Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 23

1_17

(Halûk Y. Şehsuvaroğlu, “Atatürkün Öldüğü Oda”, Cumhuriyet, 10 Kasım 1950, s. 5)

***

 

İntihâî koma

O esnâda, nöbetçi tabîbler Abravaya Marmaralı ile Neş'et Ömer İrdelp, kendisine, rahatlatmak için, ilâç şırınga ediyor ve buz parçaları yutturuyorlardı…

Sonra “birden bire kendini arka üstü yatağına atıyor”... Aynı ânda bir titreme başlıyor; “o kadar titriyor ki âdeta dişleri birbirine vuruyor”... (Kılıç Ali 1955: 85)

Sâat 19 civârında, “ikinci ponksiyondan tam 30 saat sonra” (Soyak 1973: 771) “intihâî koma”ya giriyor ve bundan bir daha uyanamıyor…

“İntihâî koma” esnâsında, “ara sıra küçük ihtilâçlarla hafifçe sıçrar gibi oluyorsa da bu asabî haller her defasında birkaç saniye sürüyor ve tekrar sükûna kavuşuyordu. Saatler ilerledikçe hançeresinde yavaş yavaş kesik hırıltılar başlamıştı…” (Soyak 1973: 771)

Son nefesini veriyor

Hasta komaya girince müdâvî ve müşâvir tabîbler, tam kadro hâlinde Saray'da kalmışlardı.

“İlmin emrettiği tedbirlerin ve tedavilerin hepsini tatbik ediyor, yapılabilecek her şeyi muntazaman yapıyorlardı”. (Ünaydın/Belger 1959: 48)

10 Kasım 1938 sabah sâat 9 civârında, hastanın baş ucunda, tabîb sıfatıyle, Mim Kemal Öke, Mehmet Kâmil Berk, Âkil Muhtar Özden ve Abravaya Marmaralı bulunuyorlar, onlara Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali, (Muhâfız Alayı Kumandanı) İsmail Hakkı Tekçe refâkat ediyordu.

“Renkleri tamamen solmuştu. Birdenbire bir (Hı… Hı… Hı…) diye yalnız gırtlağından bir ses çıkarmaya başlamışlardı.” (Kılıç Ali 1955: 86)

Şimdi sâat 9'u 5 geçeyi gösteriyor: Bir ân gözleri açılıyor, başı sağ tarafa çevriliyor ve son nefesini veriyor…

Bu ânın şâhidleri hıçkırıklara boğuluyor... Mim Kemal Öke, gözlerini kapıyor ve ellerini uzatıyor, Mehmet Kâmil Berk çenesini bağlıyor, tek tek ellerini öpüp huzûrundan ayrılıyorlar… (Soyak 1973: 772-773) 

Hâlet-i nez' ânları

“Gözlerini kapamak bedbahtlığına uğramış” Dr. Öke, henüz o ânların têsîri altında iken (Aralık 1938) anlatıyor:

“Atatürk geceyi rahatsız geçirdiler. Ertesi gün karaciğer kifayetsizliğinin en vahim ârazlarını göstermiye başladı. Bu defa geçen seferki [1. koma hâlinde olduğu gibi] kelimeler söylemiyor, hakikî ihtilâçlar göstermekle beraber daha sakin bulunuyordu. Fakat gittikçe ârazlar şiddetlendi, en nihayet hâlet-i nezi [can çekişme] alâmetleri başladı. […]

“[10 Kasım 1938] Perşembe günü idi. Sabahleyin 8.30 da Akil Muhtar, Mehmet Kâmil, Abravaya ve ben Atatürkün yanında idik. Tekrar serom glikoze yapılması kararlaştırıldı. Bunu da yaptık. Derin bir huşû ve tazimle huzurunda durduğumuz Atatürk, Türk Milletine veda etmek üzere idi. Mehmet Kâmil, arkamda, omuzlarıma dayanarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Âkil Muhtar, oksijen balonuna oksijen doldurmakla meşguldü. […]

“O vakte kadar metanetini muhafaza eden Kâtibi Umumîsi Hasan Rıza da hıçkırmaktan kendini alamadı. Atatürkün yüzü gittikçe rengini değiştiriyor, hançeredeki hırıltı artıyordu. Artık insafsız ölüm Atanın hayatına son darbeyi indiriyordu. Sert bir asker baş çevirişi gibi başını birdenbire bize çevirdi. Bize bir şey ihtar ediyormuş gibi gözlerini açtı, baktı. Bu, son hayat eseri, son nefesi idi. Atatürk, 9.05 de ebediyet âlemine intikal etmiş bulunuyordu. Hasan Rıza geldi, elini öptü. Biz de bu son tazim vazifesini ifa ettik.

“Bu ne fecî bir tablo idi. Sonsuz bir enerji kaynağı, kudretli bir varlık heykelinin bir hiçe mağlûp olup sönmesine şahit olmak ne büyük bedbahtlıktır! İşte biz bu bedbahtlığı herkesten evvel duyduk ve ben fazla olarak onun asîl çehresine haşmet veren o mavi gözlerini de kapamak bedbahtlığına uğramış bir insanım karşınızda.” (N. A. Banoğlu'nun Dr. Öke ile mülâkatı, Yedigün, 27.12.1938, sayı: 303, ss. 10-13; Yerli ve Yabancı 80 İmza Atatürk'ü Anlatıyor, Tarih-Coğrafya Dünyası mecmûası neşri, 2. Kitap, İstanbul, 1959, ss. 262-263'ten naklen)

“Yüzü siyahlaşmıştı”

Ölünce yüzünü tülbentle örtmüşler…

Cemal Granda da Efendi'sini son bir def'a görmek istiyor. Dîğer sofracı arkadaşı Rıza ile usulca odasına giriyorlar. İki genç zâbit ayak ucunda nöbette… Yüzünü açıp bakıyorlar:

“Gözyaşlarımı içime akıtarak yüzüne, bir daha sadece resimlerinde göreceğim yüzüne uzun uzun baktım. Yüzü hafif siyahtı, morarmış gibiydi…” (Granda/Gürkan 2014: 218)

Dr. Öke'ye nazaran da:

“Yatağının başucuna kadar gelen ölümün, O'nu ebediyete götürmek için, dakikaları saydığını hissediyoruz. Yavaş yavaş hançeresinde kesik hırıltılar başlıyor. Ve yüzü, yavaş yavaş siyahlaşıyor. Gözleri kapalı ve göğsü mütemadiyen inip çıkmaktadır…” (Salâhaddin Güngör'e verdiği mülâkattan; Gülekli 1960: 70'ten naklen)

 2_11

“Yüzü siyahlaşmıştı”… (Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve Cemal Granda'dan)