Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 122

Pek merbût olduğu “Ebedî Şef”ine: “- Siz olmasaydınız, bizler de Süleymaniye Camiine gecelik entarisi ile ibadete giden mütekait zabitlerden başka ne olurduk?” demişti…
***  

 

 

 

 

Gûyâ “politika adamı olmadığı için” teklîfi reddetmiş ve İnönü ile görüşmeye karâr vermiş

‘- Ben, dedi, asla politika adamı olmadım. Politika için hazırlanmış da değilim. Bir memleketin en yüksek hakemi olmak için sadece iyi niyet sahibi olmak yetmez. Mebuslar gene ısrar edip benim kararımı beklediklerini söyledikten sonra gittiler. Ben İsmet Paşa ile görüşmek kararını verdim. İsmet Paşa, Atatürk'ün en yakın politika arkadaşı olarak uzun yıllar beraber çalıştığı kimse idi. Benim de tenkid ettiğim çok tarafları vardı. Hakkında inatçı, kinci gibi hükümler verilen bir şahsiyetti. Fakat beklenmedik bir zamanda uğradığı idbar[ın], onu çok daha kâmil hale getirmiş olması lâzımdı. Bir kere kendisini görmek ve anlaşmak sureti en iyi yoldu. Böylece Başvekil [Bayar] dönünce, kendisi ile daha müsbet konuşabilirdim. Bu sırada Şükrü Kaya ile bir konuşma yapmak mecburiyeti hasıl oldu.' ” (Millet, 27 Aralık 1962, sayı: 4, ss. 10-11)

“Şükrü Kaya, makamıma, Devlet Reîsi havasında geldi”

“Kendisine: ‘- Sayın Mareşal'im, dedim, bu Şükrü Kaya konusu hakkında çeşitli şeyler söylenir. Gerçekten Cumhurbaşkanı olmak istemiş mi idi?' diye sordum. Düşünmeden cevap verdiler:

‘- Tabii! Adam aklına Türkiyeyi idare etmeği koymuş bir kere. Mamafih bunda rahmetli Atatürkün de rolü vardır… […]

‘Şimdi, Şükrü Kaya, Atatürksüz bir hükûmette söz sahibi idi. Kendisine yaverim vasıtasiyle telefon ettirdim. Hemen kalktı geldi. Fakat, elinde muazzam kuvvetler olan bir şef haliyle içeri girdi. Şükrü Kaya, Atatürk zamanında gayet saygılı davranırdı. Şimdi ise âdeta bir Devlet reisi havasını takınmıştı.

‘Bana, Atatürk'ten sonra en münasip Reisicumhurun benim olacağımı söyledi. Bilmem ama, teklifinde samimiyetten ziyade bir ağız arama sezmemek imkânsızdı. Kendisine hemen: ‘- Ben askerim. Politik hayata da hiç girmek istemiyorum. Bilmem ama, bütün bu ihtilâfları bertaraf etmek için İnönü'nün Cumhurbaşkanı olması münasip olur. Siz ne dersiniz?' dedim. Şükrü Kaya:

“Atatürk, İnönü'nü isteseydi, onun çocuklarına tahsil parası vasıyet etmezdi”

‘- Atatürk, kendisinden sonra İnönü'nün Reisicumhur olmasını istemezdi. Bunu iyice biliyorum.' dedi. Hemen sordum:

‘- Bu çok mühim bir fikir! Buna nereden hükmettiniz?' Şükrü Kaya hiç tereddüt bile etmeden:

‘- Atatürk'ün vasıyetnamesi sarihtir!' diye cevap verdi. ‘Eğer Atatürk, İnönü'nün kendisinden sonra Reisicumhur olmasını isteseydi, çocuklarına tahsil parası vasiyet eder miydi?'

“Celâl Bey gibi eski bir İttihatçı da Reisicumhur olamaz!”

‘Ben onun daha fazla konuşmasını istemiyordum. ‘- Peki Celâl Beyi Reisicumhur seçmemiz münasip olmaz mı?' dedim. Kıpkırmızı oldu:

‘- Asla!' dedi. ‘Ben eski bir İttihatçıyım; bilirsiniz; henüz yetişmekte olduğum bir devirde… Bir şeye dikkatinizi çekerim. Atatürk, İttihat ve Terakki kadrosundan kim geldi ise, idam ettirdi. Kâtib-i mes'ullük derecesinde yerlere yükselmiş adamlardan yalnız bir Celâl Bey idam silsilesinden istisna edilmiştir. Herhalde bunu kendisinden sonra Reisicumhur olsun diye düşünmedi!'

‘Kendisinin asıl gayesini anlıyamamıştım.

‘- Peki, dedim. Atatürk, vefatından önce Celâl Beyi Başvekil yaptı. Sonra da onu alıp memleketi dolaştırdı. Bu bir ima değil midir?' Şükrü Kaya:

‘- Fakat, dedi. Rahatsızlığı sırasında Reisicumhurluk mührünü Fethi Beye emanet etti; Celâl Bey'e değil!'

“Meclis'i kuşatsanız, yine de Fethi Bey'i seçtiremezsiniz!”

‘Çok mantıklı ve zeki bir konuşuşu vardı. Fakat ben anlamamızlıktan geldim. ‘- Yani sizce Fethi Bey mi Reisicumhur olmalı?' diye sorunca, Şükrü Kaya yerinden fırladı:

‘- Bütün orduyu harekete getirseniz, Meclisi kuşatsanız, hepsi Halk Partili olan mebuslardan eski hasımları Serbest Fırka Liderine bir tane rey almanız mümkün olmaz!' diye haykırdı âdeta… ‘Halk Partisi mebusları Halk Partili bir Reisicumhur seçeceklerdir!'

“Cesâretini toplayıp kendini ileri süremiyordu”

‘Bu sözler bende derin bir ufuk açmıştı. Şükrü Kaya'ya, içinden geçirdiği ‘benden münasip Reisicumhur olamaz' sözünü açıklatmak istiyordum. Ama o, bir türlü cesaretini toplayıp bunu söylemiyordu. Biraz daha açıldım:

‘- Sizce ne gibi evsafta bir kimse Reisicumhur olmalıdır?'

‘Gözleri zekâ şimşeklerile parlıyordu:

‘- Bir kere, dedi, Halk Partisinde nüfuzu olmalıdır. Atatürk ile en eski zamandanberi arkadaşlık etmiş olmalıdır. Genç olmalıdır.' deyince, ben: ‘- Meselâ?' dedim. ‘- Meselâ, dedi, Tevfik Rüştü!' Bunu söyledikten sonra kendisi de güldü. Ben de güldüm. Yarı ciddî ilâve etti: ‘- Hani söz almışken, onun sosyal reformlara taraftarlığını hesaba katmak da hatalı olmaz.' Bu sefer takılmak [sırası] bana geldi: ‘- Sizin gibi!' dedim. Güldü.

‘Ben artık yeter derecede konuş[muş]tum. Şükrü Kaya da izin isteyerek çıkarken son derece canı sıkılmış bir havası vardı. O anda hem İç İşlerini, hem de Halk Partisini fiilen elinde tutuyordu.' ” (Millet, 3 Ocak 1963, sayı: 5, ss. 14—15)