Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 121

“Yegâne endişesi, nefsini korumak”

Kendisi de Kemalizmin harâretli bir hâdimi olan Ahmet Ağaoğlu, onu iyi teşhîs etmişti. Ama bildiği birçok hakîkat gibi bunu da, sağlığında değil,  ancak öldükten sonra oğlu tarafından neşredilen Hâtırât'ında ifâde edebildi:

“Fevzi Paşaya gelince, müşir üniformasına bürünmüş olan bu zatın Gaziye karşı fikir beyan ettiğini kim görmüş? Sükût ve murakabe ve bir de dairede gece ve gündüz haritalar üzerinde tefekküre dalmak, bu zatın tuttuğu sülûktür. O şimdiye kadar neye karışmış ki şimdi de bir şeye karışsın!

“Derinden dindar ve muhafazakâr olduğu halde, ruhunda taşıdığı bütün Azizeler yıkılırken, o dudaklarını açıp ta bir tek kelime bile söylememiştir! Her emrivaki karşısında daima sükût etmiş, daima murakabeye dalmış! Bu suretle siyasî hayatın müsbet sahalarından kaçındığı gibi menfi tecellilerine karşı da daima eteğini silkmiş, uzakta kalmış, kendini korumuş! Bütün şeyhler gibi bu zatın da yegâne endişesi nefsini korumak, hayra da, şerre de karşı uzak kalmak olmuştur.” (Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, İstanbul: Nebioğlu Ye., 1949, s. 91)

İnanmış bir Kemalistti

Elbette Kemalist Rejimin tepelerinde yer alması boşuna değildi. İnanmış bir Kemalistti. Kutay'a verdiği mülâkatta anlattığına nazaran, Mustafa Kemâl ona:

“- Ben olmasam, Şükrü Kaya kim bilir nerede kaymakam olurdu. Tevfik Rüştü, işçi Numan Ağa ile kurduğu Sosyalist Partisinden dolayı kim bilir hangi hapishanedeydi.” 

deyince, o da, kendisi hakkında şöyle söylüyor:

“Biz de biraz öyleyiz Paşam! Siz olmasaydınız, bizler de Süleymaniye Camiine gecelik entarisi ile ibadete giden mütekait zabitlerden başka ne olurduk?” (Millet, 10 Ocak 1963, sayı: 6, s. 14)

 

“Cumhûriyet Ordusunun başındaki Mareşal Fevzi Çakmak'ın sağladığı güven olmasaydı, ne saltanatın ve hilâfetin ilgāsı, ne dîn işlerile dünyâ işlerinin birbirinden ayrılması, ne kadın hakları, ne yeni harfler, ne medenî kānûn, İnkılâb Prensiplerinden hiç biri gerçekleştirilemezdi…” (Yunus Nadi oğlu Nadir Nadi)
*** 

 

 

 

Çakmak da Komitacı olarak yetişmişti

O, Kemalist İhtilâl Hareketine iltihâk etmesini kolaylaştıran bir zihniyetle yetişmişti:

“Fevzi Çakmak'ın Rumeli'nde hizmet verdiği dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nun karışık ve sıkışık olduğu bir dönemdi. Jön Türkler, özellikle Rumeli'nde geniş bir teşkilât kurmuşlar, Meşrutiyet'in yeniden ilânını sağlamaya çalışıyorlardı. Kolağası Niyazi, Resne taburu ile dağa çıkmıştı. Bunu, Kolağası Enver'in başkaldırması izledi. Bu karışıklıkları bastırmak için gönderilmiş 18'inci Nizamiye Tümeni Komutanı Şemsi Paşa, Manastır'da Teğmen Atıf tarafından vuruldu. Komutanı vurulan bu tümenin Kurmay Başkanı, Fevzi Çakmak'tı. Bu nazik dönemde, Çakmak, gösterdiği esneklikle hem hükûmetin düşmanlığını üzerinde toplamamış, hem genç İttihatçıların hücum hedefi olmamıştır. Şemsi Paşa'nın öldürülmesinden sonra, elindeki kuvvetleri İttihatçılar aleyhinde kullanabilir, sarayın ve hükûmetin gözüne girebilirdi. Bunu yapmadı; böylece de İttihatçı genç arkadaşlarını korumuş oldu.

“1908 İkinci Meşrutiyet devrimi sırasında, Fevzi Çakmak, tehlikeli bir sınır bölgesi olan Yenipazar sancağında hem mutasarrıf, hem 35'inci Nizamiye Tümeninin komutanı idi. Devrimin, bünyesinde getirdiği taşkınlıkları, kargaşayı büyük bir ustalıkla önledi; İttihatçıların da, İttihatçılara karşı olanların da şikâyetlerine muhatap olmadı. Bir süre de, mutasarrıflık görevi devam etmek şartile, Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığına getirildi. Atatürk'le tanışması, bu yıllara rastlar. Atatürk, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşanın maiyetinde Arnavutluk isyanını bastırmaya giderken, Kosova Kolordusu Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak'la tanıştı ve bu vakarlı askeri sevdi. […]

“Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan 1944 yılına kadar aralıksız Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulundu. Ordunun, gözbebeği mareşali idi ve devrimler yapan Atatürk'le İnönü hükûmetini destekleyerek başarılarını kolaylaştırdı. İlh…” (5 Mart 1982 târihli Milliyet gazetesinin Türk Büyükleri: Mareşal Fevzi Çakmak -1876/1950- ilâvesinden)

Fevzi Çakmak, İnönü'nü, nîçin ve nasıl destekledi?

Kutay'ın (muhtemelen) Ağustos 1947'de (fakat belki de 21 Temmuz 1946 Seçimlerinden evvel) Çakmak'la yaptığı mülâkat, İnönü'nün başa geçmesinde, Çakmak ve Bayar'ın têsîr derecesini gösteren çok kıymetli bir târihî vesîkadır. Onu, Kutay'ın yorumlarını ve mevzûmuzla alâkasız kısımlarını ayıklıyarak, tam metin hâlinde iktibâs ediyoruz:

“Biz konuşmayı yaptığımız sırada Sayın Mareşal ile İnönü'nün araları açıktı. İnönü o zaman reisicumhurdu. Mareşal mütekait, menkûp ve hattâ her hareketi ve gelip gidenleri takibe mevzu bir adamdı. [Bu bilgiden, mülâkatın, belki de 21 Temmuz 1946 Seçimlerinden evvelki bir târihte yapıldığı intibâı hâsıl oluyor…] Kendisi İnönü hakkında konuşurken bîtaraf olmaması tabiî idi. Fakat öyle olmadı. Kendisine yakışan bir büyüklükle, kendi tâbiri ile, son derece kızgın olduğu İsmet İnönü'ye karşı bir TARİH bitaraflılığı ile fikirler yürütüyor ve hükümler veriyordu…” (Millet, 10 Ocak 1963, sayı: 6, s. 14)

“Mülâkatı yaptığım zaman, Sayın İnönü Reisicumhur idi. Mareşal mütekait bir asker. Tevfik Rüştü tamamen tasfiye edilmiş bir adam. Şükrü Kaya ise menkûp idi.

“Sayın Mareşal konuşmak hususunda çok isteksizdi:

‘- Herkese mevkii mübarek olsun! Beni bu münakaşalara karıştırmayın!' dedi. Ben:

‘- Sayın Mareşal'im, ben size söz veriyorum. Bu söylediklerinizi zamanına saklıyacağım. Ne olur, bir sadık Atatürk'çü olarak bu konularda dolaşan rivayetlerin içyüzünü bir defa da sizin ağzınızdan duyayım. Atanın ölümünden sonra sizin Reisicumhur olmanızı istedikleri doğru mu? Sonra bir de Fethi Bey var. Kendileri[nin], çok rahatsız oldukları zaman, Reisicumhur mührünü Fethi Okyar'a teslim ettiklerini biliyorum. Acaba Atatürk, bu yolda yerine bir varis tayini için herhangi bir imâda bulundu mu? […]

“Meclis'te üç cereyan vardı”

[Çakmak:] ‘- Atatürk'ün vefatını takip eden günlerde, Mecliste üç cereyan vardı.

‘Bunlardan bir haylisi, uzun zamandır menkûp olan İnönü'nün, onun en eski politika arkadaşı olmak ve kendi ile şahsan uzun zaman çalışmış bulunmak bakımından en münasip halef olduğu kanaatinde idi.

‘Bir kısım mebuslar, İnönü dönerse intikam yoluna sapar korkusu içinde, Başvekilin [Bayar'ın] Reisicumhur olmasını ortaya atıyor ve savunuyorlardı.

‘Hattâ, bir kısım mebuslar da, Şükrü Kaya'nın etrafında toplanıyordu. Bunlar azdı. Ama, Şükrü Kaya Reisicumhur olursa, büyük devrimlerin tâvizsiz devam edeceklerini ileri sürüyorlardı.'

Dördüncü bir hizib de Çakmak'ı başa geçirmek istiyordu

“Mareşal kendisinden bahsetmiyordu. Halbuki ben onun adı etrafında yapılan toplanmanın pek kuvvetli olduğunu biliyordum:

‘- Ya siz Mareşalim?' diye sordum. O ihtirassız adam: ‘- Eveeet…' dedi ve devam etti:

‘- Atanın, beklendiği halde büyük şaşkınlık uyandıran vefatını müteakip, Başvekil İstanbula koşmuştu. O günlerde mebuslardan bir grup bana geldiler: ‘- Paşam, dediler. Reisicumhur olmak için en tarafsız şahsiyet sizsiniz. Namzetliğinizi koyarsanız, bütün reyleri toplarsınız. Hem ordu da sizin emrinizde ve arkanızdadır.' Derhal cevap verdim: ‘- Siz orduyu bu işlerde hesaba koymayın. Ordu, Millî İradenin bekçisidir. Millî İrade kimin için tecelli ederse, ordu onun emrine girer.' Onlar, Atatürk'ün ölümünden sonra tarafsız bir Reisicumhur lüzumu üzerinde durdular. Benim hemen namzetliğimi koymam ve baş göstermesi gereken bölüntüleri önlemem hususunda ısrar ettiler.'

“Ben sordum:

‘- Siz Reisicumhur olsaydınız, memlekette demokrasi belki daha kolay teessüs etmez miydi?'