Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 168

Baltacıoğlu, Efendi'si gibi, Müslümanlara, Kur'ân'ın Vahiy kitabı olmadığını kabûl ettirmek istiyordu

Baltacıoğlu, bahis mevzûu mülâkatta, Kur'ân-ı Kerîm'i nasıl değerlendirmek lâzım geldiği husûsunda da şu mütâlâada bulunuyordu:

“Müslümanların Kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm'in mutlak ve beşerî hüviyetini bize öğretecek olan tam bir felsefeye ihtiyaç vardır. Bu felsefe, beşerî bir hadsin mahsûlü, mânevî bir küll ve irâdî bir uzviyet olarak telâkkî edilmesi lâzım gelen Kur'ân-ı Kerîm'e tatbîk edilecek olan kuvvânî (dynamique) bir rü'yet ile yapılabilir. Muâsır Müslümanlığın muhtaç olduğu şey, bu tarz-ı rü'yettir.”

Görüldüğü gibi, Baltacıoğlu, burada “bizim mukaddes kitabımız olan Kur'ân-ı Kerîm” demiyor da, kendisini dışarıda tutarak: “Müslümanların Kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm” diyor…

İş bununla bitmiyor! Müslümanlardan, Mukaddes Kitaplarını “beşerî bir hadsin [sezginin] mahsûlü olarak telâkkî etmelerini” ve onun “beşerî hüviyetini” kabûl etmelerini istiyor…

Dîğer tâbirle, Kur'ân-ı Kerîm, Kemalist Tarih kitaplarında telkîn edildiği gibi, İlâhî Plana âid (Vahiy) değilmiş, Hz. Muhammed'in kendi tefekkürünün veyâ sezgisinin mahsûlüymüş…

Bittabi, bu takdîrde Hz. Peygamber'i de bir feylesof olarak kabûl etmek iktizâ ediyor…

Üstelik (hâşâ) sahtekâr bir feylesof! Zîrâ kendi tefekkür veyâ sezgisinin mahsûlü olan Kitab'ı Vahiy gibi göstererek insanları aldatmış…

Baltacıoğlu, Layiha'da, bu kanâatini dahi tekrâr ediyor:

“Asıl mühim olan şey, ne Kur'an-ı Kerîm'in Türkçesi, ne de bu Türkçenin tasnîf ve tensîk edilmiş şeklidir. Mühim olan şey, Kur'ân'ın ve İslâm dîninin beşerî ve mutlak mâhiyetini gösteren felsefî bir rü'yettir…”

“Dînime dahleden bârî Müslüman olsa!”

Ecdâd ne güzel söylemiş: “Dînime dahleden (karışan) bârî Müslüman olsa!”

“Ebedî Şef” devrinde Dârülfünûn Emîni (İstanbul Üniversitesi Rektörü, 1923-1925) ve “Millî Şef” devrinde de iki devre (1943-1950) Milletvekîli tâyîn edilen Baltacıoğlu'nun (1886-1978) “İki Kademeli Dîn İnkılâbı Stratejisi”nin mühim bir âleti olduğuna şüphe yok! Ömrü boyunca fanatik bir Kemalist olarak yaşadı ve bu uğurda, (Serbest Fırka bahsinde daha geniş olarak naklettiğimiz gibi) “softa” dediği Müslümanlara en ağır hakaretlerle taarruz etmekten çekinmedi:

“Softa başkaldırmış, ortalığa saldırıyor! Softa Türk inkılâbına saldırıyor, softa Kemalistlere saldırıyor, softa Mustafa Kemal'e saldırıyor! […] Padişahların dalkavuğu, halifelerin kölesi, medreselerin gediklisi, kara kaplı kitabın bekçisi, yosun kafalı, baykuş suratlı, şom ağızlı softa! […] Softa em, şiş, patla! Yalnız ulu Atatürk'e, Türk ulusunun kutsallaşmış hatıralarına dil uzatma, inkılâp tarihine köpek gibi uluma!” (Yeni Adam mecmûasının 25 Ocak 1951 târih ve 686 sayılı nüshasından)

Kur'ân-ı Kerîm, Kemalist jargonunda “Kara Kaplı Kitap”

Bu makalesindeki “kara kaplı kitap” ifâdesine bilhassa dikkat etmek lâzım!

O “kara kaplı kitab”ı 1957'de Kur'ân ismiyle Uydurmacaya tercüme etmiş, bu sûretle de onunla alay etmeye devâm etmişti… O ki bizzât: “Ben arapça bilmem, arapça anlarım!” diye övünüyordu…  (“Softalar siz çok ileri gidiyorsunuz!”, Yeni Adam, 9 Ekim 1958, sayı: 765)

Dîğer taraftan, kendi Uydurmaca metnine Kur'ân demek ne büyük haddinibilmezlik!

Kur'ân'ı Uydurmacaya tercüme etmek, onu alaya almaktır

Ve Kur'ân-ı Azîmüşşân'ı Uydurmaca gibi bir dile tercüme etmeye kalkışmak, ona ne büyük hürmetsizlik!

“Övülmek yalnız Allah'a yaraşır. O Allah ki bütün varlıkların çalabıdır. Acıyıcıdır, esirgeyicidir. Yargı gününün hakanıdır. İlh…”

Bir asır var ki Dînimiz gibi İlâhî Kitabımız da maskara edilmeye çalışılıyor… Piyasa artık Baltacıoğlu ve Besim Atalay mukallidi mütercimlerin Uydurmaca Meâllerinin istîlâsı altında…

“Lâyiha”yı Baltacıoğlu'nun kaleme aldığına dâir ikinci delîl

Lâyihanın müellifinin Baltacıoğlu olduğuna dâir bir başka kat'î delîle de, yukarıda makalesine atıfta bulunduğumuz Haldun Özen işâret etmiş.

Bu, İlâhiyât Fakültesi Reîs Vekîli Fuad Köprülü tarafından Dîvân Âzâlarına gönderilen 11 Haziran 1928 târih ve 92/1092 adedli, yedi maddelik “Rûznâme-i Müzâkerât”ı muhtevî Dâvetiye… (Dâvetiye'nin tam metni: Özen 1999/9: 33)

Rûznâmenin 1. Maddesinde: “Terbiye Müderrisi İsmail Hakkı Bey'in dînî ıslâhat hakkındaki lâyihasının müzâkeresi” deniyor ve Dâvetiye: “İlâhiyat Fakültesi Müderrisîn Meclisi 18 Haziran 1928 Pazartesi günü sâat ikide ictimâ ederek bâlâda muharrer rûznâme-i müzâkerât hakkında müdâvele-i efkâr edileceğinden her hâlde teşrîfleri ricâ olunur, Efendim” cümlesiyle son buluyor…

 

15 Mayıs 1928 târih ve 110 sayılı Millî Mecmûa'da “Türk İnkılâbı Karşısında Müslümanlık” başlıklı tahkîkata İsmayıl Hakkı Bey'in cevâbları. (Haldun Özen'den naklen.) “Ebedî Şef”in tâlimâtıyle, halk, adım adım “Dîn İnkılâbı”na hazırlanıyordu…
***   
 

 

Müslümanlık adına büyük utanç: Kemalizmi istismâr

Makalemizin başında da kaydettiğimiz üzere, Vakit gazetesinin 19 Haziran 1928 târihli nüshasında “Lâyiha” hakkında ilk haber verilmiş ve ondan bâzı pasajlar nakledilmişti. Bu nüshadaki haberde, Fuad Köprülü:

“Dînî ıslâhat etrâfında müzâkerâtta bulunan Dârülfünûn İlâhiyât Fakültesi müderrislerinden mürekkeb komisyon henüz müzâkerelerini intâc etmedi. Bir hafta, on güne kadar biteceğini ümîd ediyorum. Dînî ıslâhattan maksad, hayâtın dîğer şûbe ve sâhalarında olduğu gibi, seyr-i tekâmülden dîn hayâtını da nasîbedâr etmektir. Lâyihayı Dârülfünûn Dîvânı'na arzedeceğim. Oradan da Maârif Vekâleti'ne takdîm edilecektir.”

diyordu. (Özen 1999/9: 33)

Eşref Edip, Yusuf Ziya'yle yaptığı mülâkatta şu tuhaf şâyiayı naklediyor:

“Bizim işittiğimize göre bu mesele gazetede intişar edince Sarayda büyük hiddet ve infial husule gelmiş, Atatürk, reise çok şiddetli sözler söylemiş: ‘Siz, kime sordunuz da böyle boyunuzdan büyük işlere kalkıştınız?' demiş. Onun üzerine bu işe teşebbüs edenler iki cami arasında beynamaz kalmışlar, işi kapatmışlar.”

Yusuf Ziya da bu şâyiayı hemen tasdîk ediyor:

“Biz de böyle işitmiştik. Bu husus hakkında da Fuad Köprülü size esaslı malûmat verebilir.” (İslâm-Türk Ans. Mec., Temmuz 1947, II/73: 10)

Hâlbuki böyle bir iddiâ, Yusuf Ziya Bey'in mülâkatın yukarı kısmında verdiği bilgilerle tenâkuz hâlindedir. Belli ki herkes gibi onlar da “Tek Adam”ı kendilerine mesned yapmak istiyorlar. Hiç mi hiç ahlâkî olmamak, Müslümanlık nâmına çok utanılacak bir hâl teşkîl etmekle berâber, bu tavrın maâlesef Müslümanlar arasında da pek yaygın olduğu isbâttan vârestedir…