Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 37

“Bu milliyetçilik cephesinin yanında, doktorun bir de asıl meslek edindiği ilim cephesi vardır ki onu herkes benden iyi bilir: Nihad Reşad, tifo'nun biyolojik usulle teşhisinin kâşifi olup dünyâca tanınmış bulunan büyük âlimlerden, ünlü Fransız doktoru profesör Widal'in; sonra yine meşhur Fransız profesörü Marsel Labbe'nin asistanı olarak Paris'de yıllarca çalışmıştır. Tetebbülerde bulunmuştur; bilgisini çok ilerilere götürmüştür. 1936 da memlekete dönmüştür. Yalova kaplıcalarının fennî idâresi, doğrudan doğruya Atatürk tarafından onun yetkisine bırakılmıştır.

Doktor, bu kaplıcada Avrupa su şehirlerindeki gibi modern tesisler gerçekleştirmişti; Atatürk'ün takdirini kazanmıştı. Bu takdiri Atatürk'ün ağzından duymuş olarak ben de biliyorum. Dolmabahçe sarayında, huzuruna son kabul edilişimde, Atatürk, bir ara, Yalova kaplıcalarından ve ağaçlıklarından özleyişle söz açmıştı.

‘- İşittim, sen orada kür yapmışsın. Doktor Nihad Reşad'ın benim için yaptırdığı banyoyu gördün mü? Ne güzel! değil mi?...' diye sormuştu. Kendisi, onun modern ve fennî tertibatındaki mükemmelliği beğendiğini söyledi. Orada uzun zaman kür yapıp yıkanamadığına acındı…

“Atatürk'ün o zamanki iltifâtını bu kere doktora bir daha hatılattım. Doktor bundan pek duygulandı.

“Târihleri, vazifeleri, görülen işleri, olayları doğrusu doğrusuna açıklamak isteği ile ona:

‘- Zât-ı âliniz, hangi târihten beri, ne sıfatla ve hangi vazife ile Yalova'da bulunuyordunuz?' diye sordum.

‘- 1936 senesi Ekiminin 15 inde Paris'ten İstanbul'a dönmüş ve Atatürk'ün emri ile derhal Yalova kaplıcasının müdürü ve mütehassıs doktoru olarak orada vazifeye başlamıştım' dedi.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ün Hastalığı; Profesör Dr. Nihad Reşad Belger'le Mülâkat, Ankara: T. Tarih Kurumu Yl., 1959, ss. 4-6)

Dr. Belger, 1950 10 Kasımı vesîlesiyle Necdet Evliyagil'e verdiği mülâkatta da “Büyük Ata”yı teessür ve tahassürle yâdedecektir:

“- Ne anlatayım, dedi. Büyük Atanın ölümünden [ölümünün üzerinden] on iki yıl geçtiği halde, ben, o meş'um yıldönümü yaklaştığı zaman daima aynı heyecanı duyuyorum. Hattâ bu heyecanın seneler birbirini kovaladıkça çoğaldığını söyliyebilirim.” (Cumhuriyet, 10 Kasım 1950, s. 2)

Dr. Abravaya Marmaralı

Bu mes'elede (yâni gûyâ Mustafa Kemâl'in ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü iddiâsında) belki de en büyük haksızlığa mârûz kalan, Dr. Marmaralı olsa gerektir… Sırf Yahûdi olduğu için sûiniyet sâhiblerinin dikkati bilhassa onun üzerinde toplanıyor ve muhayyel tertîbe pervâsızca, vicdânsızca hemen dâhil ediliveriyor. Hâlbuki onun da Mustafa Kemâl'le münâsebetleri üzerinde düşününce, yine, müşârünileyh nokta-i nazarından tamâmen emîn bir tabîble karşı karşıya olduğumuz hemen farkediliyor. Zâten aksine dâir hiçbir delîl yoktur; hakkında sâdece sû-i zanna ve sû-i niyete dayalı ithâmlar vâriddir. Bu bakımdan, bunlar zâten, peşînen keenlemyekûn hükmündedir.

 1_19 

Her şeyden evvel Yahûdi olması, Prof. Dr. Abravaya Marmaralı'yı, hiçbir müsbit, hattâ mâkul delîl dahi serdedemeden, “Ebedî Şef”in zehirlenerek öldürüldüğünü iddiâ eden müfterilerin boy hedefi yaptı…

***   

İzmir doğumlu olan Dr. Marmaralı (1879-1953), İstanbul Mülkiye-i Tıbbiye-i Şâhânesi'nden mêzûn olduktan sonra bir müddet muhtelif hastahânelerde tabîblik yapmış, bilâhare Tıb Fakültesi'nde Müderris Muâvini olmuştu. Meslekî olarak en fazla hizmet verdiği müesseseler Tıb Fakültesi ile Yahûdi hayırhâhların teşebbüsüyle ve Abdülhamîd Hân'ın bir fermânına istinâden 1898'de İstanbul Balat'ta têsîs edilen Or-Ahayim Hastahânesi'dir. Fakülte'de 25 ve bu hastahânede 40 sene hizmet vermiş. (http://www.balathastanesi.com.tr/?_Args=Dynamic,97; 4.9.2018)

 Kendisini pek çok takdîr eden “Tek Adam”, TBMM'nin (daha doğrusu CHF-TBMM'nin) V. Devresinde (1 Mart 1935 – 3 Nisan 1939) onu Niğde Meb'ûsu tâyîn etti. “Millî Şef” devrinde CHP'nin ona karşı bu teveccühü devâm ettiği için, VI. Teşriî Devrede de (3 Nisan 1939 – 8 Mart 1943) Niğde Meb'ûsluğunu muhâfaza etti.

 2_13 

Hem “Ebedî Şef”in, hem de “Millî Şef”in teveccühüne mazhar olan Niğde Meb'ûsu Prof. Dr. Samoel Abravaya Marmaralı…

***   

 Mustafa Kemâl'in perestişkârı

“Ebedî Şef” 10 Kasım 1938'de son nefesini verirken, baş ucunda bulunan dört tabîbden birisi de oydu. (Dîğer üçü, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Âkil Muhtar Özden ve Dr. Mehmed Kâmil Berk idi.) 10 Kasım 1950 vesîlesiyle, gazeteci Necdet Evliyagil'e, hem ölüm ânına, hem de Mustafa Kemâl'in husûsî hayâtına dâir şahsî intibâlarını anlattığı bir mülâkat vermiştir. Bu mülâkattan küçük bir parçayı, yukarıda “İrdelp'e göre Mustafa Kemâl kerâmet sâhibi imiş” ara başlığı altında nakletmiştik. Marmaralı'nın, tam metnini aşağıya dercettiğimiz mülâkatında, pek çok medhüsenâ ile kendinden bahsettiği “Büyük Şef”e karşı hayrânlık ve muhabbeti neredeyse sınır tanımıyor:

 “Atatürk'ün son dakikalarına kadar başucundan ayrılmıyan müşavir tabiblerinden Dr. Abravaya Marmaralı, teessürünü gizliyemiyerek:

‘- Bilmem ki, dedi, sizinle bu mevzu üzerinde nasıl konuşacağım. Görüyorsunuz, heyecanım Büyük Atatürk'e aid hatıraları anlatmağa müsaid değil…'

“Doktor, gözlerinden sızan yaşları sildikten sonra, anlatmağa başladı:

‘- Atatürk'ün son saatlerinde yanında idim; fakat, büyük adam kendisini hiç bilmiyordu, çünkü yirmi dört saattenberi koma halinde bulunuyordu. Karyolasının ucunda diz çöküp nabzını tutuyordum. Bu esnada arkadaşlarım Mim Kemal ve Mehmed Kâmil Beyler gelerek serom zerkettiler. Serom verildikçe ben ve arkadaşlarım hüngür hüngür ağlıyorduk; çünkü nabzın gittikçe fenalaştığını görüyorduk. Saat tam dokuzdu. Beş dakika sonra Büyük Dâhi gözlerini ebediyete kapadı.'

“- Atatürk'e aid hatıralarınızdan bir kaçını anlatır mısınız?

‘- Atatürk'le herhangi bir Türk vatandaşından başka bir yakınlığım yoktu. Yalnız hekim sıfatile yanında bulunmak şerefine nail oldum.

‘Atatürk'ün büyük, hassas bir kalbi vardı; kimseyi incitmek istemezdi. Hastalığı devam ettiği müddet zarfında hiç bir vakit bir zâf eseri göstermedi; hastalığının en ağır zamanlarında bile fevkalâde metîn, cesur ve iyimser hareket ederdi.

‘Atatürk'te muhatabına karşı büyük hürmet telkin etmek kudreti vardı. Aynı zamanda sözlerile ruha inşirah, kalbe iman verme hassası sonsuzdu. Kendilerile hiç bir zaman siyasetten bahsetmedik; fakat beşer kardeşliğinin büyük taraftarı ve harbin müthiş aleyhtarı olduğuna dair muazzez arkadaşım merhum Profesör Neşet Ömer İrdelp'in ifadesine istinad ederek kanaat husule getirdim. Bilhassa, hastalığı esnasında İkinci Dünya Harbinin başlaması tehlikesi mevcud iken, o zaman Başbakan olan sayın Celâl Bayar'a: ‘- Celâl Bey, Celâl Bey, komşularımızla ve bütün dünya ile sulh içinde yaşamaktan daima müstefid olduk. Bundan böyle de doğru yoldan asla ayrılmıyacağız.' dediklerini merhum Neşet Ömer Beyden duydum.