defterleri üzerinde yaptığı araştırmalardan, 1932'de 92, 1933'te 41 ve 1934'ün ilk üç ayında 3 def'a “Tek Adam”ın işret sofralarına misâfir olduğu görülüyor. (Milliyet, 10 Kasım 1981, s.7)

Yusuf Hikmet Bayur da (İstanbul, 1891 – a.y. 6.3.1980), bekleneceği üzere, Dr. Reşit Galip kadar fanatik bir Kemalistti. 18 Kasım 1933'te Kemalist Üniversite'nin açılış merâsiminde îrâd ettiği nutuk, Kemalist Târih Tezi üzerine binâ edilmiştir. Onun nutkundan da anlaşılıyordu ki Abdülhamîd Hân'ın eseri olan, yâni “İrticâ”ı temsîl eden Dârülfünûn yerine ikame edilen ve Frenklik özentisiyle “Üniversite” (Université) denen bu müessesenin esâs vazîfesi, Kemalist kadrolar yetiştirmekdir:

“…Bu müessesede okuyacak olan ve okumağa hazırlanan gençler! […]

“İlerliyeceğimiz yolda emniyetle ve şaşırmadan yürüyebilmemiz için gözlerimizi bazı bazı geçmişin derinliklerine daldırmak faydalı olur.

“Biz, ilk medeniyetleri kuranların torunlarıyız. Bundan üç-dört yüz [bin olsa gerek] sene evveline kadar medeniyet sahasında her türlü yenilikler daima bizlerden, orta Asyadan dünyanın her tarafına dağılan brakisefallerden çıkmıştır. O vakitler en müterakki ziraat, en mükemmel sanat, en derin ilim bizde idi.

“Sonra koyu bir taassup, korkunç bir irtica; ruh ve fikri, her şeyi ezdi, yıktı, kavurdu. Yurdumuzda övünebilecek yegâne şeyler, mazidekilerden ibaret kaldı; karanlıklar içinde siyasî, askerî, ilmî, iktisadî her şeye şamil bir iniş başladı; asırlarca durdurulamadı.

“Bundan on beş sene evvel bizim için millî ölümün tahakkuk etmek üzere olduğuna dünyada herkes ve bizden bir çokları kani idiler. Fakat damarlarımızdaki asil kan buna müsaade etmedi. Millet kendi içinden, dünyanın on asırda bir bile çıkaramadığı bir dahiyi çıkardı. Onun idaresi altında, mahvolmuş zannedilen Türklük, dostluk ve ittifakı en ziyade aranılan mevcudiyet oldu.

“Türk gençleri! Bize bu yolu açan; bütün bu eseri sizlere, Türk gençliğine emanet etti. Beni burada dinliyenler, o gençliğin en bilgili tabakasını teşkil ediyorlar. Bu emniyet çok ağırdır; bunu bilmelisiniz!

“Bilmeli ve öğrenmelisiniz ki Türk vatanı ile Türk cumhuriyeti ayni şeydir. Unutmamalı ve unutturmamalısınız ki saltanat, eski ruh ve zihniyet, vatanı üç asırdan fazla bir zaman, felâketten felâkete, uçurumun derinliklerine fırlattıktan sonra, 1920 den beri fiilen ve 1923 den beri hem fiilen, hem de resmen mevcut olan cumhuriyet, onu bugün gördüğümüz, âlemin gıptasını celbeden zirveye, on üç sene gibi kısa bir zamanda çıkarmıştır.

“Bu his genç nesillerin ruhuna ne kadar derin surette girerse, cumhuriyet o kadar sağlam, yani vatan o kadar yüksek ve kuvvetli  olur.

“İnkılâp tarihi kürsüsünü bunun için kurduk. İlh…” (Akşam, 19 Teşrînisânî 1933, ss. 1 ve 2)

Binâenaleyh, Kemalizm, yine Avrupa'ya özenerek, birçok sâhada olduğu gibi bu sâhada da, “üniversite”nin sâdece ismini ve sûretini iktibâs etmiş, onun rûhuna bîgâne kalmış, hattâ ona cephe almıştır…

İlk Kemalist İnkılâb Târihi Dersi: Kemalist Târih Tezi, Şahısperestlik, Osmanlı-İslâm düşmanlığı

Kemalist İdeolojiyi gençlere ve kitlelere aşılamak için, Üniversite bünyesinde bir  İnkılâb Târihi Kürsüsü ihdâs ediliyor…

Bundan da anlaşılıyor ki hakîkî mânâda müsbet ilim ve irfân Kemalist Üniversite'nin umûrunda değildir. Müsbet ilimleri Avrupa geliştirir, onlar oradan iktibâs ederler… Tabiî, ideolojik dogmalarına, efsânelerine zarâr vermemek kaydıyle! O ilimlerin temelinde olan İlmî Zihniyetle ise hiçbir alâkaları yoktur. Bilakis, onlar, tam mânâsıyle İskolastik Zihniyetin temsîlcileridir. Çünki kendileri düşünüp araştırmaz, iki otoriteye tâbi olurlar: Birincisi, ilâhlaştırdıkları “Büyük Şef”leri, ikincisi de efsâneleştirip gözlerinde büyüte büyüte ağırlığı altında ezildikleri Avrupa Medeniyeti… O Medeniyet ki en müsbet ve kendisine en fazla hayâtiyet veren iki esâs unsurunu, İslâm Medeniyetine medyûndur: 1) İlmî Zihniyet ve Usûl; 2) İnsan Hakları… Yine o Medeniyet ki sömürgeci, emperyalist, dünyeviyetci cephesiyle asırlarca bütün dünyâya kan kusturmuştur ve kusturmaya berdevâmdır…

Bu Kemalist İnkılâb Târihi kitaplarının ilk nümûnesini, bizzât “Büyük Şef”in kaleme aldığını, evvelki neşriyâtımızda ortaya koymuştuk. Onun tesbît ettiği şablonlar, sonrasında da bir tabu hâline getirilmiştir ve neredeyse bir asırdır tekrâr edilip durmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de her seviyeden mekteblerde, “İnkılâb Târihi” dersleriyle, nesiller Kemalizme şartlandırılıyor. Bu dersi kuvvetle takviye eden ikinci bir ders, “Kemalist Müslümanlık” dalâletine istinâd eden “Dîn Kültürü ve Ahlâk Bilgisi”dir. Mâmâfih, mes'ele bu kadarla da kalmıyor: İctimâî ilimlerle alâkalı bütün dersler, Kemalist İdeolojinin hizmetindedir… Dahası ve belki en beteri, bütün ders kitaplarının, bütün Maârifin dili, Kemalist Uydurma Dildir. Bu dayatmada öylesine muvaffak olmuşlardır ki bütün Diyânet ve İlâhiyât câmiası dahi, (Müslümanlıktan nefretin mahsûlü olan) bu sun'î dille konuşmakta, yazmakta, düşünmektedir. Yazıklar olsun!

Daha 18 Kasım 1933'te Kemalist Üniversite açılırken “İnkılâb Târihi Kürsüsü” kurulmuş, birkaç ay sonra, 4 Mart 1934'te Üniversite'de ilk “İnkılâb Târihi” dersi, bizzât Maârif Vekîli tarafından verilmiş ve bu, büyük hâdise olmuştu. 5 ve 6 Mart 1934 târihli Akşam gazetesi nüshalarının manşet haberi olan bu dersi, Maârif Vekîli Yusuf Hikmet, aldığı tâlîmâta muvâfık olarak, üç temel üzerine oturtmuştu: 1) Kemalist Târih Tezi; 2) Şahısperestlik; 3) Osmanlı-İslâm düşmanlığı… Yâni bahis mevzûu olan, esâs îtibâriyle bir ideolojik propaganda dersiydi. (nitekim günümüzde de öyledir…) Hakîkî ilim adamlığından fersah fersah uzak irfânsız Vekîlin konuşma tarzı dahi, meydan nutku çeken bir şarlatanı hatırlatıyordu… Vekîle nazaran, meselâ son devirde cereyân eden hâdiselerin îzâhı şöyleydi: