Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 151

Hakîkî sebeb, müteveffânın ve Rejiminin Müslümanlıktan nefreti idi

Bunlar, tahrîfkâr Kemalist Propagandanın kafa karıştırmak maksadıyle piyasaya sürdüğü kırık dökük têvîllerdir. Hakîkî sebeb bunlar olamaz!

Hakîkî sebeb apâşikâr ortadadır:

Ömrünü Müslümanlıkla mücâdele ederek geçirmiş olan müteveffânın İslâma karşı duyduğu derin husûmet bütün Devlet ricâlinin ve “Mûtâd Zevât” denen yârânının mâlûmu idi ve bu bedîhî hakîkat ortadayken, her bakımdan İslâmla cepheleşerek têsîs edilmiş olan, bu cihetle, bir cenâze namazı vesîlesiyle dahi, kendini İslâmla bir râbıtası varmış veyâ İslâma tâvîz veriyormuş gibi göstermek istemiyen Kemalist Rejim, o günün Totaliter Rejim şartlarında, göstermelik bir “cenâze namazı”yle Müslümanlara şirin görünmeye pek de ihtiyâc duymuyordu…

Kemalist Rejimin en ceberût devrinde, alenen “Allâhü Ekber” demek dahi suçtu

O devirde Kemalist Rejime hâkim olan bu zihniyet ve tavrı daha iyi anlamayı mümkün kılan pek mânîdâr bir misâl vardır. Bu, Fevzi Çakmak'ın cenâzesindeki “İrticâ” hâdisesidir…

Kemalist matbûâta manşet olan bu “İrticâ” hâdisesi ise, cenâzenin, halk tarafından “Allâhü Ekber” zikriyle taşınmasından ibâretti!

Hâlbuki Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenâzesi, İstanbul'da, 12 Nisan 1950'de kaldırılmıştı. Yâni 1938'in üzerinden 12 sene geçmiş, siyâsî hayâtta ciddî bir tebeddül meydana gelmişti: Bu, Totaliter Rejimin çizdiği hudûdlar içinde kalmak şartıyle çok fırkalı siyâsî hayâta geçiş idi. Kemalist Rejim esâs vasfını kaybetmediği, Kemalizm, bütün Anadolu Milletini devâmlı cendere içinde tutan ve her geçen gün Milletimizi Avrupa'ya daha fazla temessül ettiren resmî ideoloji statüsünü muhâfaza ettiği için, Totalitarizm o gün alt edilmiş, Cumhûriyet têsîs edilmiş değildi ve bugün de, bütün aldatmacalara rağmen, Cumhûrî Nizâma geçilmiş değildir; Milletimiz Kemalist İdeolojinin tasallutundan ve onu destekliyen Mütehakkim Zümrenin tegallübünden kurtuluncaya kadar da bu keyfiyet değişmiyecektir…

(Selâmet, 3 Ekim 1947, sayı: 20, s. 2)
Kemalist Rejimde “Allâhü Ekber” demek dahi suçtu…
Rejimin Matbûât Umûm Müdürü Vedat Nedim Tör'ün, Hz. Muhammed isimli tercümesi yasaklanıp toplatılan Ömer Rıza Doğrul'a hitâben kaleme aldığı 17 Mayıs 1934 târih ve 647 sayılı cevâbî yazıda: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak, dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücude geti­rilmesine taraftar değiliz.” şeklinde ifâde ettiği gibi, Müslüman bir gençlik yetişmesi istenmiyor, bütün dînî neşriyât ağır baskı altında bulunuyordu…
Bu meyânda, Dîn aleyhinde bulunmakta gayet serbest davranan Devlet Radyolarında da, dînî neşriyât yapılmıyordu. Bu hâle esef eden Ömer Rıza Doğrul, sâhibi olduğu haftalık Selâmet mecmûasının 3 Ekim 1947 târihli nüshasındaki başmakalesinde, misâllerle, Komünist Totaliter Rejimler hâric bütün dünyâda Devlet Radyolarından dînî neşriyât yapıldığını ve sırf Millî Kültürümüzü geliştirmek için dahi buna şiddetle ihtiyâc olduğunu îzâh ederek “Radyomuz dînî neşriyât yapmalıdır!” talebinde bulunmuştu…
Böyle bir rejimin sâhibi için cenâze namazı düşünülmemiş olması yadırganabilir mi?
***  

 

 

Mâmâfih, Kemalist Totaliter Rejimin hudûdları içinde olsa dahi, çok fırkalı siyâsî hayâtın teessüsü, halkın en azından kısmen dileklerini yüksek sesle dile getirmesine ve Kemalist Mezâlimin bâzı vechelerine îtirâz edip hakkını aramaya başlamasına imkân vermiş, İktidârın 1920'li, 30'lu, 40'lı senelerdeki en ceberût devrine nisbetle umûmî bir ferâhlama olmuştu. Öyle ki CHP'nin 1947'deki Yedinci Kurulutay'ında dahi birkaç Meb'ûs ve Murahhas, halkın bir kısım büyük şikâyet mevzûlarına tercümân olmuşlar ve bâzı zulümleri alenen takbîh etmişlerdi…

Kemalist Rejimin en büyük mânevî zulümlerinden biri de, hiç şüphesiz, Sahîh Muhammedî Ezân yerine ikame edilmiş olan Kemalist Uydurma Ezân'dı…

Kemalist Totaliter Rejim, ictimâî hayâtın her sâhasını kendi keyfine göre tanzîm etme iddiâsıyle, Milletin ibâdetine kadar müdâhale etmiş, tezgâhta olan, fakat “Ebedî Şef”in ölümüyle yarım kalan “Kemalist Dîn İnkılâbı”nın bir merhalesi olarak, 22 Ocak 1932'den beri (ilk def'a İstanbul Yerebatan Câmii'nde) “Öztürkçe Kur'ân Tilâveti” ve onu tâkîben, 30 Ocak 1932'den beri (ilk def'a Fâtih Câmii'nde) “Öztürkçe Ezân” tatbîkatına başlamıştı.

Rejim, yukarıda da naklettiğimiz gibi, Dâhiliye Vekîlinin ağzından (Şükrü Kaya, Meclis'de, 3 Aralık 1934 günki konuşmasında): “Dînleri, işlerini bitirmiş, vazîfeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayâtiyet bulamıyan müesseseler” olarak îlân etmiş ve yine “Tek Adam”ın başlıca maşalarından biri olan işbu 33 dereceli Farmasonun, bir başka Meclis konuşmasında (5 Şubat 1937) beyân ettiği vechiyle, “dînler”i (aslında münhasıran İslâmı) resmî ve umûmî hayâttan tardetmiş, vicdânlara hapsetmiş, varlığı ile yokluğu bir hâle getirmişti:

“Biz diyoruz ki, dînler, vicdânlarda ve mâbedlerde kalsın, maddî hayât ve dünyâ işine karışmasın! Karıştırmıyoruz ve karıştırmıyacağız! (Bravo sesleri, alkışlar)” (TBMM Zabıtları'ndan; 6 Şubat 1937 târihli Akşam'ın haberinde -s. 8-: “Biz diyoruz ki dînler câmilerde ve mâbedlerde bulunsun, maddî hayât ve dünyâ içine çıkmasın ve çıkarmıyoruz, çıkarmıyacağız!” şeklinde.)

Kemalizmi, tahakkümünün başlıca vâsıtası (“âlet-fikriyât”ı) olarak kullanan Mütehakkim Zümrenin müesses gayr-i insânî düzeninde, bu şartlar altında, alenen “Allâhü Ekber” demek dahi suç sayılıyordu… Minârelerden “Tanrı Uludur!”, “Tanrı Uludur!” bağırtısıyle Uydurma Ezân okumak mecbûriyeti vardı. Yâni Sahîh Ezân yasaktı. Yasağa îtirâz ve Sahîh Ezân okumaya cür'et edenler, 1 Şubat 1933'te Bursa'daki Ezân Hâdisesinde olduğu gibi, ânında ve bizzât “Büyük Şef” tarafından tepelenmeye mahkûmdular… (Bu mevzûda tafsîlât için Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi kitabımıza mürâcaât edilebilir…)

Bir misâl: Fevzi Çakmak'ın cenâzesindeki “İrticâ”

İşte Fevzi Çakmak'ın cenâze merâsimindeki sahîh Tekbîrin (“Tanrı Uludur” uydurması yerine, “Allâhü Ekber!” zikrinin) bile, hâlâ iş başında bulunan “Millî Şef” / CHP (Münâfık Günaltay) Hükûmeti ve onların sözcülüğünü yapan Devlet Radyosu ile gazeteler tarafından büyük bir “İrticâ” hâdisesi olarak takdîm edilmesi, Kemalizmin o en ceberût iktidâr devrinde memlekette hüküm süren mânevî tedhîşin şiddetini takdîr bakımından esâslı bir mîyârdır. Bu bakımdan, o devrin bir-iki gazetesine mürâcaat ederek hâdiseye vâkıf olmak, gayet ibret verici olacaktır.

Fanatik Kemalistler, Mareşal Fevzi Çakmak'ın 13 Nisan 1959'da cenâzesi kaldırılırken kalabalıktan “Allâhü Ekber” ve Salâ seslerinin yükselmesini “İrticâ hortladı!” yaygarasıyle büyük hâdise yapınca, cenâzeye iştirâk eden Üniversite talebe teşekkülleri, ertesi gün bir matbûât toplantısı yapıyor ve Kemalizme sadâkatlerini vurgulıyarak bu ithâmı reddediyorlar. 14 Nisan 1950 târihli Cumhuriyet'ten okuyoruz:

“Mareşal Fevzi Çakmağın cenaze töreninde vukubulan bazı taşkın hareketler genclik arasında teessür uyandırmıştır. Bu arada, cenazeye iştirak eden bazı grupların arabca tekbir getirmelerini, genclik, Atatürk inkılâbına karşı büyük bir saygısızlık olarak vasıflandırmaktadır. Türkiye Millî Talebe Federasyonu, bu hususları açıklamak maksadile dün bir basın toplantısı tertib etmiştir. Toplantıda İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği temsilcileri, Birlik genel sekreteri Faik Güven ve Yüksek Okullar Talebe Birliği mümessilleri hazır bulunmuşlardır.

“M. T. Federasyonu adına konuşan Federasoynun ikinci başkanı Orhan Cemal Fersoy [1923-1983; bilâhare İstanbul Millet Vekîli ve 1979-1980'de “Millî Eğitim Bakanı”], ezcümle şunları söylemiştir:

‘- Büyük ölüye karşı genclik son vazifesini yapmıştır. Fakat bizim ciddiyetle ele aldığımız bu hâdiseyi dejenere etmek istiyen kötü fikir sahibi kimseler gencliğin arasına sokularak bir takım uygunsuz hareketlerde bulunmuşlar ve bu hareketlerini gencliğe maletmek istemişlerdir. Halbuki gencler, taşkın hareketlerde bulunanları aralarından uzaklaştırmağa çalışmıştır. Bütün bunlara rağmen arzu edilmedik vakaları katiyen tasvib etmiyoruz.

‘Cenaze merasimi siyasî mülâhazalardan âri genclik tarafından dirije edilmiş ve bu arada Üniversiteliler tören müddetince asaletlerini bozacak bir harekette bulunmamışlardır. Çok iyi biliriz ki Türk gencliği Atatürkün inkılâblarını tam manasile hazmetmiş ve onun en esaslı müdafii kesilmiştir. Lüzumsuz taşkın hareketlerin hiçbir suretle üzerimize kondurulmamasını hassasiyetle beyan ederiz.' […]