Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 108

“Atatürk'ün hastalığı, ağustostan itibaren ağır istikamet aldı. Bundan sonra Atatürk'ün bana karşı muamelesinde şu noktalar karakteristiktir:

“İstanbul'a geldiğimi istemiyordu. Temasa gelmekten katiyen çekiniyordu. Çok iyi muamele ediyordu; hatırımı almaya çalışıyordu. Arada bir derin bir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu. Fakat benden çekiniyordu.

“Celâl Bayar ile her zaman selâm yolladı. Selamlarına mektuplarla cevap veriyordum.

“Dr. Aras (Tevfik Rüştü) ile selam yolladı, mektupla cevap verdim.

“Lozan gününde [24 Temmuz], kimseye bir kelime yazdırmadılar. Kendisi telefonla çok muhabbetli şeyler söyletti. Sonra haber aldığıma göre, bunları yazı ile göndermek düşüncesinde idi. Hasan Rıza (Soyak) bu şekil ile iktifa etti.

“Salih Bozok mektuplar yazmaya başladı. (Salih Bozok, mektuplar yazarak bana Atatürk'ten haberler verdi; onun selâmlarını, muhabbetlerini ulaştırdı. –s. 86-)

“Behiç Bey ile selâm yolladı. [Erkânıharb Miralayı, evvelâ İstanbul, bilâhare Çankırı Meb'ûsu, Nâfia Vekîli, Sefîr Behiç Erkin (1876-1961) olsa gerek.]

[…]

“Sabiha Gökçen her hafta cumartesi gider ve pazartesi gelirdi. Gelir gelmez, bana, Atatürk'ten haberler, muhabbetler getirirdi.” (İnönü 1998: II/103-104)

Stadyumda İnönü lehinde tezâhürât hâdisesi

31 Ekim 1937 Pazar günü, İstanbul'da, Fenerbahçe Stadyumu'nda, Peşte Muhtelit Takımı ile İstanbul Muhtelit Takımı arasında futbol maçı vardı. Kimin aklına gelirdi ki bu maç, büyük bir siyâsî hâdiseye vesîle olacaktır?

O gün, İstanbul'da bulunan İnönü, çocuklarıyle berâber gezintiye çıkmıştır. Çocukların ısrârı üzerine, maçı seyretmek üzere Stadyum'a girerler… Gerisini İnönü'nden dinliyelim:

“Bir Pazar günü futbol maçına gittim. Yürüyüşe çıkmıştım. Yanımda çocuklarım ile Kâzım Özalp'ın oğlu da vardı. Onlar maçı görmemiz için ısrar ettiler. Stadyumda, Atatürk'ün kalemi mahsus müdürü rahmetli Süreyya Bey bir yerde oturuyordu. Ben de gittim, yanına oturdum. Biraz zaman geçtikten sonra halk benim orada bulunduğumu fark etti. Büyük ölçüde nümayiş yapmaya, bağırmaya ve alkışlamaya başladılar. Baktım tezahürat devam ediyor, orada oturamaz hale geldim. Artık stadyumda kalmam doğru olmayacak. Çıktım, güç halde bir arabaya bindim ve eve döndüm. Sonra öğrendim ki bağırırken fena sözler söylemişler. ‘Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?' demişler. Çok fena sözler söylemişler. Hadiseden pek müteessir oldum; fakat yapacak bir şey yok. Bir emrivaki karşısında kalmıştım.” (İnönü 1998: II/72)

Hâtırât'ının birkaç sayfa ilerisinde naklettiği gibi, onun lehinde tezâhürât yaparken, “Büyük Şef”in de aleyhinde bağırıp çağırmışlar:

“Bu nümayişi yapanlar kimlerdir ve ne maksatla yapmışlardır? Atatürk'e düşmanlık göstermek için benim orada bulunuşumu ve çekilmemi bir fırsat mı bilmişlerdir?” (İnönü 1998: II/81)

 

(Akşam, 1 Teşrînisânî 1937, s. 8)
Peşte Muhtelit (Karma) Takımı ile İstanbul Muhtelit Takımı arasında 31 Ekim 1937 Pazar günü, öğleden sonra, Fenerbahçe Stadyumu'nda yapılan maça İnönü de, çocuklarıyle berâber iştirâk etmiş, seyirciler onun lehinde tezâhürât yapınca, bu, büyük bir siyâsî hâdise olmuştu. Necmeddin Sadak'ın Akşam gazetesi, maç hakkında mufassal mâlûmât veriyor, lâkin bu tezâhürât hâdisesi hakkında tek kelime etmiyor. Totaliter Rejimde işler böyle yürür…
***

 

 

 

Hâdise, “Büyük Şef”e anlatılınca iş büyüyor, tehlikeli bir noktaya doğru seyrediyor:

“Bu olay Atatürk'ü çok etkilemiş. Arkadaşlarıyla akşam toplantılarında günlerce bunun üzerinde konuşulmuş. Her birine ayrı ayrı fikirlerini soruyormuş. Ve sofrada bulunanlardan kimi müteessir olduğunu, kimi şaştığını, kimi böyle şeyler beklemediğini söylemiş. Görüşmeler günlerce devam etmiş. Bu laflar yayılmış ve herkes ne olacağını bilmiyor.

“Çankaya'daki bu endişenin ve Atatürk üzerindeki etkinin sebebini sonradan bana anlatmışlardır. Atatürk'ün yakınları kendisine ilk anda, benim çekilmemin halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler. Atatürk, hakikatin bunun tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrenmeye başladıkça dikkatli davranmak lüzumunu hissetmiş. Stadyum hadisesinden önce de halk, gördüğü yerde beni alkışlamaktaydı. Fakat stadyumdaki tezahüratı yapanların önemi, işi ciddi bir mesele haline getirdi.” (İnönü 1998: II/72-73)

İnönü, bu hâdiseden de yakasını sıyırmayı bilecektir. Ona bu fırsatı, “Büyük Şef”in Selânikli yârânından, Yozgat Meb'ûsu Salih Bozok verdi. Şöyle ki:

Parti Grubu, “Büyük Şef”in tâlîmâtları istikametinde hazırlanan yeni Hükûmet Programını müzâkere etmek üzere 6 Kasım 1937'de toplanmıştı. Toplantı esnâsında, Salih Bozok, kürsüye çıkarak, İnönü'nden, ortalıkta dolaşan çirkin şâyiaları önlemek maksadıyle, hem istîfâ sebeblerini, hem de Stadyum Hâdisesini îzâh etmesini ricâ etti. Onun dile getirdiği büyük endîşe, Parti'de ikilik çıkması, bir hizibleşme peydâ olmasıydı.

İnönü, bu talebi memnûniyetle karşıladı ve kürsüde, olup bitenleri, endîşeleri yatıştıracak bir renge bürüyerek anlattı. İnönü'nün, 18 Eylûl 1937 akşamı cereyân eden Münâkaşa Hâdisesini hazırlıyan âmillerin muharref bir tasvîrini yaptığı kısımları es geçerek, “Ebedî Şef”ine minnetini ve sadâkatini beyân ettiği birkaç pasajı nakille iktifâ ediyoruz:

“Atatürk benim velînîmetimdir”

“Bendenizin terbiyeli bir adam olduğumu bilirsiniz. Benim resmi işlemlerimde olduğu gibi hususi hayatımda da Atatürk benim velinimetimdir. En mühim resmi hayatımda ve karşılaştığım hadiselerin hepsinde muvaffak olmam için Atatürk'ün çok emeği geçmiştir. Fakat kendisi silinmiş, daima bütün muvaffakıyet şerefini bana vermiştir. Tabii bütün bunlar meydana çıkmıştır. Muharebede de böyle yapmıştır.

“Sonra, servetim olmamakla beraber, böyle bir düşünce hiçbir zaman benim  zihnimden geçmedi amma, hususi hayatımda bu memlekette maddi bakımdan rahat bir adamın hayatını geçirdim. Bunu bana Atatürk temin etti. Kendisi bir dilim ekmek yerse, bana yarısını yedirmekten zevk alır. Onun için, gerek resmi hayatta, gerek hususi hayatta kendisine ne kadar minnettar olduğumu takdir etmek kolaydır.” (İnönü 1998: II/77-78)

“18 Eylûl 1937 akşamı haddi aşan bendim”

Araştırmamızın “İnönü noktainazarından 18 Eylûl 1937 Münâkaşası” ara başlıklı kısmında, İnönü'nün, el yazması Hâtırât'ında, 18 Eylûl 1937 Münâkaşasında tamâmen kendini haklı bulduğunu ve “Büyük Şef”in bâzı İcrâ Vekîllerini tahkîr etme teşebbüsünü sert çıkışıyle önlediğine dâir müftehir ifâdelerini görmüştük. Meselâ şu cür'etkâr üslûb ona âiddir:

“…Bu vesile ile sevmediği birkaç vekili tahkir etmek istedi. Evvela sakin idim, sükûnetle geçiştirmek istedim. Halinde tecavüz manasının arttığını gördükçe sabrım tükendi. Sonra şiddetle mukabele ettim. Mukabelemin şiddeti onu sükûnete getirdi. Tasmîm ettiği [planladığı] hadiselerde haklı olmak için sebep toplamak kararına derhal başladı…” (İnönü 1998: II/100-101)