Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 112

10 Haziran 1938 târihli Akşam'ın birinci sayfada yer alan haberinde, Mustafa Kemâl'in hastalığı hiç bahis mevzûu edilmiyor ve Prof. Dr. Fiessinger'nin Türkiye'ye gelişi, mahsûsan İnönü'nün tedâvîsiyle alâkalı imiş gibi gösteriliyordu: 

“İsmet İnönü'nün rahatsızlığı.

“Rahatsızlığı tabiî seyrini takip ediyor. Umumî vaziyet iyidir.

“Malatya mebusu B. İsmet İnönünün safra kesesinden rahatsız olduğunu derin bir teessürle öğrendik. Doktor B. Tevfik Sağlam ile B. M[im] Kemal Ankarada bulunmaktadırlar. Doktor Fisenje de konsültasyon için Paristen Ankaraya gelmiştir. Ankaradan aldığımız malûmata göre, B. İsmet İnönünün rahatsızlığı tabiî seyrini takip etmektedir. Umumî vaziyet iyidir. Sayın İsmet İnönüne âcil şifa temenni ederiz.”

Haberde İnönü'nden hürmetkâr bir üslûbla bahsedilmesi, onun, Kemalist Rejimde, îtibârlı statüsünü muhâfazaya devâm ettiğinin bir alâmetidir.

“Büyük Şef”in müdâhalesiyle gösterilen bu tıbbî ihtimâm sâyesinde, İnönü, hastalığı sür'atle atlatmıştır:

“Bir müddettenberi safra kesesi iltihabından rahatsız olan General İsmet İnönünün iyileştiğini memnuniyetle haber aldık. İsmet İnönü nekahat devresine girmiştir. (Akşam, 23.6.1938, s. 2)

Kılıç Ali'nin yorumuyla:

“Kendileri vahim vaziyette bulundukları ve Fiessinger'nin de [“Fissinger'inde” şeklinde yanlış yazılmış] kendileriyle saati saatine meşgul olması lâzım geldiği halde, Fiessinger'nin derhal Ankara'ya gidip İsmet Paşayı muayene etmesini emretmişlerdi. Atatürk'ün emirleri üzerine Profesör Fiessinger hemen o akşam Ankaraya gitti. İsmet Paşayı muayene etti ve Ankarada bir gün kaldıktan sonra tekrar İstanbula döndü.” (m.e., s. 43)

Birbirleriyle yakından alâkadâr idiler

Soyak da, Hâtırat'ında, İnönü'nün, Fiessinger tarafından muâyene ve tedâvî edildiğinden bahisle,  bilvesîle, “İki Şef”in, bütün 1938 senesi boyunca, birbirlerinin sıhhî vazıyetlerini yakından tâkîb ettiklerini kaydediyor:

“…İnönü, o sıralarda, safra kesesi iltihabı gibi tehlikeli bir hastalık geçiriyor ve Atatürk bununla yakından ilgileniyordu. Emriyle, her gün sıhhî durumu hakkında malûmat alıyor, kendisine arzediyorduk. Hattâ hastalığı zamanına rastlayan bir gelişinde Prof. Fiessinger'yi de [metinde “Fissenger” şeklinde] Ankara'ya göndermiş, tedavisi ile alâkadar etmişti.

“Atatürk'ün sıhhî durumuna dair Başbakanlığa gönderdiğimiz raporların birer sureti de yine emriyle İnönü'ne veriliyordu; bu suretle birbirleri hakkında muntazaman malûmat alıyorlardı. Ara sıra vasıtamla mektuplaşıyorlardı da…” (Soyak 1973: 755-756)

 “Tek Adam”, kendi kesesinden, onu maaşa bağlamıştı

Hem Riyâset-i Cumhûr Umûmî Kâtibi, hem de Efendi'sinin -bütün hesap işlerinden mes'ûl- Vekîlharcı olan Hasan Rıza Soyak, müşârünileyhin, her ay, muntazaman, maaşından (1931'de 13 bin küsur, 1932'de 9.078.- TL) 2 bin lirasını İnönü'ne verdiğini, 1937'de azlinden sonra ise bu mikdârı 3 bin liraya çıkardığını ve İnönü'nün, İş Bankası'na yatan bu meblâğı, 1938 Kasımına kadar tahsîle devâm ettiğini belirtiyor. (1973: 691, 713)

İnönü, el yazması Hâtırât'ında, yukarıda naklettiğimiz gibi, 6 Kasım 1937 günü, Parti Grubu'nda Salih Bozok'un sorularına cevâb verirken bu para yardımını bahis mevzûu ettiğini anlatıyor. Onun ifâdelerinden, bu ödemenin, kendisine, “Büyük Şef” tarafından, emrivâkî şeklinde yapıldığı, aslında böyle bir yardımı istemediği, mâmâfih aleyhine yorumlanacağı endîşesiyle buna îtirâz da edemediği anlaşılıyor:

“Bana yaptığı para yardımını söyledim. Çünkü bana en çok ıstırap veren şey para yardımı idi. Bunu senelerce istemedim. Bu, en nihayet bir emniyet meselesi de oldu. Bunu alenen söylemek için bir vesile, benim için pek kıymetli idi; söyledim ve kurtuldum.” (İnönü 1998: II/102)

Soyak, Efendi'sinin, Vasıyetnâme'sinde, İnönü'nün çocukları için de bir madde ayırmasını (“İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır”), “kendisine bir hal olursa –Hasan Rıza Temelli'yi kastederek- kardeşi çocuklarına bakmaz” şeklinde îzâh ettiğini kaydediyor. (1973: 755, 758)

Bununla berâber, bu îzâhat, bize mâkul gelmiyor… Belki de bu sûretle dahi İnönü'nü kendisine borçlu bırakmak istiyordu…

Haleflik mücâdelesi ve namzedler

İnönü'nün el yazması Hâtırât'ına nazaran, Mustafa Kemâl'in ölümüne iki-üç ay kala, bâzı şahsıyetler arasında haleflik mücâdelesi kızışmış ve içlerinden bir-ikisi ve doğrudan namzed olmıyan bâzı nüfûzlu şahıslar, İnönü'nü saf dışı bırakmak için tertîblere girişmişlerdi. İnönü, Şeflik mücâdelesinde belli başlı rakîbleri olarak aşağıdaki isimleri sayıyor:

“İki üç ay türlü şayialar çıktı. Haberler hep halef üzerine dolaşıyordu. Mareşal (Fevzi Çakmak), Fethi Okyar, Celâl Bayar, bir aralık ve sonraları Dr. Aras ve bilhassa Şükrü Kaya…” (İnönü 1998: II/104)

 Bunların içerisinde İnönü için en büyük tehlikeyi Şükrü Kaya teşkîl ediyormuş; Şef olmak için en fazla o gayret göstermiş, lâkin İnönü'nün ekibi ona fırsat vermemiş…

İnönü, el yazması Hâtırât'ının bir buçuk sayfalık bu kısmında, her bir rakîbinin tavrı hakkında müşâhedelerini sıralıyor. Aşağıda, bunları başka şahâdetlerle mukayese ederek onun, netîce îtibâriyle, nasıl “Millî Şeflik” makamına geçtiğini anlamaya çalışacağız.

Dr. Tevfik Rüştü Aras

Tıb Dr. Tevfik Rüştü Aras (1883-1972), Selânik günlerinden beri, Mustafa Kemâl'in en yakın, en fazla güvendiği arkadaşlarından biri ve onun değişmez Hâriciye Vekîli (1925-1938) idi. “Büyük Şef”in halefi olmak husûsunda onun da “bir ara” ümîdlendiğini ve bu maksadla İnönü'nü Sefîr tâyîn ettirerek memleketten uzaklaştırmak gibi bir tertîbin içine girdiğini İnönü'nden öğreniyoruz:

“Dr. Aras, bence mülhem olarak, beni memleket dışına, bir sefarete filan çıkarmaya teşebbüs etti. Bana itiraf etti. Kati olarak önledim, reddettim.

“Ondan sonra, Atatürk hasta oldukça bana son derece temellüktü; iyileştikçe uzakta bir karakter ile tebarüz etti.”  (İnönü 1998: II/105)

Bu mevzûu, şifâhî Hâtırât'ında tafsîl ediyor:

“Bir gün Tevfik Rüştü Bey gelmişti. Nevzat Tandoğan ile tesadüf ettiler. Bundan sonra Tevfik Rüştü Bey de her hafta bir muayyen gün gelirdi, tatlı tatlı konuşur, beraber yemek yerdik. Umumiyetle Nevzat Tandoğan ile aynı gün gelirlerdi. Tabii bazen ayrı günlerde geldikleri de oluyordu. Bu devam etti.

“Bir aralık benim Amerika'ya büyükelçi tayin olacağım havadisi çıktı. Hiç haberim yoktu. Fena halde canım sıkıldı ve çok müteessir oldum. Şiddetli tepki gösterdim. İlk buluştuğum hafta Tevfik Rüştü Bey'e sordum. ‘- Evet' dedi, ‘haber benden çıktı' dedi. ‘- Nasıl oluyor diye sorunca şöyle izah etti:

‘- Siz, bana her zaman söylerdiniz, Amerika'yı görmedim, derdiniz. Ben de bir vesile bulup, sizin Amerika'yı tanımak ve incelemek arzunuzu gerçekleştirmek istedim.'

“Kendisine teşekkür ettim. Ve kesin olarak kabul etmeyeceğimi, bundan vazgeçmesini, bir arzuyu söylemiş olmamla onu bir vazife ile tamamlamak arasında fark olduğunu bildirdim. Çok sert konuştum ve ‘Seni mesul tutarım' dedim. Hülâsa, çok şikâyet ederek Tevfik Rüştü'yü bundan vazgeçirdim.” (İnönü 1998: II/83-84)

İnönü, 11 Kasım 1938'de “TBMM” tarafından “Reîs-i Cumhûr” intihâb edilince, Celâl Bayar'ı yine Başvekîl olarak bırakmış ve İcrâ Vekîlleri Hey'etinde de iki değişiklik yapmakla iktifâ etmişti; biri Dr. Aras, dîğeri Şükrü Kaya:

“İlk hükûmet için dahiliye ve hariciye vekillerini değiştirmesini Celâl Bayar'a tavsiye ettim. Tereddüt ettikten sonra kabul etti: Dahiliyeye Dr. Saydam['ı], Hariciyeye Şükrü Saraçoğlu[nu tâyîn ettim].

“Dr. Aras ile Şükrü Kaya'nın iktidardan gitmeleri memlekete hakiki bir inşirah verdi. Kendilerine karşı antipatinin bu kadar şamil olduğunu görmek herkesi şaşırttı.” (İnönü 1998: II/106)

“Millî Şef”, onu Hâriciye Vekîlliğinden aldı; fakat tamâmen bir kenara da atmadı: 25 Ocak 1939'da (ilk Refik Saydam Hükûmetinin teşkîl edildiği târihte) Londra Büyük Elçiliğine tâyîn edildi ve 1943'te emekli oluncaya kadar bu vazîfesi devâm etti…