Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 186

(Milliyet, 13 Nisan 1966, s. 5)
Milliyet gazetesinde, Lord Kinross'un kitabındaki “Mânevî Evlâdlar” bahsinin yer aldığı 150 numaralı tefrika… Mütercim Murat Belge, bu bahsi, “tabu”nun resmî imajına zarâr vermiyecek sûrette mahâretle tahrîf etmiştir… Bu tefrikadaki resimde görülen genç kız, Mustafa Kemâl'e fotoğrafını imzâlatan (“çıplak dansöz”) Râfet Süreyyâ'dır…
***
 

 

Kemalist sansür nîçin mahdûd kaldı?

Kinross'un kitabında, Mustafa Kemâl'in “resmî târihe” ve onun altın hâleyle çevrilmiş “Türklerin Babası” imajına muvâfık düşmiyen gayr-i mazbût hayâtıyle alâkalı daha başka pasajların Kemalist Propagandanın sansürüne neden takılmadıkları bir başka merâk mevzûudur... Acabâ sebeb, Kemalizmin “kadınları serbestleştirme projesi” dikkate alındığında, bunların sanki bu pojenin bir îcâbıymış gibi görünmesinden midir? Yâhud Mütehakkim Zümre, “Tek Adam”ın da zâten böyle şeylerle iftihâr ettiğini bildiği için mi onlardan gocunmamıştır?

Ömrü hep “eğlence” muhîtlerinde geçti

Filhakîka, M. Kemal'in, çocukluğundan ömrünün sonuna kadar hayâtının hiçbir devresinde Müslümanca bir hayât yaşamak husûsunda en küçük bir vicdânî endîşe dahi taşımadığı gözleniyor. Küçüklüğünden îtibâren Selânik'deki Sabataîlerin, Mûsevîlerin, Frenklerin hayât tarzına özeniyor ve hep onları taklîd ediyor. Annesinin zihniyeti de bu istikamette olduğu için oğluna aksi cihette bir telkînde bulunmuyor ve onun, sabahlara kadar Yonyo ve benzeri meyhânelerde eğlenmesi karşısında memnûniyetsizlik de duymuyor. Askerî mekteblerde veyâ İstiklâl Harbi zarfında İslâmın îcâblarına uyar gibi göründüğü zamanlar da, bu, bütünüyle zâhiren ve makyavelist siyâset muktezâsıdır. Onun nazarında içki içmek, çeşit çeşit kadınla, v.s. düşüp kalkmak utanılacak şeyler değildir; bilakis bunları hiç çekinmeden irtikâb etmek, hattâ umûma îlân etmek ve herkese bu fiilleri telkîn etmek “medenîlik”, Avrupalılık îcâbıdır.

“Bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki!”

Nitekim, Falih Rıfkı'nın Çankaya'nın “Önsöz”ünde yazdığına nazaran, bir gece, yine “sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi”. “O gece bazı aşırıca sahneler geçti”. Sabaha doğru etrâfında birkaç yâreni kalmıştır. O zaman Atay, onun hayât hikâyesini kaleme almak arzûsundan bahsediyor. Soruyor: “- Dün geceyi yazacak mısınız?” Atay, cevâben, bu kadar husûsiyete girmeye lüzûm olmadığını söylüyor. Hâlbuki o, bu sefâhat âlemlerinin yazılmasında beis görmüyor: “- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki!” Buna binâendir ki Atay, bunları iftihârla yazmaktan çekinmiyor ve böylece bizi “onun yüceliği altında eziyor”…

Bu arada kadınlarla münâsebetlerini meşrûlaştırmak için de şöyle bir senaryo uyduruyor: Gûyâ “Kocaeli köylerinden birinde, Atatürk'ün koynuna her gece bir bâkir kız verildiği söylenmektedir”. Bunun üzerine, “ak sakallı bir ihtiyar der ki: - Haydi be canım, ölünceye kadar her gece bir kız verseler, Yunan askerlerinin bir gecede yaptığını yapmağa ömrü yetmez!” (Atay 1980: 12-13)

Hani o “Halâskâr Gazi”dir ya, ne istese ona fedâdır; ona her gece bir Türk kızı sunulsa çok mudur? Tam da Atay gibi cemâziyelevveli Komünist, cemâziyelâhiri Kemalperest bir Farmasona yakışır muhâkeme tarzı!

“Armstrong yaptığımız sefahati eksik yazmış!”

İngiliz müellifi Yüzbaşı H. C. Armstrong, M. Kemâl hakkında, 1932'de, Grey Wolf (Bozkurt) isminde bir kitap neşretmiş, kitabında onu umûmiyetle övmüş, bâzan yermiş, bu arada husûsî hayâtı hakkında da bilgi vermişti. Kılıç Ali'nin hâtıralarına göre, Hükûmet kitabı mahzûrlu bulup Türkiye'ye girişini yasaklayınca, “Tek Adam” onu bir gece mûtad sofrasında uzun uzun tercüme ettirip dinliyor ve sonra:

“- Adamcağız yaptığımız sefahati eksik yazmış; bu eksiklerini ben ikmal edeyim de kitaba müsâade edilsin ve memlekette okunsun!”

diyor. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yl., 1955, ss. 80-81)

“İyiden iyiye sefâhate daldı”

Arba Yayınevi'nin neşrettiği sansürlü tercümede, husûsî hayâtı hakkında meselâ şöyle bir pasaj bulunuyor:

“[Latife Hanım'ı boşadıktan sonra] iyiden iyiye sefahate daldı. Her zamankinden de fazla içki içmeye başladı. Kadınlarla [ve …] açıktan açığa bir dizi ilişkiye girdi. Genç […] onu cezbediyordu. […] eşleri ve kızları ile ilişkilerini ilerletti. Önemli kişiler bile, kadın akrabalarını, ondan uzaklaştırmak amacıyla Ankara'dan gönderdiler.

[Karısıyla alâkası hakkındaki dedikodulardan şikâyet eden bir paşaya cevâbı:] Evet, doğru! Karına sahip oldum! Aleyhimde çevirdiğin dolaplar yüzünden seni cezalandırmak için onu aldım! [Ve bir muhafızı çağırarak onu def' ediyor…] (Bozkurt, Gül Çağalı Güven Tercümesi, İstanbul: Arba Yl., 1996, ss. 179-180)

“O, husûsî hayâtını gizlemeye lüzûm görmez!”

“Tek Adam”, yine de, Bozkurt müellifinin verdiği bâzı bilgilerden ve yaptığı tahlîllerden fevkalâde rahatsız oluyor ve ona gayet şedîd bir üslûpla uzun uzadıya cevap veriyor. Cevaplarını Akşam gazetesi sâhib ve başmuharriri Necmeddin Sadık (Sadak)'a dikte ediyor, o da bunları gazetesindeki başmakale köşesinde, 8-19 Aralık 1932 târihlerinde, 12 tefrika hâlinde neşrediyor. Bunlarda içkiye düşkünlüğü için şöyle diyor:

“Mustafa Kemal zaman zaman içki içer ve içtiği de herkesçe malûmdur. O, bunu asla gizli yapmaz. Binlerce, milletin şerefine alenen kadehini kaldırdığı görülmüştür. Zaten o, hususî hayatının hiç bir köşesini gizlemeye hiç bir zaman lüzum görmemiş ve görmemektedir.”

Bu cevâblarda daha câlib-i dikkat olan bir husûs ise, Armstrong'un yukarıda naklettiğimiz kadınlar, v.s. ile alâkalı iddiâlarına alınmayıp onun “boyalı kadınlara düşkün” olması hakkındaki iddiâsını şiddetle reddetmesidir:

“Bir de, Mustafa Kemal, herkes gibi, kadınlardan hoşlanmaz değildi. Fakat dünyada en çok nefret ve istikrah ettiği de muharririn tarif ettiği nev'iden süflî boyalı kadınlardır. Gazi'nin bu tarzda eğlencesini hiç kimse görmemiştir.” (Armstrong'dan Bozkurt Mustafa Kemal ve İftiralara Cevap!, Derleyen: Sadi Borak, Neşreden: Niyazi Ahmet Banoğlu, 1955, ss. 42-43)

Mina Urgan'ın bir hâtırası

M.Kemal'in, âdâb-ı muâşerette dahi “tıpkı Avrupa'ya benzememiz için gereken her şeyi” yapmasıyle (Anılar, s. 163) iftihâr eden Mîna Urgan'ın, kendisinin annesi ve Falih Rıfkı Atay'ın eşi Şefîka Hanım'dan naklen anlattığı ve “Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlarla erkekleri bir arada eğlenmeye alıştırmak amacıyla boyuna verilen balolardan” (Anılar, s. 159) birinde geçen aşağıdaki sohbet, o devrin Kemalist muhîtine hâkim olan zihniyet ve ahlâk anlayışı  hakkında çarpıcı bir sahnedir:

“Tandığımız bir mimar vardı. Karısı da incecik, uzun boylu, mavi gözlü, siyah saçlı, görülmemiş bir âfetti. Şefika'nın ‘Büyük Millet Meclisinin gangsterlerinden' diye tanımladığı bir hükûmet üyesi de, bu kadına bayılıyormuş. Bir baloda, aklınca kadını baştan çıkarmak umuduyla, gidip onu dansa kaldıracağını söylemiş. Mustafa Kemal de, bir masada oturan mimarla güzel eşine uzaktan bir baktıktan sonra, vekile şöyle demiş: ‘- Git, kadını dansa kaldır; sululuk da yap ki vekilmiş filan diye hiç düşünmeden kocası hepimizin gözünün önünde, seni evire çevire bir güzel dövsün. Bak şu adama. Pezevenk olabilecek hali var mı şu adamın?' Mimarı yakından tanıyan annem, Mustafa Kemal'in yüzde yüz doğru söylediğini; kim olursa olsun, karısına en küçük saygısızlık yapanı, o adamın sahiden döveceğini söylerdi.” (Mîna Urgan, Bir Dinozorun Anıları, İstanbul: Yapı Kredi Yl., 1998, s. 162)