Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 107

Untitled-2_2

Mustafa Kemâl'in “Necmeddin Sadak” imzâsıyle kaleme aldığı “İsmet İnönünün çekilmesi, Celâl Bayar kabinesi” başlıklı başmakalenin ilk dört paragrafı…

***  

“Kemalist Rejimde iktidâra gelenler, hep o müstesnâ dehânın fikirlerinin tatbîkatçısı olacaklardır”

“Gene bunun içindir ki İsmet İnönünün çekilmesi Kemalist rejimde ve Atatürk Türkiyesinde hiçbir değişiklik ifade etmez. İktidar yerine gelenler, gidenler ve daha sonra da gelebilecek olanlar, hep o müstesna dehânın ortaya koyduğu fikirlerin tatbikatçısı olmuşlar ve daima öyle olacaklardır. Bu fikir ve bu prensiplere inanla, fedakârlıkla ve faziletle sadık kalmak, Kemalist rejimde muvaffak olmak için en mühim âmildir.

“Avrupaî düşünce tarzına sâhib Bayar'ın da muvaffakıyetinin têmînâtı, Büyük Şef'dir”

“Başvekillik vazifesini üzerine alan B. Celâl Bayar da o mektepte yetişti. Bu ağır mesuliyet yükünü taşıyabilecek kudret ve kabiliyet seçiminde Atatürkün itimadının Celâl Bayar üzerinde temerküz etmesi, yeni Başvekilin muvaffak olacağına ilk delildir. Yeni Başvekil bütün ümidleri tahakkuk ettirecek bir şahsiyete maliktir. Müspet iş görmek, süratle eser meydana çıkarmak, muntazam ve devamlı çalışmak hususundaki kabiliyetleri, amelî zekâsı sayesinde, Türkiye pek kısa bir zamanda ekonomi sahasında dünyayı hayrete düşüren terakkilere mazhar olmuştur. İlme, ihtisasa samimî kıymet veren, düşünce tarzı tamamen modern ve Avrupaî olan Celâl Bayarın ekonomi plânında tatbik ettiği verimli çalışma ve işletme sisteminden bütün devlet mekanizmasının istifade edeceğine şüphe yoktur.

“Yeni Başvekile candan muvaffakıyetler dileriz.

“Necmeddin Sadak.” (Akşam, 27 Teşrînievvel 1937, ss. 1 ve 8)

“Tek Adam” ile “Râdife”sinin münâsebetlerinin devâmı

İnönü'nünden bize iki farklı Hâtırât intikal ettiğini daha evvel belirtmiştik. Bunlardan birincisi, efkârıumûmiyeye mâtûf olarak Sabahattin Selek'e anlattığı ve 1969 senesinde Ulus gazetesinde tefrika edilen tafsîlâtlı hâtıralardır. Bunda, günün siyâsî mülâhaza ve endîşelerinin têsîri altında, hâdiselerin ve sebeblerinin muharref bir takdîmi bulunuyor. İkincisi ise, Şubat 1939'da bizzât kaleme aldığı, muhtasar tesbîtler hâlinde, kesik kesik sıralanmış, birkaç sayfalık el yazması hâtıralardır. Bunlar, ileride, sırf hâfızasını tâzelemek maksadıyle, kendisi için tutulmuş notlar intibâı bırakıyor. Bu bakımdan, ikinci Hâtırât, birincisine nazaran herhâlde daha sahîhdir; müellifinin hâdiseler karşısında hakîkaten ne düşünüp, ne hissettiği asıl bu metinden anlaşılıyor. Binâenaleyh İnönü'nün noktainazarını anlamak için ikinci Hâtırât'ı esâs alıp, lüzûm hâsıl olduğu nisbette onu birincisiyle tamâmlamak yerinde olur. Elbette bunları da sâir târihî kaynaklarla mukayese ederek değerlendirmek iktizâ eder.

Yukarıda da bahis mevzûu ettiğimiz gibi, İnönü, el yazması Hâtırât'ında, 18 Eylûl 1937 akşamı Köşk'te cereyân eden Münâkaşa Hâdisesini tâkîben, “Tek Adam”ın, onun hakkında “ilkin pek hiddetli , pek kıyasıya şeyler düşündüğünü, sonraki günlerde yumuşar gibi olduğunu” kaydediyordu. Bundan ne anlamak lâzım geldiğini bilemediğimizi ifâde etmiştik. Her ne olursa olsun, İnönü, müteâkib günlerde münâkaşadan dolayı pişmânlığını ifâde edip –âmiyâne tâbirle- alttan alıyor, hattâ bunu arz-ı ubûdiyet derecesine vardırıyor.

“Sâkin duruyor”, yeni bir “münâkaşadan ictinâb ediyor”, “Büyük Şef”e “vesvese vermekten sakınıyor”…

Bu son sözüyle, herhâlde, onda, kat'iyen kendisine rakîb olmadığı intibâı bırakmaya çalıştığını îmâ ediyor. Bu minvâl üzere, münâsebetleri, eski sıkı-fıkılığından çok şey kaybetse de, inkıtâa uğramadan devâm ediyor. Muhtelif vesîlerle bir araya geliyor, görüşüyorlar. Hattâ “Tek Adam”, “Râdife”sini, Şubat 1938'de, Dolmabahçe'de “bir hafta kadar” misâfir ediyor…

Münâsebetleri, Bayar Hükûmetinin tâyînini tâkîb eden günlerde vukū bulan “Stadyum Hâdisesi” ile tekrâr büyük bir sarsıntı geçiriyor, fakat İnönü'nün mâhirâne siyâsetiyle bu bâdire de atlatılıyor. Her iki tarafın da ciddî dersler çıkardığı “Stadyum Hâdisesi”nden, İnönü'nden naklen bahsedeceğiz. Ondan evvel, münâsebetlerinin, hastalığının şiddetlenmesi üzerine  “Tek Adam”ın trenle Ankara'dan İstanbul'a gittiği 26 Mayıs 1938 akşamına kadarki seyri hakkında, İnönü'nün, el yazması Hâtırât'ındaki şahsî değerlendirmesini okuyalım:

“İlk anda, Atatürk'e, benim çekilmem[in] halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler. Atatürk, hakikatin tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrenince çok şaşkın oldu. […]

“Stadyumda, konserde, sokakta bana tezahürat devam etti. Bir yere çıkamaz oldum. Stadyum tezahürü hakiki bir hadise oldu. Hayatım fazla gelmeye başladı.

“Meclis Grubunda Salih Bozok sual sordu. Ansız ve nazik bir mevzu olmasına rağmen sükûnetle konuştum. Bilhassa Atatürk'e muhabbet ve minnetimi tebarüz ettirdim. Bana yaptığı para yardımını söyledim. Çünkü bana en çok ıstırap veren şey para yardımı idi. Bunu senelerce istemedim. Bu, en nihayet bir emniyet meselesi de oldu. Bunu alenen söylemek için bir vesile, benim için pek kıymetli idi; söyledim ve kurtuldum.

“O akşam [kendini Parti Grubu'nda müdâfaa ettiği 6 Kasım 1937 akşamı,] Atatürk'te idim. Çok mahcup ve sakin görünüyordu. Celâl Bayar ve etraf da çok memnun idiler. Fakat Atatürk'ün ıstırap içinde olduğunu fark ediyordum. Sofrada bir hiçi vesile ederek bana karşı ansızın azami derecede arrogans [Frz. “arrogance”: istihkār] gösterdi. Sükûnet gösterdim. Artık hiç münakaşaya girmeyecektim. […]

“1938, geçen şubat, İstanbul'da ilk hastalık; beni çağırdı. Beraber Ankara'ya döndük. Tekrar pek iyi görünüyordu. Hastalık için Fisenje geldi. İlk endişeler belirdi. Bir buçuk ay istirahatten sonra Adana'ya gitti.

“Hastalık ehemmiyet peyda ettikten sonra yahut bu, dışarıdan anlaşıldıktan sonra, Atatürk'ün hali tekrar değişti. Benimle temas, kendini ve Hükûmeti zayıflatıyor zehabına düştü; teması istemez oldu. Adana'dan geldi. O gün [25 Mayıs 1938] istasyonda iyi görüştük. Ertesi gün [26 Mayıs 1938] İstanbul'a gitti. O gün giderken selâm vermedi. Hastalığı artık meydanda idi.” (İnönü 1998: II/102-103)

İnönü'nün yine el yazması Hâtırât'ına nazaran, sonraki üç ayda, münâsebetlerinin vazıyeti şöyleydi:

“İstanbul'da uzun müddet yatta kaldı. Bu esnada (Haziran 1938) ben hastalandım. Ölüm tehlikesi geçirdim. Atatürk alâkadar oluyordu. Etrafı daha çok alâkadar oluyor, iyileşecek miyim, ölecek miyim bunu öğrenmeyi pek istiyorlardı. Atatürk'e, Fisenje'yi, Hükûmet tekrar getirmek istiyordu. Kendisi istemiyordu. Benim için getirmiş oldular. [Bu mes'ele tam olarak böyle değil…]

“Atatürk'ün hastalığı, ağustostan itibaren ağır istikamet aldı. Bundan sonra Atatürk'ün bana karşı muamelesinde şu noktalar karakteristiktir:

“İstanbul'a geldiğimi istemiyordu. Temasa gelmekten katiyen çekiniyordu. Çok iyi muamele ediyordu; hatırımı almaya çalışıyordu. Arada bir derin bir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu. Fakat benden çekiniyordu.

“Celâl Bayar ile her zaman selâm yolladı. Selamlarına mektuplarla cevap veriyordum.

“Dr. Aras (Tevfik Rüştü) ile selam yolladı, mektupla cevap verdim.

“Lozan gününde [24 Temmuz], kimseye bir kelime yazdırmadılar. Kendisi telefonla çok muhabbetli şeyler söyletti. Sonra haber aldığıma göre, bunları yazı ile göndermek düşüncesinde idi. Hasan Rıza (Soyak) bu şekil ile iktifa etti.

“Salih Bozok mektuplar yazmaya başladı. (Salih Bozok, mektuplar yazarak bana Atatürk'ten haberler verdi; onun selâmlarını, muhabbetlerini ulaştırdı. –s. 86-)

“Behiç Bey ile selâm yolladı. [Erkânıharb Miralayı, evvelâ İstanbul, bilâhare Çankırı Meb'ûsu, Nâfia Vekîli, Sefîr Behiç Erkin (1876-1961) olsa gerek.]

[…]

“Sabiha Gökçen her hafta cumartesi gider ve pazartesi gelirdi. Gelir gelmez, bana, Atatürk'ten haberler, muhabbetler getirirdi.” (İnönü 1998: II/103-104)

Stadyumda İnönü lehinde tezâhürât hâdisesi

31 Ekim 1937 Pazar günü, İstanbul'da, Fenerbahçe Stadyumu'nda, Peşte Muhtelit Takımı ile İstanbul Muhtelit Takımı arasında futbol maçı vardı. Kimin aklına gelirdi ki bu maç, büyük bir siyâsî hâdiseye vesîle olacaktır?

O gün, İstanbul'da bulunan İnönü, çocuklarıyle berâber gezintiye çıkmıştır. Çocukların ısrârı üzerine, maçı seyretmek üzere Stadyum'a girerler… Gerisini İnönü'nden dinliyelim:

“Bir Pazar günü futbol maçına gittim. Yürüyüşe çıkmıştım. Yanımda çocuklarım ile Kâzım Özalp'ın oğlu da vardı. Onlar maçı görmemiz için ısrar ettiler. Stadyumda, Atatürk'ün kalemi mahsus müdürü rahmetli Süreyya Bey bir yerde oturuyordu. Ben de gittim, yanına oturdum. Biraz zaman geçtikten sonra halk benim orada bulunduğumu fark etti. Büyük ölçüde nümayiş yapmaya, bağırmaya ve alkışlamaya başladılar. Baktım tezahürat devam ediyor, orada oturamaz hale geldim. Artık stadyumda kalmam doğru olmayacak. Çıktım, güç halde bir arabaya bindim ve eve döndüm. Sonra öğrendim ki bağırırken fena sözler söylemişler. ‘Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?' demişler. Çok fena sözler söylemişler. Hadiseden pek müteessir oldum; fakat yapacak bir şey yok. Bir emrivaki karşısında kalmıştım.” (İnönü 1998: II/72)

Hâtırât'ının birkaç sayfa ilerisinde naklettiği gibi, onun lehinde tezâhürât yaparken, “Büyük Şef”in de aleyhinde bağırıp çağırmışlar:

“Bu nümayişi yapanlar kimlerdir ve ne maksatla yapmışlardır? Atatürk'e düşmanlık göstermek için benim orada bulunuşumu ve çekilmemi bir fırsat mı bilmişlerdir?” (İnönü 1998: II/81)

 1_48

(Akşam, 1 Teşrînisânî 1937, s. 8)

Peşte Muhtelit (Karma) Takımı ile İstanbul Muhtelit Takımı arasında 31 Ekim 1937 Pazar günü, öğleden sonra, Fenerbahçe Stadyumu'nda yapılan maça İnönü de, çocuklarıyle berâber iştirâk etmiş, seyirciler onun lehinde tezâhürât yapınca, bu, büyük bir siyâsî hâdise olmuştu. Necmeddin Sadak'ın Akşam gazetesi, maç hakkında mufassal mâlûmât veriyor, lâkin bu tezâhürât hâdisesi hakkında tek kelime etmiyor. Totaliter Rejimde işler böyle yürür…

***