Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 117

İki sâdık dostuyla, Savarona'da, 22 gün

Araştırmamızın “Tedâvîsi ve Ölümü Hakkında Aykırı İddiâlar” başlıklı 4. Faslında, “Tek Adam”, 2 Şubat 1938'de Bursa'da Sümerbank Merinos Fabrikası'nın açılış merâsiminden sonra Ege Vapuru'yla İstanbul'a dönerken, Ali Fuat Cebesoy'un da ona refâkat ettiğinden bahsetmiş ve Cebesoy'un bu vapur seyâhatiyle alâkalı hâtırasını kendi kaleminden nakletmiştik. Seyâhat esnâsında Mustafa Kemâl yine rahatsızlanmış, odasında, onunla Cebesoy arasında fevkalâde hasbî bir muhâvere cereyân etmişti. Mustafa Kemâl'in, Harbiye'den sınıf arkadaşı Ali Fuad'a: “- Beni yalnız bırakmayınız Fuat Paşa!” şeklindeki ricâsına Ali Fuat da: “- Paşam! Sizi hiçbir vakit yalnız bırakmıyacağıma emin olabilirsiniz; sizin yanınızda ve hizmetinizde her vakit bulunacağım!” cümleleriyle taahhüdde bulunarak mukabele etmişti.

Müteâkiben, Mustafa Kemâl'in hastalığı, kendisi tabîblerinin îkaz ve tavsıyelerine riâyette ciddî sûrette ihmâl, hattâ lâkaydî gösterdiği için, giderek iyice vahâmet kesbetmiş, son safhaya doğru seyretmiş, bu meyânda, Hükûmet, sırf onun rahatı için, Türkiye'nin toplam ithâlâtının 9 milyon TL civârında olduğu bir devirde, 1.250.000.-TL ödeyerek, Savarona yatını satın almıştı…

 

Mâhûd Cemâatin gazetesine nazaran, Savarona yatını “Atatürk'e ülke hediye etmiş”… (Savarona'ya Kemalist Hükûmet tarafından ödenen bedel, geniş kitlelerin sefâlet içinde kıvrandığı o devirde, Türkiye'nin toplam ithâlâtının takrîben yedide biri kadardı…)
*** 
 
 

 

Ne kadar ibret vericidir ki günümüzde, Mütehakkim Zümrenin “Sözcü”sü olan gazete, 5 Mart 2015 târihli nüshasında, Savarona'yı manşet haber yaparak, çok küstahça, Cumhûr Reîsi Erdoğan'a hücûm ediyordu. Bu meyânda, asırlık Cemâat Münâfıklığının bir tezâhürü olarak, bu yatı, “ülkenin Atatürk'e hediye ettiği” iddiâsındaydı:

“Tayyip, bu ülkenin Atatürk'e hediye ettiği Savarona isimli yatına kuruldu, Boğaz turu attı, misafirini gezdirdi!..

“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Atatürk alerjisini bilmeyen yok. Ona dair ne varsa silmeye kalkan Erdoğan, iş yat ve kat olunca hemen değişiyor.

“Nitekim Ulu Önder'in mirası olan Ankara'daki Atatürk Orman Çiftliği'ne 1150 odalı lüks saltanat sarayı yaptırdı. Şimdi sarayın keyfini sürüyor.

“Dün de Bosnalı konuğuyla Ata yadigarı Savarona yatına bindi. Boğaz'da gezdi. İstanbul'da hazırlattığı Vahdettin Köşkü'nün önünden de geçti. İlh…”

İşte Mustafa Kemâl, kalan kısa ömrünün toplam 55 gününü,  Kemâlperest gazeteye nazaran “ülkenin kendisine hediye ettiği” bu yatta geçirmiş, bunun 22 gününde, iki sâdık dostu, Ali Fethi Okyar ve Ali Fuat Cebesoy ona refâkat etmişlerdi. Bu sûretle, Cebesoy: “- Paşam! Sizi hiçbir vakit yalnız bırakmıyacağıma emin olabilirsiniz; sizin yanınızda ve hizmetinizde her vakit bulunacağım!” şeklinde “sınıf arkadaşı”na verdiği sözü tutmuş oluyordu. Mâmâfih, sözün şümûlü bu kadar değildi; o, her geçen gün ıztırâbı artan ve hayât kendine zindân olan arkadaşına sonuna kadar refâkat etmek, hep “onun yanında ve hizmetinde olmak” karârlılığında idi. Ne var ki “Büyük Şef”i bir bakıma esîr almış olan Hasan Rıza Soyak ve arkadaşları buna imkân vermediler. Mustafa Kemâl Savarona'dan (Soyak'ın ifâdesiyle) “kavga, gürültü Saray'a nakledildikten” sonra, Cebesoy, onunla ancak bir def'a görüşebildi; muhtemelen Eylûl sonlarında veyâ Ekim başlarında, her hâl-ü-kârda 13 Ekim 1938'deki birinci ponksiyondan evvel (kendisi târih vermediği için ancak tahmîn yürütebiliyoruz), arkadaşını, yattığı odada ziyâret edip onunla bir müddet hasbihâl etme imkânı buldu; lâkin mezkûr ekip, bundan sonra, ona bir daha bu fırsatı vermedi…

Korgeneral Ali Fuat Cebesoy'un lâneti

Bu kadar yakın iki arkadaşın görüşmesini -üstelik “Büyük Şef”in ısrârlı tâlîmâtlarına rağmen- engellediklerine göre, bunu Hasan Rıza Soyak ve arkadaşlarının hüsniniyetiyle îzâh etmeye imkân yoktur. Cebesoy, büyük bir teessürle bu hâdiseyi hikâye ediyor ve Hâtırât'ını, Hasan Rıza Soyak ve arkadaşlarına lânet ederek bitiriyor:

“(Savarona'da) yirmi iki gün kadar onunla geceli gündüzlü beraber olmuştuk. Fakat Saray'da onunla beraber bulunmamıza maatteessüf mâni olmuşlardı. Ben her gün Saray'a giderek saatlerce kalmış isem de, ancak bir kere Atatürk'ün yanına gitmek fırsatını bulmuştum. Şunu tebarüz ettirmek isterim ki bence meçhul kalmış olan sebeple, Başyâver Celâl [Öner] Bey'le Atatürk'ün yakınlarından bir iki zat, hem Atatürk'ün ve hem de benim şiddetli arzularımıza rağmen, beni Atatürk'ün ziyaretinden mahrum bırakmışlardır.

“Atatürk'e mülâki olduğum gün, onu bana karşı üzülmüş bulmuştum. Üzüntüsünü azaltmak maksadıyla türlü türlü sebepler bulmağa çalıştım. Maiyetine hiddetlenip rahatsız olmaması için beni onun ziyaretinden mahrum edenleri şikâyet etmedim.

[…]

“(Bu görüşmenin sonunda:) ‘– Arkadaşlarımın size karşı olan itimat, muhabbet ve sadakatinden hiçbir şey eksilmemiştir. Buna emin olabilirsiniz. Ne vakit arzu ederseniz, herhangi bir vazife olursa olsun, emrinizdeyiz! Yeter ki siz müsterih olunuz!' dedim.

“Bunun üzerine yanaklarımdan öpen Atatürk: ‘- Paşa, senin kadar vefakâr ve feragat sahibi bir arkadaş olamaz!' cevabını verdi.

“Beş on dakika kadar derin bir düşünceye dalan o, yavaş yavaş hastalığından ve acılarından şikâyet etmiş ve ben de kendisini teskine çalışmıştım. Daha sonra Atatürk büsbütün sükût etmiş ve bana bakarak yavaş yavaş istirahat vaziyetine geçmiş, gözlerini kapamağa başlamıştı. Onu daha fazla yormamak için yavaş yavaş ayağa kalkarak müsaadesini istedim. Başımı ona doğru eğmemi işaret etti. O beni öptükten sonra ben de onu öptüm. Ona iyilikler temenni ederek yatak odasından çıktım. Bu ayrılışımdan sonra onu bir daha göremedim.

“Daha çok fenalaşmış olmasına rağmen, Atatürk, beni iki üç defa yanına çağırtmak istemiş ise de başyaver Celâl [Öner] Bey, buna da muhalefet ederek bana haber verdirmemişti. Yalnız bir defasında Kütahya Mebusu Hacı Mehmet [Somer] Bey, Kuzguncuk'taki evime kadar gelerek, Atatürk'ün behemehal görmek istediğini ve bana mühim sözleri olduğunu söyledi.

“Her gün Saray'a gittiğim halde Başyaverin beni hiçbir şeyden haberdar etmediğini Hacı Mehmet Bey'e söylediğim vakit, o, hayret ederek dedi ki: ‘- Bundan sonra resmî makamlara gitmezsiniz; doğrudan doğruya Neşet Ömer [İrdelp] Bey'e müracaatla Atatürk'ün yanına daha kolaylıkla çıkarsınız.'

“Fazla vakit geçirmeden Saray'a gitmiş ve Profesörü bulmuş isem de o gün maatteessüf Atatürk'ün dalgınlığı ve halsizliği fazla sürmüş, yanına kimseyi sokamamışlardı. Ertesi günü de [16 Ekim 1938] Atatürk maatteessüf birinci komaya girmişti. 

“Atatürk'le olan son mülâkatımdan sonra beni daima arattığını ve benimle behemehal görüşmek istediğini, bana mühim şeyler söyliyeceğini Profesör [İrdelp] bana anlattığı vakit, Atatürk'ün son arzularına muhalefet edenlere lânet etmiştim.” (Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar, cilt I-II, İstanbul: Temel Yl., 2011, ss. 654, 658-659)