Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 113

 

İnönü'ne en büyük rakîb: Şükrü Kaya

Şükrü Kaya (1883-1959), Kemalist Rejimin çok nüfûzlu bir şahsıyetiydi. 1937 Kasım'ında, Dâhiliye Vekîlliğinde onuncu senesini idrâk etmiş, bu vesîleyle, Necmeddin Sadak'ın Akşam gazetesi, 5 Teşrînisânî 1937 târihli nüshasının birinci sayfasında, Vekîli harâretle tebrîk etmişti:

“Bay Şükrü Kayanın Dahiliye Vekâletinde oununcu yıldönümü

“Bay Şükrü Kaya, Dahiliye Vekâleti vazifesini üzerine alışının evvelki gün onuncu yıldönümünü idrâk etmiştir.

“Bu yıllar zarfında memleket, asırlardan beri müştak olduğu bir emniyet ve huzur içinde yaşamış, vilâyetlerimizin hemen hepsinde muvaffakıyetli teşebbüslere girişilmiş ve bunların bir çoğu intaç edilmiştir. Dahilî idare cihazlarımız tekâmül etmiş, pek güzide valiler vilâyetlerimizin başına gelmiştir. Şükrü Kaya, bu mühim vazifesine ilâveten son seneler zarfında Parti Genel Sekreterliğini de deruhde etmiş bulunuyor.

“Avrupaî ölçüde bir münevver olan Bay Şükrü Kayayı Vekâletteki onuncu yılından dolayı tebrik ederiz.”

İnönü'nün haleflik mücâdelesindeki en kuvvetli rakîbi, on senedir Dâhiliye Vekîlliği yapan ve devrin en nüfûzlu birkaç şahsıyetinden biri olan Şükrü Kaya idi. (Resimde, “Büyük Şef”le, muhtemelen bir gezi esnâsında.) “Büyük Şef”e ne kadar yakın olduğu şuradan da bellidir: 1932 ilâ 1938 senelerinde, İnönü, “Büyük Şef”in işret sofralarının toplam 236 def'a dâvetlisi olduğu hâlde, aynı sayı, Ş. Kaya için, 481'dir; yâni o sofralarda, İnönü'nden iki katı daha fazla hazır bulunmuştur… (Sayılar için kaynağımız, Mehmet Soydan'ın biraz yukarıda da zikrettiğimiz araştırmasıdır: “Atatürk'ün Sofrasına Çağrılı Olanlar”, Milliyet, 10 Kasım 1981, s. 7.)
*** 
 

 

 

Her totaliter rejimde olduğu gibi, Şükrü Kaya'nın uhdesindeki Dâhiliye Vekâleti de, memlekette âsâyişi têmîne çalışmanın çok ötesinde, siyâsî hayâta da müdâhale ediyor ve bütün mühim şahsıyetleri murâkabe altında tutuyordu:

“Şükrü Kaya, son zamanlarda herkesi takip ettiriyor. Tabii bu eski muhalifleri çok ayıp ve şiddetli bir surette tazip ediyor. Herkesi (iktidar mevkiinde olanları) hayat endişesi ile muhafızlara, hususi muhafızlara gark etmek istiyor idi.” (İnönü 1998: II/109)

İnönü'nün el yazması Hâtırât'ından, Şükrü Kaya'nın, Şeflik yarışında İnönü'nün en kuvvetli rakîbi olduğu, ona karşı çok ciddî tertîbler içinde bulunduğu, bilhassa “Büyük Şef”den bir vasıyet almak için uğraşdığı, hattâ belki de İnönü'nün hayâtını tehdîd ettiği anlaşılıyor:

“Büyük Şef”den bir siyâsî vasıyet alamıyorlar

“Vasiyet fikri ve ihtimali üzerine memleket aylarca çalkalandı. Memleket bütün bu şayiaları, daha doğrusu telkin ve teşebbüsleri tasfiye etti. Hadisat şöyle hülasa olunabalir: […]

“Şükrü Kaya, H. R. Soyak başlıca (okunamadı) olarak Dr. Aras ile beraber bir vasiyet koparmak veya uydurmak için çok çırpındılar. Son ana kadar bu ümidi muhafaza ettiler.

“Atatürk'ten koparamadılar. Şifahen uydurmaya H. Rıza teşebbüs etti. Celâl Bayar kabul etmedi. Efkârıumumiyenin tazyiki son derece artmış idi. Benim hayatım üzerinde iki taraflı alâka azami dereceyi buldu.

“Şükrü Kaya, Ankara'nın büyük idare ve inzibat amirlerine bir vasiyet çıkarsa, canla başla tatbik edileceğini söyledi. Ertesi gün zabıtnameden bu ifadesini çıkardı.

“Hastalığın son ağır zamanında Celâl Bayar beni haberdar etmeye, ettirmeye başladı. Şükrü Kaya, Miclisi yeniden intihap ettirmek için ciddi teşebbüs aldı. Başvekil de buna taraftar idi. Atatürk, Meclis'in açılmasına Ankara'ya gelemedi. Bu teşebbüs dile düştü ve reddolunması muhakkak bir mahiyet arz etti. […]

Şükrü Kaya, İnönü'nün hayâtına mı kasdetmişti?

“Teşrinisani günleri beni İstanbul'a götürmek için Şükrü Kaya ve onun tertibinde ansızın bir fazla gayret belirdi. Ben de candan istiyordum. Fakat Şükrü Kaya tertibindeki bu gayret yakın arkadaşlarımın dikkatini celbetti. Katiyen bırakmadılar. Onlar haklı ve isabetli çıktılar. Şükrü Kaya İstanbul'a son anda beni götüremediği için pek hiddetli idi.

“Benim İstanbul'a gitmediğimin tek sebebi, Atatürk, yalnız bununla müteselli oluyordu. Benim burada kalmam, onu bahtiyar ve minnettar ediyordu. Benim burada kalmamı, sıhhatim için kendi arzu ettiğini her vesile ile söylüyordu.” (İnönü 1998: II/104-106)

Yukarıdaki îzâhatla, İnönü, Ş. Kaya'nın onun hayâtına kasdettiğini, bunun için onun İstanbul'a gitmesini sağlamaya çalıştığını, fakat İnönü'nün etrâfının bunu farkederek, bu tertîbe mânî olduklarını îmâ ediyor olsa gerektir. Tertîbin boşa çıkması, muhtemelen, Nevzad Tandoğan sâyesinde mümkün olmuştur. Zîrâ devrin kudretli Ankara Vâli ve Belediye Reîsi, İnönü'nün sâdık bir dostuydu.

Dr. Saydam: “Lokomotifin önüne yatarım!”

İnönü'ne muhâlif cephede yer alanlardan H. R. Soyak'ın, Hâtırât'ında naklettiği bir hâdise, Dr. Refik Saydam'ın da, İnönü'nü, Ş. Kaya'nın tuzağına düşmekten alıkoyanlardan biri olduğunu gösteriyor:

“Sayın İsmet İnönü, Ankara'da geçirdiği tehlikeli hastalıktan kalktıktan sonra, Atatürk'ü ziyaret etmek için İstanbul'a gelmeye karar veriyor… Hazırlanıyor, trende yerini ayırtıyor; hattâ muayyen gün ve saatte istasyona iniyor, eşyası da kompartımanına yerleştiriliyor… Tam bu sırada rahmetli Dr. Refik Saydam telâş içinde çıkageliyor; Dolmabahçe Sarayında tarafımızdan kendisine pek kötü muamele edileceğine ve Atatürk'le görüşmesine mani olacağımıza kani olduğunu söyleyerek İstanbul'a gitmekten vazgeçmesini heyecanlı bir eda ile rica ediyor… İnönü'nün tereddüdü karşısında da: ‘- Eğer gitmekte ısrar ederseniz, lokomotifin önüne yatarım!' diyor… Bunun üzerine İnönü yolculuktan vazgeçiyor, bavullarını indirtiyor ve evine dönüyor.

“Şimdi, bu garip olduğu kadar, hazin olan hadiseyi yazarken bile içimde büyük bir üzüntü ve ürperme duymaktayım.” (Soyak 1973: II/761)

İnönü'nün yukarıda naklettiğimiz müşâhedelerini ve kanâatini dikkate alırsak, mes'elenin, Soyak'ın iddiâ ettiği kadar basît olmadığına hükmetmemiz lâzım gelir. Her hâl-ü-kârda mes'ele, “sû-i muâmeleye mârûz kalmamak”tan ibâret olamaz. Dr. Saydam, böylesine bir sebeble, “lokomotifin önüne yatmaktan” bahsedemez.

İnönü'nün yazdıklarında bir dîğer dikkat çekici husûs, “Tek Adam”ın da, İnönü'nün İstanbul'a gelmesini istememesi… Yanlış anlamıyorsak, o da, bu seyâhatte hayâtî bir tehlike görüyor ve İnönü'nü korumak istiyor… Binâenaleyh haleflik için “Râdife”sinin önünü açık tutuyordu…

Nitekim, biraz aşağıda nakledeceğimiz vechiyle, Celâl Bayar'ın ifâdesi dahi, bu kanâati têyîd eder mâhiyettedir…