Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 40

“Bunak tabîblerin raporu”

1927'de, 1923'tekine benzer bir buhrân daha geçiriyor, Almanya'dan dâvet edilen profesörler kendisini muâyene ettikten ve lüzûmlu tedkîkleri yaptıktan sonra:

“Her şeyden evvel alkol ve tütünün asgarî dereceye indirilmesini, hastanın kendisini fazla yormamasını ısrarla söylüyorlar”, o da “tavsiye edilen tedbirlere riayet edeceğini vaad ediyor”, mâmâfih “birkaç hafta devam eden imsâkten sonra herşey eski haline dönüyor”, Dr. Refik Bey'in ifâdesine nazaran, “İstanbul'da kaldığı birkaç ay zarfında bütün tavsiyeleri hiçe sayıyor”… (Dr. Arar'dan naklen Soyak 1973: 727)

Soyak bu vesîleyle “Vekiller Heyeti tarafından kendisine resmen gönderilen rapor suretini arzettiği zaman”,

“- Aman Efendim aman, ben o bunakların raporuyla mı hareket edeceğim!”

şeklinde aksülamel gösteriyor… (ss. 727-728)

Tıbbî “ihbâr”la alay

1937 senesinde olsa gerek, M. Kemâl, kendisini Dolmabahçe Sarayı'nda ziyârete gelmiş olan (husûsî tabîbi) Dr. İrdelp'ten, son zamanlarda kendisine ârız olan ateşlenmelerin sebebini soruyor ve şu cevâbı alıyor:

“- Efendim, bu bir ihbârdır!”

O gün, akşam sofrasında, Dr. İrdelp de hazırdır. “Tek Adam”, kadehlere içki dolduran sofracıya:

“- Bana koyma! Hocanın ifâdesine göre ihbar vâki olmuş. Bir müddet alkolü keselim!”

diyor ve ilâve ediyor:

“- Bilhassa Neş'et Ömer Beye koyunuz! Mâdemki beni men'ediyor, benim yerime o içsin!”

Çok az içki kullanan Dr. İrdelp, bu tâlimat üzerine, içmeye koyuluyor… Aradan bir müddet geçiyor, “Tek Adam”, dayanamıyor:

“- Doktor! Hayli senedir içtiğimiz alkolü böyle bir anda bırakıvermek te bilmem doğru mudur? Bunu yavaş yavaş bırakmak zannedersem daha iyi olacak!”

dedikten sonra kadehini doldurtuyor, arkasından da bir fıkra anlatıyor:

“Bismark, çok şampanya içermiş. Doktorları artık alkolü kesmek zamanının geldiğini kendisine imâ etmişler. Bismark, doktorlarını dinledikten sonra: ‘- Söyledikleriniz doğru olabilir, fakat ben doktorumu terkederim de şampanyamı terketmem!' demiş…” (Kılıç Ali 1955: 9-10)

 

 

Mustafa Kemâl, kendisine 15-20 sene hizmet eden husûsî tabîbi Prof. Dr. Neş'et Ömer İrdelp'le berâber… Tabîbinin 1937'deki “ihbâr” îkazını alayla karşılamıştı…
***   

 

 

Kendini daha iyi hissedince “eski hayâtına dönüyor”

Yukarıda da îzâh ettiğimiz vechiyle, Yalova Kaplıcalarında onun siroz hastalığını ilk def'a Dr. Belger teşhîs etmişti. (Târih: 22 veyâ 23 Ocak 1938.) Ünaydın'a  îzâhatına nazaran, hastasına tatbîk ettiği tedâvî (yâni bilhassa içki içmemek ve istirâhat etmek -Kutay 1981: 124'ten naklen-) gayet müsbet netîce vermiş, kaşıntısı iyice azalmış, hattâ “onuncu gün kaşıntıdan eser bile kalmamış”, bu meyânda “iştihâsı da düzelmiş, hülâsa, umumî vaziyetinde hissedilir bir iyilik kendini göstermiş ”…

“Fakat Atatürk, Yalova'ya geldiğinin onikinci günü [1 Şubat 1938'de], -bu tedâviye hiç değilse üç hafta devam etmesi için ettiğim ısrarlı ricaya rağmen […] Bursa'ya gitti…”  (Hâlbuki: “Böyle hastalıklarda muvaffakıyetin ilk şartı, tedaviye, zerrece taviz vermeden devamdır.” –Kutay 1981: 124'ten naklen-)

“Bursa'da geçirdiği geceden sonra dönüşte soğuk almış; saraya keyifsiz olarak gitmiş…”

“Ertesi akşam da, bu rahatsızlığın devam etmesine rağmen, Park otele gitmiş. Gece saat dörde kadar orada kalmış. Yâni eski hayatına dönmeyi bir defa daha denemiş…” (Ünaydın/Belger 1959: 13-15)

Bu “eski hayâta dönmek”ten neyi kasdettiği ise, Nizamettin Nazif'in, 19 Kasım 1938'de, Dr. İrdelp'le Saray'daki muhâveresini tâkîben verdiği îzâhattan anlaşılıyor: Hastalığın Yalova'da “deklare olduğunu” öğrenen mezkûr gazeteci, iyice têyîd ettirmek için tekrâr soruyor:

“- Bursada iken Atatürk rahatsız mıydı?”

Cevâb:

“- Maalesef… evet!”

Aynı gazeteci, arkasından şu îzâhatı yapıyor:

“Bu kısa cevap ile içim burkuluverdi. Zira o seyahatinde Atatürkün yanıbaşındaydım. Günlerce gece yarılarına kadar devlet işleri ile uğraşmıştı. Bursa belediyesinin balosunda, ne neşeli kahkahaları, ne dinç bir yürüyüşü vardı. Saatlerce dansetmişti, saatlerce şarkı söylemişti…” (Tan, 20.11.1938, s. 8)

Kılıç Ali devâm ediyor:

“Bursa'dan İstanbul'a döndüğümüz günün (6 Şubat 1938) akşamı Park Otele gidilmişti. Akşam yemeği orada yenilecekti. Sofra camekâna yakın bir yerdeydi. Ben, Atatürk'ün arkasında oturuyordum. Soğuktan âdeta omuzlarım tutulmuştu. Saraya avdetimizde, ertesi sabah, Atatürk 38 derece ateşle uykudan uyanmışlardı. O gün ve ertesi geceyi pek rahatsız geçirdiler.” (1955: 13)

Bunun üzerine, (fırtına yüzünden Dr. İrdelp'in gelmesi mümkün olmayınca) “gece sâat 4.00 sularında” Belger, Saraya çağrılıyor:

“Atatürk'ün huzuruna çıktım. Kendisini hemen muâyene ettim. Atatürk, çok yazık ki zatürrieye tutulmuştu… Lüzumlu gördüğüm tedâviyi tesbit ettim. Hasta biraz rahatlayıncaya kadar yanında bekledim. Sonra evime döndüm. Ertesi gün, Profesör Neş'et Ömer Bey saraya geldi. Ben de yine dâvet edildim. Bu defa Atatürk'ü ikimiz birlikte muâyene ettik. Tedâvisine müşterek devam ettik. O zaman daha penisilin yoktu. Hastadaki yüksek harâret günlerce sürdü. Size daha yukarıda bahsettiğim karaciğer zayıflığı dolayısiyle nekaahat devresi gecikti ve uzadı…” (Ünaydın/Belger 1959: 15-16)

İşbu Bursa gezisi, Bursa Belediyesi Balosu, Park Otel eğlenceleri ve peşinden zatürre, hastalığa bir sıçrama yaptırmış olsa gerektir…

Hastalık, Bursa Merinos Fabrikasının açılışında da alarm vermişti

“Tek Adam”, alkolik siroz teşhîsini koyan, tedâvî için içki-sigara perhîzi ve istirâhat tavsıye eden Dr. İrdelp'in îkazlarına aldırmıyarak 1 Şubat 1938'de Bursa'ya gitmiş, 2 Şubat 1938'de, orada, Sümerbank Merinos Fabrikası'nın açılış merâsiminde bulunmuş, bu yorgunluktan dolayı da fenâ şekilde rahatsızlanmıştı. Buna rağmen, kendini biraz iyi hissedince, hemen mûtâd hayât temposuna dönüyordu. Yukarıda, Kılıç Ali'den naklen kaydettiğimiz gibi, bu şiddetli rahatsızlığına rağmen, Park Otel'de eğlenmiş, o gece üşüterek zatürre olmuştu. Yine toparlanınca, bu def'a, Ankara'ya hareket etmiş, orada, Balkan Antantı Dâimî Konseyi'nin 23, 24, 27 Şubat 1938 günleri devâm eden çalışmalarını tâkîb etmiş ve iştirâkçileri 27 Şubat 1937 akşamleyin Çankaya'da çaya dâvet etmiş, bu çay esnâsında, Sıhhiye Vekâleti Müsteşârı Dr. Asım Arar vâsıtasıyle, evvelâ Dâhiliye Vekîli Şükrü Kaya ve Başvekîl Celâl Bayar, arkasından da bütün Hükûmet ricâli, müşârünileyhin ölümcül hastalığından haberdâr olmuşlardı…

 

2 Şubat 1938'de Bursa'da Sümerbank Merinos Fabrikası'nın açılış merâsiminden sonra, fabrikayı gezip mes'ûllerden bilgi alırken… Hâlbuki kendisine uzun bir istirâhat devresi, kat'î perhîz, mazbût bir hayât tavsıye edilmişti… Hastalık, bu gezisinde de alarm vermiş, fakat o, müptelâsı olduğu hayât tarzından vaz geçmeye râzı olmamıştı…
***