Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 22

Çiftliklerle uğraşacak hâli kalmamıştı

1937 Haziranındaki bağış hâdisesi, insanda, artık sonunun yaklaştığını hisseden bir adamın davranışları intibâı bırakıyor. Mâhiyetini henüz bilemese de ciddî sûrette hasta olduğunun farkındadır ve bu hâldeyken çiftliklerin işleriyle uğraşmaya mecâli kalmamıştır. Üstelik, çiftlikler zarâr etmektedir. Binâenaleyh hem sıhhî, hem mâlî sebeblerle onları elden çıkarmak şart olmuştur. Evvelâ onları Zirâat Vekâleti'ne satmaya niyet etmişse de, İnönü, onu, bu satış muâmelesinin pek yakışıksız bir hareket olacağına iknâ edince bundan vaz geçmiş, yine İnönü'nün telkîniyle ve kerhen bağış fikrini kabûl etmiştir. Şânına şân katacak bir bağış…

5 Eylûl 1938 târihli Vasıyetnâme ise, âşikârdır ki ölümün pek yakın olduğunu bilen birinin hâletirûhiyesinin ifâdesidir. Nitekim bu târihten takrîben bir ay sonra ilk ponksiyon yapılarak karnından litrelerle istiskā alınacak ve bu ameliye, onun için, sonun başlangıcı olacaktır…

İki ecnebî hekim daha müdâhale ediyor

Karnında biriken mâyî yüzünden çektiği ıztırâb tahammül edilemiyecek hâle gelince, “Hükûmetçe, tekrar dışarıdan karaciğer hastalıkları üzerinde milletlerarası şöhret yapmış” iki mütehassıs daha celbedildi: “Berlin Tıp Fakültesi İkinci Dahiliye Direktörü Prof. Von Bergman ile Viyana Tıp Fakültesinden Prof. Eppinger”… Bunlar, karındaki mâyîin “ponction” (mâyîi şırıngayla alma) yerine civâlı müdrir (idrâr söktürücü) kullanılarak bertaraf edilmesinin, muhtemel bir ihtilâtı önlemek için daha isâbetli olacağına karâr verdiler. Mâmâfih tatbîk edilen bu usûl netîce vermedi. (Soyak 1973: 2/752)

 

Savarona yatına yerleştiğinde, karnı, istiskā sebebiyle şişmeye başlamıştı ve daha geniş ceketler diktirerek karnını fazla belli etmemeye çalışıyordu. Her geçen gün, maddeten ve mânen biraz daha çöküyor, ıztırâbı tahammül edilmez bir hâl alıyordu…

*** 

 

Dr. Fiessinger'nin nezâretinde 1. ponksiyon 

Bunun üzerine, Prof. Dr. Fiessinger 3. def'a olarak dâvet edildi.

13 Ekim 1938'de, Fransız tabîbinin nezâretinde ve hastanın tercîhiyle, Cerrâhî Profesörü Mim Kemal Öke tarafından ponksiyonla 12 litre (yâni yaklaşık bir gaz tenekesi kadar; mâmâfih, kaynaklara göre, bu rakam 10'dan 16 litreye kadar değişiyor) mâyî alındı. Bu müdâhale sâyesinde hasta bir-iki gün rahatladıysa da, karnında tekrâr mâyî toplanmaya ve zaaf hâli artmaya başladı; bu arada geçici bir hâfıza kaybı yaşadı.

Hasta, komada

Bu hâli atlattıysa da, 16 Ekim 1938 günü öğleden sonra, komaya girdi. Komaya girince, Pâris'e dönmüş olan Dr. Fiessinger telefonla aranıp onun tavsıyelerine göre ilâçlar verildi ve tedâvîye devâm edildi. Koma hâli 5 gün sürdü. 21 Ekim sabahı yavaş yavaş komadan sıyrılmaya başladı ve o günün gecesinde rahat bir uykudan sonra, 22 Ekim 1938 sabahı şuûrunu tekrâr bütünüyle kazandı. Soyak'a:

“- Gel bakalım, ne dersin; biz gittik, geldik! Bu doktorlar insana âdeta can veriyorlar!”

dedi. (Soyak 1973: 752, 762-766; Ünaydın/Belger 1959: 31, 33, 39, 42)

Bilâhare, Dr. Mim Kemal Öke'ye:

“-Ne oldum?”

diye sorunca, o da:

“- Kesîf bir uyku uyudunuz, Efendim!”

diye cevâb vermiş. (Kılıç Ali 1955: 80)

Üç haftalık ömrü kaldı

O günlerde Ünaydın'la görüşen Dr. Belger, ona:

“Menhus hastalık, denebilir ki, âdeta dört nala koşuyor… Bu gidişle, mûcize müstesna, Hasta, çok korkulur ki yirmi, yirmi beş günden fazla dayanamaz.”

demiş (Ünaydın/Belger 1959: 45), bunu Soyak'a da bu şekilde bildirmiş (Soyak 1973: 767) ve hakîkaten de öyle oldu.

Bu kısa devrede, müşârünileyh, bilhassa 29 Ekimdeki “Cumhûriyet kutlamaları” ve 1 Kasımda TBMM'de okunacak açış nutku gibi mes'elelerle meşgul oluyor…

Başvekîl Bayar'ın hazırladığı nutku dinliyor ve yer yer tashîh ediyor…

Kendisine sadâkatten hiçbir sebeble ayrılmamış olan Büyük Erkânıharbiye Reîsi Mareşal Çakmak'la berâber Orduya Hitâbesini hazırlıyor ve metin, Bayram merâsimi esnâsında, Bayar tarafından okunuyor… Orduya Hitâbe, Kemalist Târih Tezinin ve Güneş-Dil Teorisinin bir yakıştırmasıyle başlıyor:

“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu”…

Tanınmaz hâle geliyor

Bu meyânda, iştahı iyice kesilmiş, “âdeta bir deri bir kemik kalmıştı”. (Kılıç Ali 1955: 67) “Karnındaki mayi süratle çoğalıyor, göğsünü ve kalbini tazyik ediyor, nefes almasını güçleştiriyordu; dayanılmaz bir ıztırap içindeydi.” (Soyak 1973: 769) “Atatürk günden güne erimeğe devam ediyordu. Hattâ her zaman yanında bulunan (Ülkü) bile onu tanıyamaz olmuştu.” (Şapolyo 1958: 543)

 

 

(Hasan Pulur, “Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor”, Milliyet, 22 Kasım 1968, s. 5, son tefrika –No 13-)
Yukarıdaki resminde, hakîkaten, ölümünün yaklaştığı haftalarda tanınmaz hâle geldiği görülüyor…

*** 

 

 

 2.ponksiyon

7 Kasım 1938 Salı sabahı, tahammül edilmez derecede ıztırâb çektiği için, nöbetleşe baş ucundan hiç ayrılmıyan tabîblerden bu mâyîi tekrâr almalarını taleb etti. Tabîbler, bunun komayı ve arkasından ölümü intâc edebileceğini bildikleri için onu oyalamaya, hiç olmazsa bir gün daha yaşatmaya çalışıyorlardı. Ama kat'î bir lisânla, onlara:

“- Emrediyorum; bunu bugün çekin!” dedi. (Ünaydın/Belger 1959: 46)

Ve o sabah, ikinci ponksiyon yapılmak zorunda kalındı. O gün Dr. Öke, Saray'da olmadığı için, ponksiyonu bu kerre Dr. Mehmet Kâmil Berk yaptı.

2. ponksiyondan sonra epeyce rahatlamış, fakat gece yarısından sonra, kendisine, dört saat kadar süren bir unutkanlık hâli ârız olmuştu.

8 Kasım 1938 Çarşamba gününün büyük kısmını sâkin geçiriyor, fakat akşama doğru yine fenâlaşıyor. Soyak, onu odasında şu vazıyette görüyor:

“Yatağın ortasında, iki elini yanlarına dayamış, oturuyor ve mütemadiyen öğürerek: ‘Allah kahretsin!' diye söyleniyordu. Ara sıra da hizmetçilerin tuttukları tasa koyu kahverengi bir mayi (pıhtılaşmış kan) çıkarıyordu.”