Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 120

Mareşal Fevzi Çakmak efsânesi

 Cemal Kutay'ın Millet mecmûasının 1 Ağustos 1946 târihli 27. sayısından (s. 3) öğrendiğimize göre, İstanbul'da, DP listesinden katıldığı 21 Temmuz 1946 Umûmî Seçimlerinde, iki yüz bine yakın rekor reyle Müstakil Millet Vekîli seçilmişti…

10 Kasım 1950 sabahı vefât ettiği zamân, resmî makamların lâkaydîlerine mukabil, memlekette yer yerinden oynadı… Bâyezid Câmii'nden kalkan cenâzesinde öylesine izdihâm yaşandı ki askerî merâsim yapılamadı ve tâbûtu Eyüp Mezarlığı'na kadar eller üstünde taşındı… Artık bahis mevzûu olan, sâdece bir cenâze merâsimi değil, (üzerinde ibretle düşünülmesi lâzım gelen) târihî bir hâdiseydi:

“Büyük asker Mareşal Fevzi Çakmağın cenazesi dün yüzbinlerce halkın iştirakiyle Eyüpteki ebedî istirahatgâhına tevdi edildi.

“Nişantaşındaki evinden alınan cenaze eller üstünde Bayezit camiine getirildiği vakit, tabutu takip eden kalabalığın bir ucu Türbe'de bulunuyordu. Bayezit meydanında mahşerî bir kalabalık vardı. O koca meydanda havuz, kalabalık arasında bir nokta gibi kalmıştı.

“Cenaze tam saat 12.15 de camie getirilerek arka taraftaki musalla taşına kondu. Camiin içi ve dışı namaz kılacaklarla dolu idi. Bir müfreze asker de tabutun başında nöbet tutuyordu. Namaz kılanlar arasında Pâkistan sefiri de görülüyordu.

“Program mucibince cenaze, Bayezit camiinde namazı kılındıktan sonra, bir top arabasına konacak ve askerî törenle Eyüpteki ebedî istirahatgâhına götürülecekti. Deniz ve kara bandoları ile süvari birlikleri, sancak, bindirilmiş erat, Cumhurbaşkanlığı başyaveri yarbay Cevdet Tulgay, Millî Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, Gümrük ve Tekel Bakanı Şerafeddin Bürge, milletvekilleri, generaller, Vali ve Belediye başkanı, Üniversite profesörleri, Şehir Meclisi üyeleri ile resmî daireler idare müdürleri, kordiplomatik cenaze törenine iştirak etmek üzere gelmişlerdi.

“Namazdan sonra cenazenin top arabasına konması beklenirken muazzam bir kalabalık tabutu eller üstünde havaya kaldırmış ve bu arada cenazenin böylece Eyübe kadar götürüleceği sesleri duyulmuştur.

“Kalabalığın elleri üstünde taşınan tabut, Bayezit camiinden Şehzadebaşı – Fatih – Edirnekapı yoluyla, tekbirler [Sahîh Tekbîrler] getirilerek Eyüpteki mezarı başına kadar götürülmüştür.

“Mareşalin ailesi ve yakınları ile Millet Partisi erkânı kalabalık arasında tabutu takip ediyorlardı.

“Bayezitten tâ Eyübe kadar uzanan yol boyu da müthiş kalabalıktı. Halk, iki taraftaki apartımanların ve evlerin damlarına çıkmışlar[dı]; bir çok kimselerin de yol üstündeki ağaçlara ve elektrik direklerine çıktıkları görülüyordu.

“Eyüp mezarlığına varıldığı zaman, saat 16.30 du. Üstündeki bayrak alındıktan sonra tabut, itina ile kabre indirilirken ‘Allah Allah!' sesleri yükseliyor, mezarlığı hıçkırıklar kaplıyordu.

“Göz yaşları arasında, saat 17 de, kızının makberesi yanında hazırlanan ebedî istirahatgâhına tevdi edildi.

“[Defin merasiminin sonunda Millet Partisi Genel Başkanı Hikmet Bayur ve sâir zâtların hitâbelerini müteâkib,] saat 17.30 da, Mareşali ebedî istirahatgâhına tevdi eden o muazzam kalabalık, derin bir sükût içinde dönüyor ve sadece ağlayanların hiçkırıkları duyuluyordu.

“Mareşal Fevzi Çakmak'ın ebedî istirahatgâhına tevdi edilmesinden sonra, dün gece, Eyüplü gençler, saat 21 den itibaren grup grup ellerinde Kur'ân-ı Kerîm'ler olduğu halde, Mareşalin kabrine çıkmağa başlamışlardır.

“Bu arada mezar başında Yasin okunduğu gibi, bir kısım gençler de Mareşalin kabri etrafında mumlar yakmışlardır. Mareşalin kabri, Eyüp Sultanın yüksek bir mevkiinde bulunduğu için, Eyüplü gençlerin mezar etrafında yaktıkları mumların ziyası, gecenin karanlığı içinde uzaklardan görülmüştür.

“Diğer taraftan, dün gece, Mareşalin Teşvikiye'deki evinde de icab eden dinî merasim yapılmış, hatim indirilmiş ve dua edilmiştir. İlh…” (Akşam, 13 Nisan 1950, ss. 1 ve 2)

 Untitled-2_3

Çeyrek asırdır Totaliter Rejimin mezâlimine mârûz kalan halk, sırf mütedeyyin bir Müslüman olarak tanındığı için, Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenâzesine akın akın koştu ve Bâyezid Meydanı'ndan Eyüp Mezârlığı'na kadar izdihâma sebeb oldu… Muhakkak ki halkın bu davranışının bir sebebi de (hattâ belki asıl sebebi), Dînine, yâni kendisinin hikmet-i vücûduna kasdeden Rejimi ve onu ayakta tutan Mütehakkim Zümreyi tel'în etmekti…

***  

Îtibârının başlıca sebebi: Dîni bütün bilinmek

Halk ona bu derece îtibâr ediyordu!

Bu îtibârın da hemen hemen tek sebebi vardı: Çakmak, halk nezdinde, beş vakit namazını kılan mütedeyyin bir Müslüman olarak tanınıyordu…

Asırlardır derin uykulardan uyanmamakta inâd eden bu cem'iyete bu kadarcığı yetiyor… Beş vakit namaz kılan bir zâbit, üstelik Müşir… Kemalist Rejimin hem de tepelerinde böyle bir şahsıyetin mevcûdiyeti ne inanılmaz, ne fevkalâde şey!

Lâkin bu beş vakit namazı kendisine dahi fayda etmiyen adam, Kemalizmin bütün günâhlarına ortakmış; Kemalist İnkılâblar, onun da têmînâtı sâyesinde yapılmış; burasını düşünmek yok! Hakîkat aşkıyle araştırmak, sorgulamak, tartışmak ve sâdece Hakîkate tâlib olmak yok! Önüne bir efsâne atsınlar, düş peşine, aslını, âkıbetini hiç düşünme! Müteâl Allâh yetmez; illâ ki kendine beşerden bir put yapacak, ona tapacak! Artık bu bir siyâsî lider mi olur, bir şeyh mi, cins-i lâtîf mi, orası mühim değil…

Kemalist İnkılâbların têmînâtı

Hâlbuki idrâk sâhibleri için Nadir Nadi Farmasonunun şu bir paragrafı dahi yeter!

 “Cumhuriyet Ordusunun kuruluşunda ve bugünkü mütekâmil duruma ulaşmasında Mareşal Çakmak yirmi beş yıllık geceli gündüzlü çalışmalarile birinci derecede rol oynamıştır. Bu hizmeti gözönünde tutarak, onun, Atatürk inkılâblarının başarılmasına da nasıl müsbet bir şekilde tesir ettiğini kolayca anlarız. Cemiyetimizin bünyesini ilgilendiren son derece cesaretli devrim hareketlerine girişirken, Ebedî Şef, her şeyden önce yurd bütünlüğüne inanıyor, her hangi bir dış tehlikeden endişe etmiyor idi ise, bu güveni kahraman Cumhuriyet ordularında buluyordu. O orduları talim ve terbiye ederek yetiştirmek ve daima her ihtimale karşı hazır bulundurmak vazifesi de büyük kumandan, büyük asker Mareşal Çakmağa emanet edilmişti. Bu güven sağlanmasaydı, ne saltanatın ve hilâfetin ilgası, ne din işlerile dünya işlerinin birbirinden ayrılması, ne kadın hakları, ne yeni harfler, ne medenî kanun, inkılâb prensiplerinden hiç biri gerçekleştirilemezdi.” (Nadir Nadi'nin “Vazife Bitmedi” başlıklı başmakalesinden, Cumhuriyet, 13 Nisan 1950, s. 1)