Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 166

 “Dînî Islâhat” projesiyle, “Müslümanlık (büsbütün) tepelenmek istenmişti”

Vakit gazetesinin neşrinin üzerinden 19 sene geçecek, bu sefer Necip Fazıl,   Büyük Doğu'nun 2 Mayıs 1947 târihli nüshasında (ss. 13-14), mâhûd Lâyihayı “Bu Dini Nasıl Tepelemek İstediler?” başlığı altında tekrâr neşredecek ve dün söylenemiyenleri o zaman haykıracaktır.

Büyük Doğu'nun başlığı pek isâbetliydi; hakîkaten, zâten yerlerde sürünen “Müslümanlık, (büsbütün) tepelenmek istenmişti”…

Çünki bahis mevzûu olan, sâdece “Millî Şâir”imiz değil, ondan çok daha fazla bütün Türk târihinin en büyük mütefekkiri olan Mehmed Âkif merhûmun yaptığı gibi, asırların seyri içinde teşekkül etmiş sakîm, mütereddî bir Müslümanlık telâkkîsi yerine Kur'ânî aslına muvâfık bir İslâm telâkkîsine ulaşmak maksadıyle cehd sarfetmek değildi.

Yeni bir dîn: “Kemalist Müslümanlık”

Bilakis İslâm, ibâdet şekli îtibâriyle Yahûdilik ve Hıristiyanlığa benzetilmek isteniyor, Kur'ân-ı Kerîm'in siyâsî, ictimâî, ahlâkî, felsefî teblîği ise hiç umursanmıyor, hattâ Kemalizmin Dînin bu vechelerini ilgā edip onun yerine kāim olduğu, Dînin Kemalizme adım uydurmak mecbûriyetinde bulunduğu iddiâ ediliyor, üstelik Müslüman halka, “Kemalist İnkılâblar”ı Müslümanlıkla mezceden, “Ebedî Şef”i takdîs esâsı etrâfında şekillenen ve “Kemalist Müslümanlık” denilebilecek yeni bir dîn dayatılıyordu.

Dîğer tâbirle, hakîkatte Müslümanlıkla bir alâkaları olmıyan bu sûiniyet sâhibleri, Millî İrâdeyi hiçe sayarak ve vicdânlara tahakküm gibi birinci dereceden bir insanlık cürmü işleyerek halkı Kur'ânî Müslümanlıktan tamâmen koparmak, gasbettikleri Devlet imkânlarını seferber ederek ona kendi marazî zihinlerinin mahsûlü olan uydurma bir dîni benimsetmek emelindeydiler.

Nitekim, haberde, “Dînimize yeni hayâtın, tekâmülün seyrine uygun bir şekil vermek”ten dem vuruluyor ve Lâyihada da, “Demokrasi sâhasında tecellî eden muazzam Türk İnkılâbı”nın “bütün ictimâî müesseseleri ilmîleştirmek ve millîleştirmek” hedefini tâkîb ettiği şeklindeki bir ilk tesbîtten hemen sonra (2. maddede):

“Dîn de ictimâî bir müessesedir. Dîğer ictimâî müesseseler gibi, hayâtın zarûretlerine katlanmak, tekâmülün seyrini kovalamak mecbûriyetindedir.”

denmekteydi. Buradaki “hayâtın zarûretlerine katlanmak, tekâmülün seyrini kovalamak” tâbirlerinin “Müslümanlığa, Kemalist İnkılâba uygun bir mâhiyet kazandırmak” mânâsına geldiği âşikârdır.

“İki Kademeli Kemalist Dîn İnkılâbı Stratejisi”nin avâma ve havâssa dönük vecheleri

“İki Kademeli Kemalist Dîn İnkılâbı Stratejisi”nin avâma yönelik vechesi bu idi.

Havâssa dönük vechesi ise, bir taraftan (bu ikinci zümre nezdinde) birinci vecheyle Dîni maskaralaştırırken, dîğer taraftan lise ve yüksek tahsîl seviyesinde, -ideolojik bir silâh gibi kullanılan- târih, felsefe, sosyoloji, biyoloji dersleri, Maârif Vekâletinin muhtelif neşriyâtı, sıkı sıkıya murâkabe edilen ve aynı ideolojik programa hizmet mecbûriyetinde bırakılan husûsî kitap neşriyâtı ve nefes aldırılmıyan matbûat sâyesinde, ayrıca islâmî tedrîsât ile neşriyâta da olabildiğince sed çekerek, ibâdethâneleri, muhtelif dînî müesseseleri tahkîr ederek, Uydurma “Ezân” bağırtmak sûretiyle Dînin bu şiârını alaya alarak, türbelere dahi zincir vurarak, târihî eserlerin büyük bir kısmını yok ederek, islâmî mâzîyle bütün bağları koparmaya çalışarak, Diyânet câmiasını tazyîk ve sefâlet altında yaşatarak, kısaca mümkün mertebe “Dîni unutturarak” Materyalist ve Avrupacı yeni bir nesil yetiştirmek, Sabataî-Mason zümresinin tabiî müttefîki olacak bu nesli memlekete hâkim kılmaktı.

Totaliter Kemalist İdeoloji, bu vechesiyle, Materyalizm ve Avrupacılıkla bütünüyle aynîleşiyor, bunlara sâdece şahısperestlik ciheti zammoluyordu. Zâten Kemalizm, hiçbir esâslı felsefî arayışa istinâd etmiyen, orijinalliği olmıyan, serâpâ Avrupa mukallidliğinden ibâret bulunan pek basît bir iskolastik zihniyetin mahsûlüdür.

Necip Fazıl'ın hatâlı teşhîsi, haksız ithâmı

Necip Fazıl, “Millî Şef” Totalitarizminin -prangaların nisbeten gevşediği- ikinci devresinde mâhûd Lâyihayı neşrederken, mecmûasına, Vakit gazetesinin 20 Haziran 1928 târihli haberinde zikredilen on bir müderrisin isimlerini aynen derc ederek hepsini töhmet altında tutmuş, sâdece –o listede yer almıyan- Babanzâde Ahmed Naîm ve Ferid Kam Beylerin Lâyihayı imzâlamayı reddettiklerini kaydetmişti.

Lâyihayı müzâkere edip imzâladıkları iddiâ edilen on bir müderris şunlardı: 1) Köprülüzâde Fuad [Köprülü], 2) Terbiyeci İsmâil Hakkı [Baltacıoğlu], 3) Rûhiyat Müderrisi [Mustafâ] Şekîb [Tunç], 4) İzmirli İsmâil Hakkı, 5) Halîl Hâlid [Çerkeşşeyhizâde], 6) Halîl Nîmetullah [Öztürk], 7) Mehmed Ali Aynî, 8) Şerefettîn [Yaltkaya], 9) Şevket, 10) Arapgirli Hüseyin Avnî [Karamehmetoğlu], 11) Hilmi Ömer [Budda], 12) Yûsuf Ziyâ [Yörükân] Beyler…

Necip Fazıl, bu isimleri zikrederek, düne kadar Devlet (veyâ CHP, ki o zaman ikisi aynı şeydi) tedhîşiyle sindirildiği için feverân edemiyen Millet nâmına, bu on bir isme ve “Dîni tepeleme projesi”ne hışımla hücûm ediyordu:

“Sizin anlıyacağınız, kısa bir zaman sonra büsbütün ortadan kaldırılacak olan İlâhiyat Fakültesi Profesörlerinden bir grup, İslâmiyeti İnkılâba uydurmak ve her biri sahte bir Peygamber edasiyle yepyeni (!) bir din (!) vâzıı geçinmek, böylece günün cereyanını göya fikir ve ruhta nefsine temsil ettirmek dâvasındadır. İsimlerini aşağıda teker teker okuyacağınız bu heyette bulunmayan, kendilerine uzatılan lâyihayı imzalamayan, aynı Fakülte Müderrislerinden iki meşhur –ve bugün merhum- zat vardır: Babanzade Ahmet Naim Bey ve Ferit Kam… Şimdi nefret duygunuzu elinizden geldiği kadar zaptetmeğe çalışarak (Vakit) gazetesini okuyunuz; ve bugün yeni baştan dincilik gayretine düşen bazı şahısların iç yüzlerini ve İslâmiyeti ne şartla benimsemeğe hazır bulunduklarını böylece anlayınız…” (B.D., 2.5.1947, s. 13)

“Lâyiha” için ismi zikredilenlerden sâdece birkaçı ona tarafdârdı

Kemalist kültür jenosidinin parçası olan bu çeşit bir lâyihaya hışımla hücûm etmek elbette gayet isâbetli, gayet haklı bir tavırdı. Fakat Lâyihadan ve “Dinî Islâhat” projesinden haberde zikredilen on bir müderrisin tamâmını mes'ûl tutmak doğru muydu? Ve daha mühimmi, Proje, bu zevâtın veyâ bunlardan bir yâhud birkaçının eseri gibi mütâlâa edilebilir miydi? Bu çapta bir projenin hakîkî fâilini başka yerde aramak lâzım gelmez miydi?

Filhakîka, Vakit gazetesinin haberinde dahi, bir gün evvelki haberlerine atıfta bulunularak:

“İlâhiyat Fakültesi'nde toplanan ilmî bir hey'et tarafından dînî ıslâhatımızın tedkîk ve tesbît edildiğini yazmıştık. Dün daha esâslı mâlûmat elde etmek üzere alâkadârlarla yaptığımız temâslar, evvelemirde bu husûsta bize fazla bir şey öğretmedi; hattâ bâzıları, böyle bir komisyonun mevcûdiyetinden bile haberdâr olmadıklarını söyliyecek kadar menfî bir vazıyet aldılar.”

deniyordu.

Demek ki o on bir ismin tamâmını mâhûd Lâyihadan mes'ûl tutmak pek haksız bir tavırdı.

Dîğer taraftan, “gerek Naîm bey, gerek Ferid Bey İlâhiyât Fakültesinde müderris olmadıkları için onların bu mesele ile uzaktan, yakından alâkaları [zâten] bahis mevzuu değildi”. (Yörükân'ın mülâkatından)

Aslında, mâlûm olan, o isimlerden sâdece İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Şerefettin Yaltkaya, (-19 Haziran 1924'te Resne Locası'nda tekrîs edilmiş- Farmason) Mustafa Şekib Tunç ve (Farmason) Halil Nimetullah Öztürk'ün “Türkçe İbâdet Vâsıtasıyle Dînde Reform” fikrine tarafdâr oldukları…

Hakîkî fâilin ismi listede geçmiyordu

Nitekim Prof. Yusuf Ziya Yörükân'ın şahâdeti, (tenkîdî zihniyetle değerlendirilmek ve başka verilerle de irtibatlandırılmak şartıyle) bizi, Lâyiha vâsıtasıyle efkâr-ı umûmiyeye açıklanan “Dînde Reform” veyâ (o devirde resmen kullanılan daha doğru tâbirle) “Dîn İnkılâbı” projesinin hakîkî sâhibini hattâ o liste dışında aramaya götürüyor…