Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 28

Grazos'un 'cinâyet îtirâfı'!

“Benaroyas 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (Laiki Foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi:

‘Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu'nu parçaladık. Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı. Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger [isimler yine bozuk imlâlı!] cidden bu işte fedakarane çalıştılar. Bazı Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sarı Lider'in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de, Türkiye'deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider'in tedavisinde vazife vermemekle bize pekala ispat ettiler.'

Tertîbe dâhil olan Belger de yanlış teşhîs koymuş!

“Atatürk'ün hastalığı, konan teşhis ve uygulanan tedavi

“Varnalı Yahudi Farmason Avram Benaroyas, Atatürk'e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937'de Yalova'da Atatürk'ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk teşhisi ‘karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir' diyerek koydu. [Hâlbuki bu teşhîsin târihi, 22 veyâ 23 Ocak 1938'dir!] Oysa, Benaroyas'ın söylediği aylarda Atatürk kaşıntıdan muzdaripti. Çankaya'da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi. Atatürk, ‘Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar girer mi?' diye sorunca, aynı doktor ‘evet' cevabını verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tesbit edildi. Atatürk'ün İstanbul ve Yalova'da olduğu bir sırada Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar'a telefon ederek ‘Köşkü karıncalar bastı, Atatürk kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun.' dedi. Doktor ve diğer sıhhî personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını Dr. Nuri Refet Korur ‘evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük' diye açıklamıştı. İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin'den Avrupa'ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi. Karınca hikayesini bilen Atatürk, Dr. Velger'in [Belger'in] karaciğerle ilgili teşhisini ve kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti.

İrdelp de, dîğer tabîbler de hep birden “yavaş yavaş öldürme planının” içinde!

“Atatürk'ü yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, Atatürk'ün hastalığının teşhisi ile ilgili farklılıklar Atatürk'ün ölüm raporlarına bile yansıyordu. Atatürk'ün fenni rapora geçen hastalığı ‘Alkole bağlı siroz' olarak tanımlandı. Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, daha sonra ‘bunu kati olarak kestirmek mümkün değil' diyerek ‘hipertrofik siroz” tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan (sıtma) siroz. 30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk'ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu. Dr. Asım Arar ise, Dünya Gazetesi'ndeki mülakatında [hâlbuki makalesinde!] Atatürk'ün hastalığı ile ilgili olarak ‘karaciğer kifayetsizliği'nden şüphelendiğini, bu şüphesini ‘söylenmesi icap eden' kişilere söylediğini, bu kişilerinse, böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini, bunu[n] üzerine ise kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar'ın söylediği türden birinin Atatürk'ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç olduğunu söylüyordu. [?] 31 Temmuz 1938 günü Viyana'dan gelen Prof. Dr. Eppinger Atatürk'e çiğ yemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz yedirmiş, ertesi gün Almanya'dan getirilen Prof. Dr. Bergman da Atatürk'e rendelenmiş elma yedirtmiştir. Daha sonra da bu iki doktor bir araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek Atatürk'e Salygran şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir. Aynı gün yapılan konsültasyonda bu Alman ve Paris'ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki doktorlardan farklı olarak afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin (alkoloid) verilmesini uygun görüyordu. […]

 

 Untitled-1_1

 

Abuk sabuk iddiâların dahi ciddîye alınıp revâc bulduğu bir memleket hakkında nasıl ümîdvâr olunabilir?

***

“Tedavi eden doktorlar

“Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk'ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı. [“Müdâvi”, devâmlı, “sürekli” değil, devâ veren, tedâvî eden, doğrudan tedâvîden mes'ûl demektir. Müdâvî tabîbler, üç kişiydi: İrdelp, Belger, Öke.] Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof. Dr. Mim Kemal Öke (adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır. [Dr. Öke hâric,

dîğerlerinin müşâvir tabîb oldukları doğrudur.] Sağlık Bakanı Dr. İ. Refik Saydam idi. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris'ten Prof. Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin'den Prof. Dr.Von Bergman, Viyana'dan Prof. Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk'ün tedavisinde görev almışlardır.

Netîce: “Ölüm sebebi alkol değil”, çünki Ata'ları “alkol müptelâsı” olamaz!

“Ölüm sebebi alkol değil

“Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmiştir. Bu çelişkiye rağmen Atatürk'e biopsi de otopsi de yapılmamıştır. Alkole bağlı siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre ile günde en az 3 kadeh alkol alınması gerektiği bilinirken, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da aşırı içki içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir.