Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 169

Perde-arkasındaki hakîkî fâil gizlenemez
Yusuf Ziya, mülâkatında, “bir emr-i vâkî karşısında bırakılmak istenildikleri”nden bahsetmemiş miydi?
Öyleyse bu kimdi?
Baltacıoğlu, arkadaşlarının şimşeklerini üstüne çekmek pahasına, kendi başına böyle bir şeye cür'et edebilir miydi?
Üstelik, Fuad Köprülü'nün, İlâhiyât Müderrislerine: “Sizden mühim şeyler, dinî bir ıslâhat beklenmektedir. Siz buna dair bir şey hazırlayın, toplanalım. Onu müzakere edelim.” dediğini de yine kendisi naklediyor…
Öyleyse onlardan kim “dînî bir ıslâhata” ön ayak olmalarını bekliyordu?
Bunun, o günki Totaliter Rejim îcâbı, “Ebedî Şef”ten başkası olması kabil mi?
Bunu kavramak için biraz iz'ân sâhibi, biraz da hakîkatperver olmak yetmez mi?
Vâkıa böyle olmasa, töhmet altında bırakılan müderrîsler, “Lâyiha” metninin kaleme alınmasının da, bir emr-i vâkî hâlinde gazetede neşredilmesinin de Zirve'nin tâlimâtıyle olduğunu bilmeseler, en azından gazeteye bir tekzîb göndermezler miydi, Baltacıoğlu'nu dâvâ etmezler miydi, Fakülte'de onun hakkında tahkîkat açılmaz mıydı?



1920'li, 30'lu senelerin Totaliter Rejim şartlarında, “Tek Adam”dan başka kim Anadolu Milletine bir “Dîn İnkılâbı” dayatabilirdi?
Yukarıda, Cemal Kutay'ın haftalık Millet mecmûasının 4 Mart 1948 târihli 109. sayısında (s. 4), Kemalist “Dîn İnkılâbı”na âlet edilen hâfızlardan Ali Rıza Sağman'la bu mevzûda yapılan mülâkatın başlangıcı görülüyor… O günlerde Sen Mişel ve Dârüşşafaka Liselerinde târih muallimi olan Sağman'ın müşâhedelerine nazaran:
“Atatürk'ün din reformu yapmak istediği asla şüphe götürmez. Ben kendi kulağımla: ‘Ben de bilirim ki insanlar dinsiz yaşıyamaz…' dediğini defalarca işittim. Atatürk, bu reformasyon hareketine ezanların ve bayram namazlarında okunmakta olan tekbirlerin Türkçeleştirilmesile başladı. Kur'anı Kerimin de Türkçe okunması bu merhalenin ikinci kısmını teşkil ediyordu. Bu işleri sistemli bir şekilde tatbik için Dolmabahçede topladığı elemanlar arasında ben de vardım. Daha evvel şunu söylemek isterim ki cemiyetlerin dinsiz yaşıyamıyacağına mutlak surette iman eden Atatürk'ün ruhunda dine karşı kuvvetli bir reaksiyon şimşeğinin çaktığı muhakkaktı…”
***


“Dîn İnkılâbı” projesi, 1933'te resmen îlân edilmişti
Bu husûslar bir tarafa, Kemalist Rejimin 10. Yıldönümü vesîlesiyle Mediha Muzaffer'e (Baysal) yazdırılıp 1933'te İstanbul'da Devlet Matbaası'nda bastırılan İnkılâbın Ruhu isimli resmî propaganda kitabının bölüm başlıklarından biri de “Din İnkılâbı” değil mi?
Dahası, 1928'in “Dîn İnkılâbı” projesini Falih Rıfkı da Çankaya kitabında aynen tekrâr etmiyor mu:
“Kemalizm, aslında büyük ve esâslı bir dîn re¬formudur! […] Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün âyet hükümlerini kaldırmıştır. […] Hac, Kâbe'den faydalanan Mekkelilerin Müslümanlığını sağlamak içün konmuştıır ve bu döviz çağında, Hicaz dışındaki hiçbir yabancı Müslüman halkı buna zorlanamaz. Namaz şekli de, iskemle olmayan entârili bir halkın yaşayışına uygundur. Pantolon, etek ve hele başkasının ayağı değen yere yüz değdirmeyi ya¬sak eden hijyen devrinde yürüyemez. […] Atatürk, ibadet devrimine, ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. […] Arkadan dil ve Kur'ân metni mes'eleleri çıkıp namazın Türkçeleşmesi gecikti idi. Atatürk sağ kalsaydı, ibadet reformu olacağında da şübhe yoktu!” (Atay, Çankaya, İstanbul: Bateş A.Ş., 1980, ss. 393-394)
Binâenaleyh “Dînî Islâhatın Esâsları Hakkında Lâyiha”nın arkasında hakîkatte kimin bulunduğu, fiilen de isbât edilmiştir. Zîrâ Ocak 1932'de o lâyihanın “Öztürkçe Ezân”, “Öztürkçe Kur'ân Tilâveti” vecheleri “Tek Adam”ın emriyle câmilerde tatbîkata konulmuş, hattâ, 1 Şubat 1933'te Bursa'daki Sahîh Ezân Hâdisesinde müşâhede edildiği vechiyle, bu tatbîkat kendisi tarafından sıkı tâkîbe alınmış, Mediha Muzaffer Baysal'a yazdırılan kitapla bunun “Dîn İnkılâbı” olduğu resmen îlân edilmiş, câmilerin havralara benzetilmesi ve sâir husûslar ise, “Ebedî Şef”in ömrünün vefâ etmemesi sebebiyle noksân kalmıştır. Sağ kalsaydı, onların da tatbîkata konulacağı husûsunda, bize, matbûâttaki bir numaralı sözcüsü Falih Rıfkı Atay têmînât veriyor…
“Rûhunda Müslümanlığa karşı kuvvetli bir reaksiyon şimşeği çakıyor” imiş
Ocak 1932'den îtibâren câmilerde uyduruk bir “Türkçe Kur'ân” tilâveti faâliyetlerine zoraki iştirâk ettirilmiş bulunan ve 1950'lerde “azîm ve pürdehşet bir sel önünde bir koca kütük olamadık; herkes gibi biz de resmî ve sivil köpükler ile gelen bu sel önünde bir saman çöpü durumuna düşmüştük” diye hayıflanan (Sebilürreşad, Şubat 1951, IV/95: 312) hâfız, muharrir, bestekâr Ali Rıza Sağman (1890-1965), “Öztürkçe İbâdet Vâsıtasıyle Dîn İnkılâbı” projesinin en fanatik propagandacılarından Cemal Kutay'ın Millet mecmûasına verdiği mülâkatta, bu Kemalist tilâvet faaliyetleriyle alâkalı olarak eserin sâhibi hakkındaki şahsî müşâhedesini şu çarpıcı sözle dile getiriyordu:
“… Cem'iyetlerin dînsiz yaşıyamıyacağına mutlak sûrette îmân eden Atatürk'ün rûhunda dîne karşı kuvvetli bir reaksiyon şimşeğinin çaktığı muhakkaktı.” (“Atatürk ve Dîn”, Millet, 4 Mart 1948, sayı 109, s. 4)
“Tek Adam”, hem cem'iyetlerin dînsiz yaşıyamıyacağını düşünüyormuş, hem de Dîne (Müslümanlığa) karşı müdhiş bir gayz içindeymiş…
Farklı seviyeler dikkate alındığında bu iki mütenâkız düşünce pekâlâ kabil-i telîf hâle geliyor: Avâm ve havâs…
Avâm dînsiz yaşıyamaz, binâenaleyh onu “Kemalist Müslümanlık” dînine bağlamak lâzım…
Havâssa lâyık olan ise, Materyalizm…
Voltaire başta olmak üzere 18. asır Fransız feylesoflarının ekseriyetinin dîn mes'elesine yaklaşımı da böyle değil miydi?



4 Mart 1948 târih ve 109 sayılı Millet mecmûasına (s. 4) verdiği mülâkattan: “Cem'iyetlerin dînsiz yaşıyamıyacağına mutlak sûrette îmân eden Atatürk'ün rûhunda dîne karşı kuvvetli bir reaksiyon şimşeğinin çaktığı muhakkaktı”…
***