Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 115

Gûyâ Fevzi Çakmak'ı tercîh ediyormuş

‘- Elbette bunda söz ve intihap hakkı sadece milletin ve onun mümessili olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir; yalnız, ben bu meseledeki mütalâamı ifade edeceğim.

‘Evvelâ akla İsmet Paşa gelir… Evet, o, memlekete pek büyük hizmetler ifa etmiştir. Fakat nedense umumun sempatisini kazanamadığı görülüyor; bu yüzden durumu pek de cazip olmasa gerek…

‘Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var. O, hem memlekete büyük hizmetler etmiş, hem de herkesle iyi geçinmiş, selâhiyet sahiplerinin mütalâalarına daima kıymet vermiştir; kimse ile münazaa halinde değildir. Bu itibarla, bence, Devlet Başkanlığı için en münasip arkadaş odur. Filhakika kendisi ordu işleriyle uğraşmaktan çok hazzeder, belki ordudan ayrılmak istemez… Ama Cumhurreisliğinde, aynı zamanda Başkomutanlık mevkiinde de olacağı için bu meşguliyetine devam imkânı daima mevcut demektir; binaenaleyh, kanunî bir yol bulup kendisi namzet gösterilir ve seçilirse çok iyi olur zannederim…' ”

 

Resmin en sağında, Mustafa Kemâl'in Umûmî Kâtibi ve Vekîlharcı Hasan Rıza Soyak (1888-1970)… Hâtırât'ında, Milletin iz'ânıyle alay edercesine, alafranga “Kemalist İnkılâblarla Milletimizin yeniden öz benliğini bulduğunu” ileri sürüyor… İnönü de, bu dessâs şahsıyetin, “şifâhen bir siyâsî vasıyet uydurmaya teşebbüs ettiğini, lâkin Celâl Bayar'ın bunu kabûl etmediğini” ifâde ediyor… Filhakîka, Soyak'ın bu mesnedsiz iddiâsı, aklıselîme de muvâfık değildir…
***

 

 

 

 M.Kemâl, “Demokrat Lider”, İnönü, “Faşist Şef”miş!

Soyak, bu rivâyetinin arkasından, gûyâ Efendi'sinin anlattıklarını yorumlıyarak, hakîkat-i hâlde, İnönü hakkında kendi mülâhazalarını kaydediyor. Samîmiyetsiz olan bu mülâhazalardan, Soyak'ın İnönü'ne buğzetmesinin asıl sebebinin, İnönü'nün, başa geçtikten sonra, ona ve (Kılıç Ali emsâli) “Mûtâd Zevât”a îtibâr etmemesi olduğu farkediliyor. Hele “İki Şef”i mukayese edip “Ebedî Şef”ini “Demokrat” bir lider, ikincisini Türkiye'ye Faşizmi getiren Şef olarak takdîm etmesi, artık riyâkârlığın had derecesidir! İnsâf sâhibi herkes şu hakîkati kabûl etmekte tereddüd göstermez: “Millî Şef”, “Ebedî Şef”e tapınılmasına îtirâz etmemiş, ama hiç olmazsa insanları kendine taptırmaya da kalkışmamıştır!

 “Bu mevzu üzerinde biraz daha konuştuk; sözlerinden anladım ki İsmet Paşa'nın tenkide tahammülsüzlüğünü, hoşgörürlük hassasının yetersizliğini, gerek Hükûmette ve gerek Parti başında selâhiyet ve mesuliyet sahibi arkadaşlarının sıfat ve haklarına lüzumu kadar, hattâ bazan hiç itibar etmiyerek, her işte yalnız kendi arzu ve fikirlerini yürütmeye çalışmasını beğenmemekte, bu hal ve itiyadiyle, ilk günden beri hedef tutulup varılması için mücadele edilen gayeye tamamen aykırı olarak, memleketi, o zamanlar Avrupa'da mevcut bazı şef idarelerine doğru götüreceğinden endişe etmektedir. Belli idi ki rahmetli Recep Peker'in, bir Avrupa seyahatinden döndükten sonra, Partinin son kongresine teklif edilmek üzere hazırlayıp İsmet Paşa tarafından da imza edildiğini yukarıda izah ettiğim nizamname ve programın faşist esaslarını unutmamış, bunlar kafasında yer etmişti.

“İnönü'nün, Cumhurbaşkanlığına geçer geçmez, hiçbir ciddî sebep ve lüzum olmadan, kendisini millî şef ve partisinin değişmez başkanı ilân ettirmesi ve bu hali, hür âlemle beraber, yurdumuzda da alıp yürüyen fikir cereyanlarının yarattığı kuvvetli dalgalara çarpıncaya kadar devam ettirmeye uğraşması, derin ve uzak görüşlü Büyük Adam'ın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu ispat etmiştir.”

Frenk mukallidi İnkılâblarla, “Milletimiz yeniden öz benliğini bulmuş”

Soyak, bu değerlendirmesinin ardından, fazla tarafgîr görünmemek için olsa gerek, İnönü lehinde birkaç tesbîtte bulunmayı da ihmâl etmiyor… Bu cümleden olarak, Cihân Harbinden uzak durmak ve çok partili siyâsî hayâtı têsîs etmekten mâadâ bir fazîleti de, senelerce tâkîb ettiği hatâlı siyâsetlerden vaz geçerek, nihâyet, “Kemalist İnkılâblarla yeniden öz benliğini bulan Milletimizin bu sâyede eriştiği yüksek seviyeye lâyık bir idâre kurmaya çalışması” imiş…

“Mamafih şunu da derhal ilâve etmeliyim ki İnönü, dış siyasette vatanımızı İkinci Dünya Harbinin felâket ve yıkıntılarından uzak tutmak maharetini ve iç idarede 1948 senesinden sonra o zamana kadar takip ettiği hatalı yolu çok geç olmakla beraber, iktidardan düşmeyi de göze alarak terketmek kiyasetini göstermiş, memlekette aziz milletimizin Atatürk inkılâpları ile yeniden öz benliğini bulup, eriştiği yüksek seviyeye lâyık bir idare kurmak için çalışma yoluna girmiştir. Bu silkiniş ve dönüş devresinde, Başvekil olan rahmetli Prof. Şemsettin Günaltay'ın kıymetli faaliyet ve hizmetlerini burada şükranla kaydetmeyi bir vazife telâkki ediyorum.

“Konuşmada, Atatürk, haricî siyasete de temas ederek bu konuda kısaca:

‘Bizim şimdiye kadar takip ettiğimiz açık, dürüst ve barışçı siyaset, memlekete çok faydalı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar. Hakikî ve hayatî mecburiyetler müstesna, bu siyasetimiz devam eder, gider…' buyurdu.” (Soyak 1973: II/758-759)

Soyak'a göre, Bayar, “Siyâsî Vasıyet”in îcâbını yapmamış

Soyak, gûyâ kendisine emânet edilen siyâsî mâhiyetteki şifâhî vasıyeti, Başvekîl Bayar'a bildirmiş, fakat Bayar, ona îtibâr etmemiş… Bunun için, bozacının şâhidi şıracı kabîlinden iki de şâhid gösteriyor:

 

Salih Bozok'un Anıları kitabına dercedilmiş, yukarıda naklen takdîm ettiğimiz, üzerinde Mustafa Kemâl ile Hasan Rıza Soyak, Salih Bozok, Başyâver Celâl Öner ve Ülkü'nün bulunduğu resmin arkasında Bozok'un îzâhatı: “Atatürke karaciğer rahatsızlığının başında fransadan getirtilen prof. fisenje bir buçuk ay istirahat tavsiye etmiş ve onu müteakip kalkarak orman çiftliğine gitmişti. İşte bu fotoğraf o zaman orada alınmıştır. 11 mayıs 1938. Salih Bozok.”
Araştırmamızın “Tedâvîsi ve Ölümü Hakkında Aykırı İddiâlar” başlıklı 4. Fasl'ında, Mustafa Kemâl'in hastalığının ve iyileşememesinin yâhûd en azından tedâvîyle ömrünün uzamamasının başlıca müsebbibinin (başka hiç kimse değil) münhasıran kendisi olduğunu îzâh ederken, onun, Ankara'ya 28 Mart 1938'de gelip üç gün (28-30 Mart) hastasının tedâvîsiyle meşgul olan  (ve 31 Mart'ta İstanbul'dan memleketine hareket eden) Dr. Fiessinger'nin bir buçuk aylık  istirâhat tavsıyesini dinlediğini, fakat ondan sonra da, 1-2 ay daha sâdece evde dolaşması tavsıyesine riâyet etmediğini, Soyak'ın (1973: II/739) kaydettiği gibi, ilk bir buçuk aylık istirâhat devresi biter bitmez, Köşk'ten çıkıp, -hastalığı îcâbı vücûdunun sarsılmaması lâzım gelirken- “otomobille baraja gittiğini, dere-tepe dolaştığını, küçük Ülkü'nün Orman Çiftliği'ndeki evine uğradığını”, bu davranışının ve arkasından da Mersin-Adana seyâhatini yapmasının, hastalığını nihâî safhaya soktuğunu îzâh etmiştik. Bu vesîka, bu tesbîtin bir delîlidir: Daha evde bir-iki ay istirâhat edip vücûdunu sarsmaktan ve yormaktan ictinâb etmesi lâzım gelirken, 11 Mayıs 1938'de, Orman Çitliği'nde gezip dolaşmaktadır…
***