Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 32

İrdelp'e göre “Ebedî Şef” kerâmet sâhibiymiş

Neş'et Ömer İrdelp'in “Ebedî Şef”ine karşı ne büyük bir hürmet ve sadâkat hissiyle bağlı olduğunu gösteren alâka çekici bir hâdise vardır. Kendisi bunu arkadaşı Abravaya Marmaralı'ya anlatmış. Marmaralı da, bunu, 10 Kasımın on ikinci sene-i devriyesi münâsebetiyle kendisiyle mülâkat yapan Necdet Evliyagil'e, aynen inanarak naklediyor. O, bu “kerâmet”i, “Ebedî Şef”deki “fevkalbeşer bir his” şeklinde îzâh ediyor:

“Atatürk, muhatabının ruhunu ve düşüncelerini fevkalbeşer bir hisle sezerdi. Gene merhum Neş'et Ömer İrdelpin ifadesine atfen şu hatırayı anlatmadan geçemiyeceğim:

‘Celâl Bayar, İnönünün yerine Başbakanlığa getirilince, kendilerini yakından tanımadığım için, acaba bu mühim vazifeyi nasıl başarabilecekler diye, sabaha kadar uyuyamadım ve hep bunu düşündüm. Ertesi gün Atatürkle karşılaştığımız zaman, Atatürk birdenbire bana şöyle hitab etti: ‘- Neş'et Bey, ben iyiyim, sen gidebilirsin. Celâl Bayar mükemmel bir Başbakandır, sen hiç üzülme…' Halbuki Atatürkle bu mevzu üzerinde hiç görüşmemiştik…' ” (Cumhuriyet, 10 Kasım 1950, s. 2)

Dr. Öke

1930-1932 senelerinin Türkiye Meşrik-ı Âzamı Üstâd-ı Âzamı Op. Dr. Mim Kemal Öke (1884-1955), Mustafa Kemâl'in Trablusgarb Harbinden beri tanıdığı, güvendiği ve kendisini hemen Sakarya Muhârebesine tekaddüm eden günlerde de tedâvî eden pek samîmî, pek yakın bir dostudur. 1911'den 1938'e, -bizzât Dr. Öke'nin ifâdesiyle- “Tek Adam”ın son nefesinden sonra onun “gözlerini kapamaya, ellerini uzatmaya” kadar devâm eden pek vefâkâr bir dostluk:

“[10 Kasım 1938] Perşembe günü idi. Sabahleyin saat 8.30 da Âkil Muhtar, Mehmet Kâmil, Abravaya ve ben, Atatürk'ün yanında idik. Tekrar serom [dö] glükoz [“sérum de glucose”] yapılması kararlaştırıldı. Bunu da yaptık. Derin bir huşû içinde ve tazimle huzurunda durduğumuz Atatürk, Türk Milletine veda etmek üzere idi. Mehmet Kâmil, arkamda, omuzlarıma dayanarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Âkil Muhtar, oksijen balonuna oksijen doldurmakla meşguldu… […]

“O vakte kadar metanetini muhafaza eden Kâtibi Umumîsi Hasan Rıza da hıçkırmaktan kendini alamadı… […]

“…Ben hayatımda sayısız ameliyat yapmış, fakat bir defa bile ölen bir insanın yanında bulunmamıştım. Onun son nefesine kadar yanından ayrılmadım, maalesef gözlerini ben kapadım, ellerini ben uzattım. (s. 251) […]

“Atatürk, 9:05 de ebediyet âlemine intikal etmiş bulunuyordu. Hasan  Rıza geldi, elini öptü. Biz de bu son tazim vazifesini ifa ettik.

Bu ne fecî bir tablo idi! Sonsuz bir enerji kaynağı, kıymetli bir varlık heykelinin bir hiçe mağlûp olup sönmesine şahit olmak, ne büyük bedbahtlıktır! İşte biz bu bedbahtlığı herkesten evvel duyduk…” (Dr. Öke/Banoğlu 1938/1959: 262-263, 251, 263)

Niyazi Ahmed Banoğlu'nun Aralık 1938'de Prof. Dr. Mim Kemal Öke ile yaptığı röportajda (Yedigün, 27.12.1938, sayı: 303, ss. 10-13; Yerli, Yabancı 80 İmza Atatürk'ü Anlatıyor, İstanbul, Tarih-Coğrafya Dünyası mecmûası neşri, 1959, II/250-263), bu minvâl üzere, iki şahsıyet arasındaki münâsebetin ne kadar köklü olduğuna, ayrıca dostluklarının bir ideal arkadaşlığına ve derin bir îtimâd hissine dayandığına dâir kâfî mikdârda mâlûmât vardır. Şöyle ki:

Tanışmaları, 1911'de, Derne'de

Tanışmaları, Derne'de olmuş:

“…O Büyük İnsanı Türk-İtalyan Harbinde Derne çöllerinde binbaşı iken tanıdım. [Hicrî] 1329 da hocam Vitting Paşanın gösterdiği arzu üzerine etüd yapmak için Mısır yoliyle çölden Derneye gitmiştim. Atatürk o vakit Derne kumandanı idi…” (Dr. Öke/Banoğlu 1938/1959: 251)

“Öke” soy adı da “Ata”dan yâdigâr

Kendisiyle aynı ismi taşıyan torunu Târih Prof. Dr. Mim Kemal Öke'nin babaannesinden naklen anlattığına göre, Dr. Öke, aslında “Mustafa Kemâl” olan ismini, Derne'de, Kumandanı Binbaşı Mustafa Kemâl'in ismiyle karışmasın diye “Mim Kemâl” şekline sokmuş. Bilâhare “Öke” soy adını da kendisine “Ebedî Şef” bahşetmiş. (haber7.com sitesi, giriş târihi: 1.2.2006, 00:15; http://www.haber7.com/yasam/haber/135677-mim-kemal-oke-ve-3-kesitin-sirri; 10.9.2018)

Sakarya Muhârebesinden “ilk ponksiyon”a

Dr. Mim Kemal, Sakarya Muhârebesinin hemen evvelinde de onu tedâvî etmiş:

“Atatürk'ün, Sakarya Harbinden evvel cepheyi teftiş ederken hayvanının ürkmesiyle kaburga kemikleri kırılmıştı. Murat Bey arkadaşımla birlikte onu Çankayanın mütevazı bir odasında muayene ettik. Röntgeni alınmak üzere Cebeci Askerî Hastahanesine birlikte gittik. Kâzım [Özalp] Paşa, Refet [Bele] Paşa, Adnan [Adıvar] Bey de orada idiler. Atatürk çok muztaripti. Kırılan kaburga kemiklerinden birinin ucu ciğerini tahriş ediyor, nefes aldırmıyordu. Hemen, güç halle tedarik edebildiğimiz plasterle kırık tarafı tesbit ettik [sâbitleştirdik]. Rahat ettiler.” (Dr. Öke/Banoğlu 1938/1959: 252)

Mustafa Kemâl'e, ölümcül hastalığında sona yaklaşırken, ilk ponksiyonu Dr. Öke yapmıştı. Bu vâkıa da hastanın tabîbine duyduğu büyük îtimâdın ve tabîbin de hastasına karşı beslediği pek büyük hürmet ve merbûtiyet hissinin bir şâhididir:

“…Hekimlerin konsültasyonundan evvel Atatürk evvelâ benimle konuşmak istediklerini tebliğ ettiler. Hemen gittim. Ellerini öptüm. Oturttular. Orada Başvekil Celâl Bayar ve Şükrü Kaya vardı. Atatürk:

‘- Kemal bey, buyurdular, şimdi konsültasyon yapılacak… Su almak icap ederse ne olacak? Bana evvelce yaptığın ameliyatlarda hiçbir şey hissetmemiştim. Bu da böyle olabilir mi? Barsak delinmez mi? Kanla karışmaz mı?

‘- Atam, bu onlardan daha basittir. Hiçbir şey duymazsınız. Yine o usulle yaparız. Barsakların delinmesi, kan damarının yaralanarak kanama olması. usulü dairesinde yapılan bir su alma ameliyesinde varit değildir. Siz müsterih olunuz. Takdir buyuracaksınız ki, bu ilk Ponksiyondan sonra şayet yapılmasına ihtiyaç görülürse, ondan sonrakilerinde bu endişelerden hiçbirini hissetmiyeceksiniz.' dedim.

“Ben hem Atayı duydukları endişeden kurtarmıya, hem de ondan sonra yapılacak ponksiyonlara hazırlamıya çalıştım. Atatürk[ün], evvelce kendisine, bilemiyorum kim tarafından: ‘- Dikkat edilmezse oradaki damarlardan biri yaralanabilir ve barsak zedelenebilir…' denilmiş olacaktı. Bu, telâşını mucip olmuştu. Benim sözlerim kendisini çok müsterih etmiş: ‘- Artık bu müdahaleden çekinmiyorum, kolaymış.' buyurdular [buyurmuşlardı].” (Dr. Öke/Banoğlu 1938/1959: 257-258)

Köşk'te iki ay misâfirlik

İsmini vermediği bir hastayı (ki “intihâr ettiği” söylenen Fikriye Hanım olabilir) ameliyât ediyor ve bu vesîleyle Köşk'de iki ay misâfir kalıyor (kendisi târih zikretmiyor, 1924 Mayıs sonu olsa gerek):

“Bir gün, öğleden sonra, muayenehanemde meşgul olduğum bir sırada, hemen Ankara'ya hareket emrini aldım. Bu âni davet, beni epey heyecanlandırdı. Kim ve ne için?

“Ankarada beni seryaver Rusuhi karşıladı. Doğruca Çankayaya gittik. Atatürk, heyecanla beni kabul buyurdular. Hastaya o gün derhal ameliyat yapılmak icap etti. Ankara Nümune Hastahanesinde bu ameliyatı iradeleriyle yaptım. Bu vesile ile Köşkte iki ay kaldım. Çölde tanıdığım Mustafa Kemal'in hususî hayatını orada görebildim. Onun hususiyetlerini bütün azameti ile etüd etmek bahtiyarlığına mazhar olmuştum” (Dr. Öke/Banoğlu 1938/1959: 254)

Masonluk hakkında Mustafa Kemâl'le muhâveresi

Dr. Öke, Banoğlu'na verdiği mülâkatta, Mustafa Kemâl'in, son senelerinde, akşam sofralarında “ilmî mevzûlara da temâs ettiğini” (s. 254), bir akşam (herhâlde Dr. Öke'nin Üstâd-ı Âzam olduğu 1930-1932 senelerinin bir akşamında), bu çeşit bir “akademik” tartışmaya, Ağaoğlu'nun gazetelerde çıkan “Ferdcilik, Devletçilik” adlı bir makalesinin vesîle olduğunu (s. 256), tartışmanın seyri içinde Masonluktan da bahis açıldığını ve bu mevzûda kendisiyle “Ebedî Şef” arasında uzunca bir muhâverenin cereyân ettiğini naklediyor. Hakîkat endîşesiyle hareket etmiyen bâzı Mason aleyhdârı müellif ve siyâsetçilerin fecî şekilde tahrîf ve istismâr ettikleri bu muhâverenin (ki onlara göre, muhâvere, gûyâ, “Tek Adam”ın “- Def'olun Yahûdi uşakları!” sözüyle nihâyete ermiş!) aslı, Dr. Öke'nin ifâdesiyle, aşağıdaki gibidir. Aslının böyle olduğu, hem o devre âid vâkıalarla, hem de mezkûr muhâverenin şâhidlerinin (Ahmed Ağaoğlu, Fuad Köprülü, v.s.) onu tekzîb etmemiş olmalarıyle sâbittir. Bu muhâvere de, iz'ân sâhiblerine açıkça gösteriyor ki Kemalizm, Masonlukta mündemicdir; dîğer tâbirle, Kemalizm, esâs îtibâriyle Masonluğun bir uzantısıdır ve Mustafa Kemâl, Masonluğun “İnsanlık İdeali”ne (yâni bütün İnsanlığın, an'anevî dîn ve milliyet kayıdlarının üstüne yükseltilerek Masonî umdeler etrâfında birleştirilmesi idealine), bu husûsda mütereddid konuşan Üstâd-ı Âzam'a târîzde bulunacak derecede merbût idi: