Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 42

Elzem fedâkârlık mı, yoksa ‘o ve yalnız, ancak o' zaafı mı?

Kemalist Propaganda, Hatay mes'elesi için Mersin-Adana seyâhatine çıkıp gûyâ bir gövde gösterisi yapmasını, onun, hayâtı pahasına bir fedâkârlığı olarak gösteriyor…

Hâlbuki diplomatik müzâkerelerle yürüyen ve o günki askerî muvâzeneler çerçevesinde ve birkaç senelik bir vetîre içinde adım adım bir hâl çâresine kavuşturulan Hatay mes'elesinin hakîkaten böyle bir “fedâkârlığa” ihtiyâcı var mıydı?

Yoksa, mes'ele, her zamânki gibi, bütün askerî-siyâsî muvaffakıyetleri kendisine mâl etme arzûsu değil miydi?

Nitekim aynı kafayla, yâreni Kılıç Ali:

“Bu işde de o ve yalnız, ancak odur!”

demiyor mu? (Kılıç Ali 1955: 40)

 1_21

 

(Akşam, 27 Mayıs 1938, s. 1)

“Hatay için” 19 ilâ 25 Mayıs 1938 târihlerinde trenle Ankara-Mersin-Adana-Ankara seyâhatinden avdetinde, 25 Mayıs 1938, öğleyin, Ankara'da trenden inerken… Yanında  Ülkü, Makbûle Hanım ve Sabiha Gökçen…

***  

 En büyük zaaflarından biri: Tekebbür

Kemalist Dil İnkılâbı kadrosundan ve akşam sofralarının müdâvimlerinden Tıb Prof. Dr. Saîm Ali Dilemre, henüz keşfedilen -Osmanlı harfleriyle el yazması- Hâtırât'ında, Mustafa Kemâl'in “İsmet Paşa ile arasının açılmasından” bahsederken, onun “vilâdî olan kıskançlık ve megalomanisine” dikkat çekiyor… (Dilemre'nin Ömer Hakan Özalp tarafından Atatürk Kitaplığı'nda keşfedilip Derin Tarih'in  Şubat 2016 târihli 47. sayısında neşredilen Hâtırât'ından, s. 75) 

Memlekette bir numara olma hırsı

Daha gençlik çağında, memleketin bir numarası olmayı kafasına koymuştu. Bu emelini têyîd eden bir hâtıra, Kılıç Ali nakliyle bize ulaşmıştır. Hâtıra, Selânik'de (meşhûr bir birahânede), henüz rütbesinin Kolağası olduğu ve (Macedonia Risorta ve İTK müntesibi) mâhir bir Komitacı sıfatıyle ihtilâlci faâliyetlerde bulunduğu günlere âiddir:

“Mustafa Kemal, Selânikte yine bir akşam o zaman sıhhiye müfettişi olan eski Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok Beylerle birlikte Olimpiyos birahanesinde oturmuşlar, içerlerken devletin dış siyaseti bahis mevzuu oluyormuş. Bu arada Mustafa Kemal Bey bir takım acı tenkidler yaptıktan sonra işi lâtifeye dökmüş ve Tevfik Rüştü Beyi göstererek:

‘- Bu sakîm siyaseti bir gün doktor vasıtasiyle düzelttireceğim.' deyince yakın ve teklifsiz arkadaşı olan Nuri Conker:

‘- Ne? Ne? Sen mi düzelttireceksin?' diye istihfafla sormuş. Bunun üzerine Nuri Beyle aralarında şöyle bir muhavere geçmiş:

‘- Evet, ben doktoru Hariciye Nazırı yapacağım, bütün falsoları ona tamir etireceğim.'

“Nuri Bey lâtife ederek sormuş:

‘- Demek sen doktoru Hariciye Nazırı yapacaksın, o halde ya beni?'

‘- Seni de Vali ve kumandan yaparım!'

“Bu muhavereye, hazır bulunan Salih Bozok da karışıyor:

‘- Herhalde bu arada beni de bir şey yaparsınız?'

“Mustafa Kemal Bey, Salihin bu sualine, biraz düşündükten sonra:

‘- Salih seni yaver yapacağım ve yanımdan ayırmıyacağım.' cevabını verince Nuri Bey yine dayanamamış, tekrar atılarak:

‘- Allahını seversen sen ne olacaksın ki hepimize şimdiden böyle bir takım mansıplar veriyorsun?' demiş.

“Mustafa Kemal Bey, Nuri Beyin bu sorduğu suale gülerek:

‘- Bu memuriyetleri, bu mansıpları veren ne olursa işte ben o olacağım!' diye cevap vermiş.

“Vaktiyle genç bir zabit çağında iken arkadaşları arasında cereyan etmiş olan ve ileri görüşün şayanı hayret bir tezahürü sayılan bu muhavereyi, Atatürk, bu arkadaşlara ekseriyetle tekrar ettirip anlattırırlardı.” (Kılıç Ali, Atatürkün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yl., 1955, ss. 32-33)

Trablusgarb'e ne için gitmiş?

En yakınlarından ve fanatik propagandacılarından Falih Rıfkı Atay anlatıyor:

“Afrika çöllerinde İtalyan orduları ile Libyayı kurtarmak için savaşan hürriyet kahramanları, Balkan Harbi bozgununun ancak  sonunda vatana gelebildiler. Mustafa Kemal bunların arasında idi. Bir gün kendisine niçin Afrikaya gitdiğini sormuştum:

‘- Enver gittiği için!' cevabını verdi.

“Akılsızca da olsa kahramanlık şöhreti veren hiçbir sergüzeştte ondan geri kalmamalı idi. Boşuna da olsa ölüme göğüs açmalı idi…” (Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri, İstanbul: Sel Yl., 1955, s. 105)

O olmasa, memleket batacak mı?

General Ali Fuad Cebesoy, “Sınıf Arkadaşı”nı, birinci ponksiyondan (13 Ekim 1938) muhtemelen bir-iki hafta evvel (Cebesoy târih vermiyor), hasta yatağında son bir def'a ziyâret ettiği zamân, yaklaşan Cihân Harbi şartlarında kendisinin vazgeçilmez olduğu, memleket işlerinin onsuz rayında yürümiyeceği inancıyle ona:

“- Bu İkinci Umumî Harb, beni yataktan kımıldanmıyacak bir halde yakalıyacak olursa memleketin hali ne olacaktır? Ben devlet işlerine mutlaka müdahale edecek bir vaziyete gelmeliyim! Bizde hiçbir şeyin yataktan idare edilemiyeceğini bilirsiniz. Mutlaka işin başına geçmem lâzımdır!”

diyor... (Cebesoy  2011: 657)

2_14

(Akşam, 20 Haziran 1938, s. 1)

Tabîblerinin devâmlı sûrette yatarak istirâhat etmesi lâzım geldiği tavsıyesine rağmen, o, 20 Haziran 1938'de, Savarona'da, Vekîller Hey'etini topluyor ve dört buçuk sâat zarfında (14.30-19.00) müzâkerelere riyâset ediyor… Üstelik, bir gün evvel, yine yatta, sâat 14.00'ten îtibâren, akşam yemeği faslı dâhil, Romanya Kralı Karol'u ağırlıyor (Akşam, 21 Haziran 1938)… Nîçin? Çünki (“Tek Adam”lık îcâbı) her şeyin başında –Kılıç Ali'nin tâbiriyle- “o ve yalnız, ancak o” olmalı…

***   

 “O, Allâh olmak ister!”

“Mustafa Kemal'in  Masonluğunda Merâk Edilen Mes'ele: Loca Matrikülünde Nîçin İsmi Yok?” başlıklı araştırmamızda (Yeni Söz, 7 Şubat 2018 - 15 Nisan 2018), Macedonia Risorta İTK'sının önde gelen isimlerinden Kâzım Nâmi Duru'dan pek mânîdâr bir hâtıra nakletmiştik. Onu bu vesîleyle de hatırlatıyoruz:

“Bir gün, trende, pek iyi tanıdığım bir arkadaş bana şöyle bir hikâye anlattı:

“Bir gün, içlerinde Doktor Nazım da, Salâh Cimcoz da bulunan üç dört İttihatçı arkadaş konuşuyor, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemâl'in terfi edemediğini teessürle söylüyorlarmış. Tam bu sırada içeriye, o vakit Başkumandan Vekili olan Enver girmiş, neden bahsedildiğini sezmiş, ama ne konuştuklarını sormuş, kimse cevap vermemiş. Hiçbir vakit sözünü saklamadığını bildiği Doktor Nazım'a ‘Sen söyle, ne konuşuyordunuz?' diye sormuş. O da mevzuu anlatmış.

“Enver, gülerek cebinden Mustafa Kemâl'in terfi fermanını çıkarıp göstermiş, şu sözleri de ilâve etmiş:

‘- Ona Paşalık rütbesi değil, Padişahlık verseniz, yine kanmaz; Allah olmak ister!'

“Bunu bir akşam Atatürk'e anlatmışlar. O da:

‘- Ben Enver'i sevmezdim; fakat bu sözüne karşı fikrimi değiştirdim!' cevabını vermiş.

“Bu hikâye, rahmetli Salâh Cimcoz'dan rivayettir.” (Kâzım Nâmi'nin evvelâ -1950'de- Cemal Kutay'ın haftalık Millet mecmûasında tefrika edilen İttihat ve Terakki Hatıralarım isimli küçük hacimli kitabından, İstanbul: Sucuoğlu Matbaası, 1957, s. 58)

Kemalist “Dîn İnkılâbı”nın bir militanı: Baltacıoğlu

Kemalist Totaliter Rejimin kendi dogmalarından başka hiçbir fikre hayât hakkı tanımadığı bir devirde, 1934 senesinde, mânîdâr bir isimle (şüphesiz, Kemalizme uygun yeni insan tipi mânâsını kasdederek) têsîs ettiği Yeni Adam mecmûasını (başlık altı, evvelâ “Haftalık Fikir Gazetesi”, 1950'ye doğru “Ülkümüz Demokrasi ve Cumhuriyet için çalışmaktır”) 1978'e kadar muntazaman neşreden Prof. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (1886-1978), “Taptığı Adam”ın teveccühüyle, evvelâ Edebiyât Fakültesi Reîsliğine (Dekanlığına), arkasından Maârif Vekâleti Müsteşârlığına ve 1924'te Dârülfünûn Emînliğine (Rektörlüğüne) getirilmiş ve üç sene bu makam uhdesinde kalmıştı.

Sâbık Rektör Hazretleri, Haziran 1928'de, yine “Taptığı Adam”ın tâlimâtıyle ve İlâhiyât Fakültesi Müderrisler Meclisi'nde görüşülmek üzere “Dînî Islâhâtın Esâslarına Dâir Lâyiha” serlevhası altında, Müslümanlığı Kemalizmle mezcedip onun payandası hâline getirmeyi ve câmileri havraya benzetmeyi istihdâf eden bir pogram hazırlamış, lâkin böyle bir proje için şartlar henüz olgunlaşmadığından, projesi o zamân kuvveden fiile çıkamamıştı. Yine de emekler boşa gitmiyecek, zamânla bu istikamette büyük mesâfe kat'edilecek, Türkiye'deki Müslümanlık, husûsen 12 Eylûl Darbesini tâkîben, geniş mikyâsda Kemalistleştirilmeye muvaffak olunacaktır.

3_6

Prof. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, iki genç dostu (Yalçın Orkun ve Haldun Özen) arasında…

***