Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 31

Asıl mes'ele, halkımızın ilmî zihniyetten mahrûm oluşudur

En ipe sapa gelmez iddiâlar, haberler, efsâneler dahi halkımız arasında revâc buluyor, her geçen gün artarak yayılmaya devâm ediyor… Nîçin? Âşikârdır ki bunun başlıca sebebi, insanlarımızın mekteblerde ilmî zihniyetle yetiştirilmemesidir. Elinde sağlam ölçüler olmadığı, ilmî muhâkeme, yâni müsbit delîllere dayalı mantıklı muhâkeme yürütemediği için, hakkı bâtıldan tefrîk edemiyor, müşâhede ve tecrübe usûlüne müstenid delîlli, vesîkalı, isbâtlı tesbît, binâenaleyh ilmî hakîkat ile indî kanâat, mesnedsiz iddiâ, mugalâta, düzmece, şarlatanlık arasındaki derin farkı kavrayamıyor,  kim fazla gürültü koparır, kalabalık görünürse ona îtibâr ediyor; bu sûretle kolayca tuzağa düşüyor, istismâr ediliyor…

Hâlbuki, ilmî araştırma bir tarafa, en azından aklıselîmle düşünülse, hince ve hâince veyâ ahmakça senaryolar düzenlerin iddiâları hilâfına, Mustafa Kemâl'in, etrâfını (tabîblerine varıncaya kadar) Masonlarla çevirmesinin, en mes'ûl mevkilere Masonları getirmesinin, onlarla teşrîk-i mesâî etmesinin, onun kendi Masonluğunun ve Masonlara büyük îtimâdının tabiî bir netîcesi olduğu kolayca anlaşılır… Bu mantıklı îzâh apâşikâr önümüzde dururken başka îzâh tarzlarına, tuhaf têvîllere sapmak, (şâyed bu tavır sûiniyet mahsûlü değilse) tam bir şaşkınlık olmaz mı?

Mason olduğu ve Masonlara güvendiği içindir ki kendini Mason tabîblere emânet etti

Evet, o, Masonların, Sabataîlerin, Yahûdilerin, Komünistlerin kurbanı değildi. Hayâtını ve hastalık devresini sağlam bilgilere dayanarak göz önünde bulundurunca, bu çeşit bir iddiâya kat'iyen îtibâr edilemez. Bilakis, şâyân-ı îtimâd bilgilere müsteniden ve aklıselîmle, onun, ancak, bizzât Mason olduğu ve Masonlara güvendiği içindir ki kendini Mason tabîblere emânet ettiğine hükmedilebilir.

Ölümcül hastalığı zarfında onu tedâvî eden üç müdâvî tabîbinin de (İrdelp, Belger ve Öke) Mason olduğu iyi biliniyor. Muhtemelen müşâvir tabîblerinin dahi (en azından) bâzıları Masondur. Fakat bunların hepsi, Mustafa Kemâl zâviyesinden tamâmen emîn, kendisini taparcasına seven, sayan, hattâ kendisine tapınan kimselerdir.

1911'de Resne Locası'nda tekrîs edilmiş olan Dr. İrdelp, “Ebedî Şef”inin, 1920'li senelerden ölümüne kadar husûsî tabîbliğini yaptı ve soy adı da onun tarafından verildi.

***   

 

Dr. İrdelp

Mustafa Kemâl'in birinci derecede müdâvî tabîbi, Prof. Dr. Neş'et Ömer İrdelp'dir. Onun 1920'li senelerden beri husûsî tabîbi ve pek yakın dostu idi. İşret sofralarının da müdâvimlerindendi. (Çankaya Köşkü ve Dolmabahçe Sarayı'nda altı sene zarfında tutulan Nöbet Defteri'ndeki kayıdlara nazaran, 1932'de 6, 1933'de 11, 1934'te 11, 1935'de 30, 1936'da 12, 1937'de 16, 1938'de 9, 6 senede yekûn 95 def'a müşârünileyhin akşam sofralarına dâvet edilmişti. –Mehmet Soydan, “Atatürk ve Çevresi; Atatürk'ün Sofrasına Çağrılanların Sayısı 330 Kadardı”, Milliyet, 13.11.1981, s. 7-)

 İşret sofralarının bir numaralı müdâvimi (yine Soydan'a nazaran, altı senede 601 def'a dâvetli) olan, hangi şehre giderse gitsin, Efendi'sinin yanından neredeyse hiç ayrılmıyan (ki bunun içindir ki bu gibi şahıslara “Mûtâd Zevât” deniyordu), “yirmi küsur sene kendilerinden bir lâhza ayrılmamak bahtiyarlığında bulunmak”la iftihâr eden (Son Günleri, s. 5) Kılıç Ali, “Ebedî Şef”inin (doğru târihle) Kasım 1923'te Köşk civârında yaya gezinti esnâsında ânîden ciddî bir rahatsızlık geçirdiğini anlatırken Dr. İrdelp'in o zamânki müdâhalesinden sitâyişle bahsediyor. (Kılıç Ali'nin bu hâdiseyle alâkalı olarak verdiği târih -1924- yanlıştır. Soyak 1973: II/722-723'teki bilgilerle mukayese edince, Dr. İrdelp'in “14 Kasım 1923'te Ankara'ya muvasalat edip” hastasını muâyene ettiği anlaşılıyor.) Bu târihlerden başlayarak ölümüne kadar “Ebedî Şef”inin îtimâdına mazhar olan ve son nefesine kadar onu her dâim tıbbî murâkabe altında tutan Dr. İrdelp hakkında herhangi bir şüphe beslemenin ne kadar abes olduğu âşikârdır. Kasım 1923'teki müdâhalesi de, bu tesbîti têyîd eden sayısız vak'adan biridir:

 “İstanbuldan celbedilen mütehassıs Profesör merhum Dr. Neş'et Ömer Bey, Atatürk'ün derhal muayenesini ve tahlillerini yaparak hastalığın çetin ve mütevali bir çalışmanın verdiği alelâde bir yorgunluktan mütevellit olduğunu tespit etmişti.

“Fakat hükûmet yalnız Profesör Neş'et Ömer Beyin muayenesini kâfi görmemiş ve Atatürk'ün sıhhî vaziyeti üzerinde tam bir itminana varmak için Atatürk'ün arzusu hilâfına Avrupadan iki mütehassıs otoritenin celbine karar vermişti.

“Atatürk, Neş'et Ömer Beyden böyle bir mütehassısın gelmesine lüzum olup olmadığını sorduğu zaman, Neş'et Ömer Bey:

‘- Bendenizce kat'iyen lüzum yoktur. Fakat mademki hükûmet mutmain olmak için bunu arzu ediyor, müsaade buyurursanız, gelsinler!'

Diye cevap vermişti.

“Neş'et Ömer Bey merhum çok iyi dostum idi. Kendisinden hakikî vaziyeti öğrenmek istemiştim. Bana:

‘- Kılıç Ali Bey, hükûmet arzu ediyor ve belki de haklıdır. Bu adamlar gelsinler, eğer benim koyduğum teşhisten bir kelime fazlasını söylerlerse vallahi diplomamı yırtar, kendimi hekimlikten menederim.'

Demişlerdi.

“Hakikaten mütehassıslar geldiler. Onlar da Atatürk'ü muayene ettiler. Neticede Neş'et Ömer Beyin aynı teşhisini koydular. Ancak bu fazla yorgunluk dolayısiyle başkaca bir ihtilâta meydan verilmemesi için biraz istirahat, biraz da yiyecek ve içeceğe dikkat etmelerini tavsiye etmişlerdi ki Neş'et Ömer Bey de bu tavsiyeleri daha evvel yapmış bulunuyordu.

“Bu tavsiyeler üzerine Atatürk İzmire gitmişler, bir müddet orada istirahat buyurmuşlardı.” (Kılıç Ali, Son Günleri, İstanbul: Sel Yl., 1955, s. 6) (“31 Aralık 1923 akşamı refikası ile beraber İzmir'e hareket etmiş ve orada Lâtife Hanımefendinin Göztepe'deki köşkünde 20 Şubat 1924 gününe kadar yani tam 50 gün kalmıştı.” –Soyak 1973: II/723-)

Dâhiliye mütehassısı Ord. Prof. Dr. Neş'et Ömer İrdelp (1881-1948), “Ebedî Şef”e yakınlığının bir tezâhürü olarak, Abdülhamîd Hân'ın eseri olan Dârülfünûn'un lağvından sonra, 1933'te muhâcir Yahûdi akademisyenlere kurdurulan İstanbul Üniversitesi'ne Rektör tâyîn edilmişti. Bir sene kadar Rektörlük yapıp bu makāmdan istîfâ etmesini müteâkib, “Tek Adam” tarafından, bu def'a İstanbul Meb'ûsluğu ile taltîf edildi (5. Devre, 1935-1939). 

 

Dr. İrdelp, 1935-1939 Teşriî Devresinde, “Tek Adam” tarafından İstanbul Meb'ûsu tâyîn edilmişti… 

*** 

 

 

Dr. İrdelp, gençliğinde İttihâdcı idi. 24 Mart 1911'de Resne Locası'nda tekrîs edilmişti. (Seyhun Tunaşar, “Cumhuriyetimize Damgasını Vurup Ebedî Maşrık'tan Bizi İzleyen Kardeşlerimiz ile Atatürk ve Türk Devrim Kronolojisindeki Yerleri”, Mimar Sinan, -İmtiyâz Sâhibi: Üs. Âz. Demir Savaşçın, Yazı İşl. Md.: Tamer Ayan-, Aralık 2002, sayı: 126, s. 31) İttihâdcılığın daha cezrî bir devâmı olan Kemalist İhtilâl Hareketi başlayınca, bu harekete iltihâk etti. “Ebedî Şef”ine yakınlığı sebebiyle, soy adı da, kendisine bir “Ata” yâdigârı oldu. (isteataturk.com) İnternet sitesi, bu bilgiyi, Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu'nun Atatürk'ün Sağlık Hayatı isimli kitabından (İstanbul: Hür Yayın, 1981, ss. 59-60) naklen kaydediyor:

“Atatürk, özel hekimi Neşet Ömer'e İrdelp soyadını vermiştir. Yeğeni (kız kardeşinin oğlu) Dr. N. Kamil İrdelp [hâşiyede Nurettin Kamil Berk], Dr. Bedi Şehsuvaroğlu'na yazdığı 27.XI.1976 tarihli mektubunda ‘Atatürk'ün ailemize İrdelp soyadını vermesinin sebeplerinden biri de, ta Selanik'ten itibaren babamın orada Başşehbender (Konsolos) bulunduğu sıralarda annesine karşı daima koruyucu ve her hususta yardıma [yardımcı] bulunmuş olmasından ileri geldiği kanaatindeyim' demişti.” (“Atatürk'ün Verdiği İsimler ve Soyadları”; https://isteataturk.com/g/icerik/Ataturkun-Verdigi-Isimler-ve-Soyadlari/1489; 17.8.2018)

 

 

Dr. İrdelp, 1911'de, Resne Locası'nda tekrîs edilmişti. (Tunaşar Aralık 2002: 126/31)
***