Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 125

5.Faslın hülâsası

Hülâsa, “Ebedî Şef” ile “Millî Şef”in, 18 Eylûl 1937 gecesinden sonra birbirlerine düşman oldukları, birincisinin ikincisini ortadan kaldırtmaya çalıştığı veyâ ikincisinin birincisini zehirleterek öldürttüğü gibi iddiâlar, târihî vâkıa ve vesîkalara zıd, tam mânâsıyle akıl-iz'ân dışı efsâneler olduğu gibi, bâzı gûyâ dîndâr siyâsetçi, muharrir ve gazetecilerin, “Ebedî Şef”in eserini “Millî Şef”e mâl ederek “İkinci Adam”a ver yansın etmeleri, “câmilerimizi kapattı, sattı, ahıra çevirdi, yıktırdı” kabîlinden vâveylâları yâhud “Uyduruk Ezân okutarak Dînimizi tahkîr etti”, “Kur'ân-ı Mübîn yerine Uydurmaca Kur'ân tilâvet ettirdi”, “Dîn düşmanıydı”, “Diktatördü”, “memlekette Komünistliğin neşvünemâ bulmasına zemîn hazırladı”, “haksız iktisâbla mal topladı” gibi hücûmları, dürüstlük üzerine kurulu Müslümanlık ve târihî hakîkatler nâmına pek utanılacak hâllerdir…

(Yeni Akit, 20.1.2017, s. 1, Faruk Arslan'ın haberi)
Utanılacak hâllere bir misâl: “Câmileri ahıra çeviren”, Millî Şef” imiş!
***  
 

1.K. / 6. Fasıl

ÖLMEDEN MÜSLÜMANLIĞA MEYLETTİ Mİ?

Her Müslümanın veyâ herhangi dîndâr bir insanın, en azından ölümcül hastalık devresinde ve bâhusûs ölümün iyice yaklaştığını hissettiği ânlarda, Allâh-ü Teâlâ'ya ilticâ ettiği, Sonsuz İhsân Sâhibi Rabb'inin rahmetinden meded umduğu mâlûmdur. Bu tavır içine girmiyen bir insan, Kādir-i Mutlak, Rahîm, Vedûd Hâlik'a inanmıyor demektir. Ve muhakkak ki bu fiil, kavilden çok daha mühimdir.

Adım adım ölüme yaklaşırken Allâh'a sığındı mı? Kur'ân-ı Kerîm tilâvet etti veyâ ettirdi mi?

Hâlbuki mürâcaat ettiğimiz hiçbir görgü şâhidi, devrin hiçbir gazetesi, hiçbir resmî kayıd (Nöbet Defteri…) böyle bir vâkıa nakletmiyor… Hâtırât'ında, dîndarlığını, Müslümanlığını anlata anlata bitiremiyen Hâfız Yaşar Okur'u nezdine çağırtıp ona bir-iki Âyet olsun tilâvet ettirmemiştir… Miralay Cemîl Saîd Diker'in –daha 1924'te Diyânet İşleri Reîsi Rifat Börekçi (ve 1925'te, TBMM'de, Diyânet bütçesi görüşülürken bu müesseseyi temsîlen orada bulunan Ahmed Hamdi Akseki) tarafından ağır ifâdelerle mahkûm edilmesine rağmen- 1932'de câmilerde Kur'ân-ı Kerîm'in aslı yerine tilâvet ettirdiği (makamla okutturduğu) ve –nazîresi addedip- aslı yerine ikame ettirmek istediği yanlışlarla dolu Meâlini (ki “Kur'ân Meâli” değil, “Türkçe Kur'ân” diyorlardı) tilâvet ettirdiği hiçbir hâfızı çağırtıp baş ucunda bu bozuk Meâl'den olsun bir parça tilâvet ettirmemiştir… Bu ağır hastalık günlerinde bu kitaptan kendisi de bir şey okumamıştır… Kemalist Rejimin resmî şâiri Behçet Kemal Çağlar'a veyâ Tank Albayı Enver Tuncalp'a Kur'an-ı Kerîm'e nazîre olarak kaleme aldırttığı manzûm “Sûreler”den de (bkz. Derin Tarih'in Ocak 2016 târihli 46. sayısında neşredilen araştırma makalemiz) bir şey okumamış veyâ okutturmamıştır… Yâhud ağzından herhangi bir duâ, bir zikir döküldüğü de vâkî değildir… Herhangi bir dînî telkîn istememiş veyâ böyle bir telkîne muhâtab olmamıştır…

Sonuna kadar Müslümanlığa iltifât etmedi

Bütün ölümcül hastalık devresi zarfında, Müslümanlık hakkında hiçbir müsbet söz sarfetmedi ve Müslümanlık hakkında hiçbir hayırhâh vasıyette bulunmadı. Vasıyetnâmesi, sâdece muazzam servetinden kimlerin, ne nisbette müstefid olacağı ile alâkalıydı. Ayrıca Orduya, CHP'ye, gençliğe, v.s. Laik Kemalist Rejimin ne pahasına olursa olsun muhâfazasını vasıyet etmişti.

Bu devrede İslâmla alâkalı (tesbît edebildiğimiz) tek alenî sözü, bir evvelki Fasılda genişçe üzerinde durduğumuz gibi, 1 Kasım 1937'de, TBMM'yi Açış Nutku'nda, dolaylı bir ifâdeyle, Vahye Müstenid Dîn-i Mübîni reddettiği şu sözüdür:

 “Dünyâca mâlûm olmuştur ki bizim Devlet idâresindeki ana programımız, Cumhûriyet Halk Partisi Programı'dır. Bunun kapsadığı prensipler, idârede ve siyâsette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan Kitapların dogmalariyle aslâ bir tutmamalıdır! Biz ilhâmlarımızı, gökten ve gāibden değil, doğrudan doğruya hayâttan almış bulunuyoruz! (Alkışlar.)” (Akşam, 2 Teşrînisânî 1937, s. 8; ayrıca Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Yl., Ankara, 2006, 5. baskı, I/216)

Mustafa Kemâl, bu sözüyle, ölümünden bir sene evvel, ilk def'a alenen ve pervâsızca bütün dünyâya karşı İnkârını îlân etmişti…

Dediğimiz gibi, ölümünün çok yaklaştığı bütün bu devre zarfında, İslâm lehinde tek sözü, hattâ îmâsı bile yoktur.

Hakkında sayısız efsâne uydurulmuştur. Lâkin –Cemal Kutay dâhil- en mutaassıb Kemalist dahi, bu mevzûda bir uydurmaya cür'et edememiştir.

Cür'et edememelerinin bir sebebi, Kemalist Propagandanın, o devirde, “İrticâ” yaftası altında her fırsatta Müslümanlığı ve Müslüman âlimleri zemmeden, onları ipte sallandıran, zindânlarda süründüren, ocaklarını söndüren “Tek Adam”ı “dîndâr” gibi gösterme endîşesinin olmamasıdır; bu ihtiyâç, ancak 1940'ların ortalarından îtibâren kendini gösterecek ve bunun bayrakdârlığını da Cemal Kutay yapacaktır.

 

Mustafa Kemâl, 1 Kasım 1937'de îrâd ettiği Meclis'i Açış Nutku'nda, yâni ölümünden bir sene evvel, bütün dünyâya hitâben, alenen ve pervâsızca İnkârını îlân etmişti…
***