Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 104

Bütün mel'anetlerin kılıfı, ‘Türklük'!

Beynelmilel Masonluk Mâbedi'nin bu 33 dereceli sâliki, bahis mevzûu hitâbesinde, Kemalist Propagandanın mûtâdı olduğu vechiyle, bol bol Türklüğü istismâr ediyor, müstekreh bir riyâkârlıkla, ipe sapa gelmez iddiâlarla, Kemalist İdeolojiyi ve bütün Kemalist icrââtı, Türklüğe atfediyordu:

“…İnsanlık tarihi Türklerle başlamıştır. Türk olmasaydı belki tarih de olamazdı. Ve muhakkak ki medeniyet de başlamazdı. (Bravo sesleri, alkışlar.) […]

“Atatürk, Türk istiklâlini kurtardıktan sonra Türkü bir daha badirelere, tehlikelere düşürmiyecek bir devlet sistemi kurdu. Bu devlet sisteminde tatbik edilecek olan prensipleri vazıh ve açık ve müsbet olarak program halinde tespit etti. Bu programı ve bunun tatbikini kendi kurduğu Cumhuriyet Halk Partisinin eline ve mesuliyetine verdi.

“Cumhuriyet Halk Partisinin prensipleri evvelemirde modern bir devlet programıdır. Türkün tarihine, seciyesine, alicenaplığına ve gurur-u millîsine muvafık olan bir devlet programıdır. Bu devletin vasıflarının hepsini, tarihten alınmış prensiplerle ayrı ayrı tayin ettik. Bunların başında devletçilik gelir. Türk milleti devletçidir. […]

“Atatürke karşı şükran hissediyorsak, bunun ifadesini, kurduğu prensipleri sadakatle, feragatle ve samimiyetle takibde aramak icab eder.

“Arzettiğim prensiplerin başlıcalarının Teşkilât-ı Esasiyemize geçmesi, Atatürkün prensiplerine olan bağlılığımızın ve samimî ilgimizin hukukî ifadesidir. Biz istiyoruz ki siyaset ve icraat sahalarında yaptığımız işler, irfan ve vicdan-i hukukîlerde yer bulsun ve hukukî hayatın mebdei, menşei ve istinatgâhı olsun. O itibarladır ki devletçilik vasfını Teşkilât-ı Esasiyeye koyacağız.

 “Atatürkün bahsettiği prensipler Türktür. Yani asliyeti ve menşei itibarile tamamile milletin kendi seciyesinden alınmış ve seçilmiştir. Bu prensipler ayni zamanda Türkçüdürler. Türkçü olmak itibarile millîcilik vasfı kendisinden çıkacak bir vasıf olur. (Bravo sesleri.) […]

“Hiç bir din kendisini müdafaa için Türkler kadar azimkâr, Türkler kadar fedakâr bir millet bulamamıştır. Eğer dünyada islâmiyet yaşıyorsa on iki asırdanberi kendisini müdafaa eden Türklerin kanına ve kafasına medyundur. (Bravo sesleri, alkışlar.)

“Bizim davamız, bu davanın çok fevkinde bir davadır.

“Biz diyoruz ki dinler camilerde ve mabetlerde bulunsun, maddî hayat ve dünya içine çıkmasın ve çıkarmıyoruz, çıkarmıyacağız. (Bravo sesleri, alkışlar)” (Akşam, 6 Şubat 1937, ss. 1 ve 8)

1_47

Beynelmilel Farmason Mâbedi'nin 33 dereceli sâliki Şükrü Kaya, Kemalist Parti'nin “6 Umde”sinin Esâs Kanûn'a dâhil edilmesini müdâfaa için “İki Şef” tarafından vazîfelendirilmiş olarak, TBMM'de, 5 Şubat 1937'de îrâd ettiği nutukta, Kemalizmin, Materyalist Dünyâ Görüşüne müstenid olduğunu îzâh etmişti. Bununla berâber o, “Türk milletinin bağrından çıkmış” imiş…

*** 

1 Kasım 1937 Nutkunda, Materyalizme îmân

Dâhiliye Vekîlinden sonra, şimdi Rejimin Zirvesi de, Kemalizmin eseri olan bütün kanûnların, bütün icrââtın, velhâsıl Kemalist Rejimin rûhunun Laiklik veyâ Materyalizmle, ayrıca, onun lâzımesi olarak, hadsiz bir İslâm aleyhdârlığıyle yoğrulmuş olduğunu îlân ediyordu:

“Aziz Millet Vekilleri,

“Dünyaca malûm olmuştur ki bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cümhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarile asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gayipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

“Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıztırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.” (Akşam, 2 Teşrînisânî 1937, s. 8)

Mâlûmdur ki Allâh-ü Teâlâ'nın Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyle Peygamberlerinin kalbine ilkā, dîğer tâbirle vahyettiği Teblîğler, Millî Kültürümüzde, “İlâhî Kitaplar”, “Vahiy Kitapları”, “Münzel Kitaplar” veyâ “Semâvî Kitaplar” olarak adlandırılır.

“Semâvî” tâbiri, elbetteki mecâzî mânâdadır ve yüceliği ifâde etmek içindir. Nihâyetsiz “semâ”, insanda yücelik hissi doğurduğundan, o Kitapların âid oldukları “Yüce Kat”, “Semâvî” kelimesiyle tâbir olunur. Dîğer taraftan, o “Yüce Kat”tan geldikleri için, bu vâkıa, âdetâ yukarıdan aşağıya bir iniş olarak tasavvur olunur; ki “inzâl olmak”, “Münzel Kitaplar” tâbirleri de bu beşerî tasavvuru ifâde eder. Kezâ “Yüce Kat” dahi, kavranamaz “Gayb”dir. Yâni görülemez, bilinemez, ne aklen, ne hissen idrâk edilemez mechûl bir âlem… Bu târife göre de, “İlâhî Kitaplar” Gāib'den gelir, kaynakları Gayb Âlemi'dir; Peygamberler, Cenâb-ı Allâh'ın hikmeti mûcibince, sâir insanların mechûlü olan o Âlemle irtibât lûtfuna mazhar olmuş seçkin kullardır.

Aslında, bunların hepsi, aklen kavranamıyan bir vâkıanın beşer idrâki seviyesinde, âcizâne ifâdeleridir. Müteâl Allâh hakkındaki bütün tasavvurlar, bütün tavsîfler gibi…

Hâlbuki Mustafa Kemâl, 1 Kasım 1937 Nutku'nda bütün bu mefhûmları, inançları istihfâf, tezyîf, tahkîr etmiştir:

“Partimizin prensiplerini, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyle aslâ bir tutmamalıdır! Biz, ilhâmlarımızı, gökten ve gāibden değil, doğrudan doğruya hayâttan almış bulunuyoruz!”

Bu sözleri biraz tahlîl edelim:

“Gökten inen kitaplar”, büyük bir hürmet ifâde eden “Semâvî Kitaplar” tâbirinin düşük değerli (“péjoratif”) ve müstehzî ifâdesidir. “Gök” ve onların uydurmasıyle “göksel” gibi kelimeler, “semâ” ve “semâvî” kelimelerinin mukabili değildir. Bunların her şeyden evvel tedâîleri (“connotation”) ve edâları (“tonalité”) farklıdır. Hele ki “göksel” gibi bir kelime, Türkçeye ve Türkçenin şahsında o mefhûma sövmek demekdir. Bütün Uydurmaca kelimeler hakkındaki umûmî hüküm de böyledir…

 Mes'ele bu kadarcıkla da kalmıyor: “Gökten indiği sanılan kitaplar” tâbiriyle, doğrudan doğruya “Semâvî Kitap”, “Vahyedilmiş Kitap”, “İlâhî Kitap” inancı reddediliyor. “Büyük Şef”e nazaran, böyle bir şey vâkî değildir; sâdece insanlar öyle zannetmekte, öyle inanmaktadırlar. Dîğer tâbirle, bu, bir hurâfeden ibârettir.

Tezyîf ve istihzâ bununla da bitmiyor: Ona nazaran, İlâhî Kitaplarda, dünyâ ve hayât değişse dahi değişmiyen katı inançlar, naslar (“dogme”) vardır. Hâlbuki Kemalist İdeoloji, cevvâl bir bünyeye sâhibdir; hayâta biteviye intibâk kabiliyetini hâizdir…

Müteâkib cümlesiyle, ilkinde verdiği hükmü pekiştiriyor ve istihzâya devâm ediyor: Biz, öyle “Vahiy”, “Gāibden Emirler” gibi aslı olmıyan iddiâlarla fikir, umde, program esâsları ortaya atmayız; eşyâ ve vâkıalar üzerinde düşünür ve onlardan ibret alarak yolumuzu tâyîn ederiz…