Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 44

“Bizim taptığımız Mustafa Kemâl”

Ağustos 1930'da, “Tek Adam”, Manastır Askerî İdâdîsi'nden beri arkadaşı olan Ali Fethi'ye Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı têsîs ettirdiği zamân, İsmayıl Hakkı da bu muvâzaalı fırka saflarında yer aldı ve Fırkanın İstanbul Teşkîlâtı Reîsi oldu. Başlangıçta SCF ve Halk Fırkası arasında bîtaraf davranacağına dâir söz veren, fakat her zamân makyavelik siyâset umdeleriyle hareket ettiği için sözlerinden kolayca vaz geçen “Tek Adam”, bu def'a da, evvelden tesbît ettiği stratejiye muvâfık olarak, SCF'ye aleyhdâr bir tavır takınıp kendisinin bîtaraf olmadığını, Halk Fırkası'nın Umûmî Reîsi bulunduğunu îlân edince (ki bunun netîcesi 16 Kasım 1930'da SCF'yi Ali Fethi'ye feshettirmesi olacaktır), İsmayıl Hakkı, SCF'yi destekleyen Yarın gazetesinin 12 Teşrînievvel (Ekim) 1930 târihli nüshasında bir makale neşrederek, müşârünileyhin bu tavrına îtirâz edip kendilerinin, Halk Fırkası'nın Umûmî Reîsinin değil, “Mutlak Mustafa Kemâl”in tâkîbcisi olduklarını beyân etti. Bu makalenin –gûyâ bir ilim adamının kaleminden çıkan- başlığı şâyân-ı dikkat olduğu gibi, ondan da daha şâyân-ı dikkat olan husûs, “Tek Adam”ın makale muharririnin hadsiz tebcîl ve arz-ı ubûdiyet tavrından pek memnûn olmasıydı. Makalenin başlığı şudur: “Bizim Taptığımız Mustafa Kemal”… SCF müessislerinden Hukuk Prof. Ahmet Ağaoğlu (1869-1939; İttihâdcı Komitacı, 2. ve 3. Devreler: 1923-1927, 1927-1931 Kars Meb'ûsu), Serbest Fırka Hâtıraları'nda, hem işbu makalenin tam metnini, hem de onunla alâkalı olarak “Tek Adam”la aralarında geçen muhâvereyi naklediyor:

“ ‘Phidias', antikitenin en büyük sanatkârlarından biridir, fakat tarihe gömülmüştür.

“ ‘Michel-Ange', Rönesansın onun kadar büyük bir sanatkârıdır, fakat on altıncı asırda kalmıştır. ‘Delacroix', romantizmin en büyük kıyasıdır. [?] Fakat unutulmuştur. ‘Phidias'dan başlayıp ‘Delacroix'ya varan yüzümüzün her halkası ‘Naturalisme' maadininden yapılmıştır. Hâl [-i hâzır], ‘anti-naturaliste'tir; istikbâl, ‘surréaliste' olacaktır.

“ ‘Phidias'lar, ‘Michel-Ange'lar, ‘Delacroix'lar maziyi işliyerek şöhret kazandılar; fakat istikbale musallat olmak şeametine uğramadılar… İngres gibi, intikal devirlerinde gelen simalar da vardır. Bunlar mazinin mirasını taşırlar ve istikbalin imkânını hazırlarlar.

***  

“Bizim taptığımız Mustafa Kemal, Halk Fırkasının umumî reisi olan Mustafa Kemal değildir; dâhi İngres gibi, mazinin mirasını, yani Türk milletinin kuvayi namiyesini taşıyan ve Türk kavminin istikbalini yaratan ve Türk istikbalinde Türk milletine ebedî rehber olmak istidadını ve kuvvetini muhafaza eden ‘Mutlak Mustafa Kemal'dir.

“Bu takdirimiz tamamiyle hürdür. Çünkü benliğimizin mutlak ifadesidir.

“Müderris İsmail Hakkı, [Yarın,] 12 Teşrinievvel 1930.

“Meğer Gazi bu makaleden hoşlanmamış! [Ağaoğlu, bunu târîzen söylüyor olsa gerek…]

“Bu münasebetle Gazi ile aramızda geçen bir hâdiseyi zikretmeyi faydalı gördüm:

“Benim Ankaraya geldiğimi Gazi işitiyor ve derhal Çankayaya gelmekliğimi emrediyor. Gidiyorum.

“Akşamdır. Gazi, Tevfik Rüştü [Aras] ile bilârdo oynuyor. Oyun esnasında Gazi ehemmiyet vermiyor gibi bir tavır alarak benden İsmail Hakkının makalesini okuyup okumadığımı sordu.

‘- Okudum!'

‘- Nasıl buldunuz?'

‘- Beğenmedim!'

‘- Niçin? İlmî yazılmıştır! Hakkımda da çok hürmetkârdır!'

‘- Mukayeseyi beğenmedim. Yan yana getirilmeleri imkânsız olan insanlar arasında mukayese yapmakta mâna göremedim!'

“Gazi, devam etmedi ve sofraya geçtik…” (Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, Neşre Hazırlayan: -Oğlu- Samet Ağaoğlu, İstanbul: Nebioğlu Ye., 1949, ss. 77-79)

 “Atatürk'le Hatay konusunda, İstiklal Savaşı'nda değil, 1936-37'de çok münakaşa ettik…” (İsmet İnönü, Cumhuriyetin İlk Yılları II, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yl., 1998, ss. 57-60)

1_23

Dalâletin böylesi!

Öyle ya şu fânî, şu âciz kul (affedersiniz, şu mâbûd diyecektik) mevcûd olmasaydı, bizi kim yaratacaktı, biz nasıl mevcûd olacaktık? Varlığımızı da, her şeyimizi de ona borçluyuz!

Türk dediğin nedir ki! Elinden hiçbir şey gelmiyen süflî bir mahlûk! Onu ancak böyle fevkalbeşer varlıklar kurtarır! Ve böyle varlıklar da Anadolu'dan değil, ancak Selânik'den çıkar!

Şâyed içinde yaşadığımız şu müsbet ilim ve felsefî tefekkür çağının yüz karası bu sapkınlar Müşrik değilseler, Câhiliyet Mekkelileri de Müşrik değillerdi!

*** 

 

 

“Memlekette kimsenin sivrildiğine tahammül edemez”

Abdülhamîd devri Seraskeri Rızâ Paşa'nın oğlu, İstanbul Meb'ûsu ve hayırsever büyük iş adamı Süreyya (İlmen) Paşa da (1874-1955) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın öncü kadrosuna dâhildi ve Fırkanın bilhassa İstanbul'da teşkîlâtlanmasında çok emeği geçmişti. Kendisi, devrin ileri gelenlerinden, 1900'lü senelerin İttihâdcısı, Mustafa Kemâl'i yakından tanıyan ve onunla def'alarca görüşmüş mühim bir şahsıyetti. 1946'da kaleme alıp 1951'de neşrettiği Zavallı Serbest Fırka isimli kitabında, “Tek Adam” hakkında, sayfalar boyunca verdiği birçok misâlle desteklediği şu tesbîtte bulunuyor:

“Gazi, memlekette kimsenin sivrildiğine tahammül edemezdi. Her işi, her inkılâbı, her imarı, her teşkilâtı yalnız kendisi yapmak ve o fikrin yalnız kendisinden sadır olduğunu etrafa işâe ettirmek isterdi. Memlekette, yalnız büyük olarak, kendisinin tanınmasını arzu ederdi. Halbuki memleketimizin medeniyet yoluna girebilmesi için daha yüzlerce Gazi'ye, İsmet'e ihtiyacı vardı.

“Bir aralık Antalyada bir vaka olduğu işitildi. Millet Meclisi reisi Kâzım [Özalp] Paşa, Antalyaya gidiyormuş. Akrabası olan vali, şehri donatmış. Bunu haber alan Gazi, oraya, bir harp sefinesile, süratle gitmiş, her tarafı altüst etmiş. […]

“[Süreyya Paşa, memleketin menfâatine olarak bir takım düzenlemelere gidilmesi için TBMM'de birçok kanûn teklîfi verince, Halk Fırkası ileri gelenleri, kendisini îkaz ve bu teklîflerle öne çıkmamasını ihtâr etmişler… Devâmında:] Nihayet, bir gün, Gazi'nin Çankaya'daki köşklerine davetli bulunduğum bir sırada, beni yanlarına çağırarak:

‘- Ne o? Sen Memlekette inkılâp mı yapmak istiyorsun?' diye sormuşlardı. Şaşaladım:

‘- Ne gibi bir inkılâp?' dedim.

‘- Gene üç teklifte [kanûn teklîfinde] bulunmuşsun! Gazetecilerle [bu kanûnların mâhiyeti hakkında] mülâkat yapmışsın!' diyerek bir parça da çıkışmak istedi. Ben de:

‘- Memlekette inkılâp yapmak haddim değildir! Gazetecilerle de hiçbir mülâkatta bulunmadım. Yalnız, memleketim için faideli addettiğim üç teklifte bulundum. Eğer bu gibi resmî tekliflerin gazetelere aksetmemesi arzu buyuruluyorsa, lûtfen Millet Meclisi riyasetine emir buyurunuz, gazetecilerin Millet Meclisi kalem-i mahsusuna müracaatlarında bu gibi teklifleri kendilerine gösterip not ettirmesinler!' dedim. Ve hakikat halde gazetecilerle hiçbir mülâkatta bulunmadığım cihetle, bu hususa dair de, kendilerine ayrıca teminatta bulundum.

“Nihayet Gazi:

‘- Ne gibi tekliflerde bulunacaksan, evvelâ bana getir, birlikte müzakere edelim, münasip görürsem yaptırırım!' dedi; meseleyi kapattı.

“Ondan sonra düşünmeğe başladım: ‘Öyle ya, Süreyya! Sana ne oluyor? Üç yüz küsur mebus arkadaşın var… Senden başka kim bu gibi tekliflerde bulunuyor? Niye sükût ediyorlar? Onların senin kadar akılları, hamiyetleri yok mu?' diye tekrar, kendi kendime, derin derin düşünmeğe başladım…” (Süreyya İlmen, Zavallı Serbest Fırka, İstanbul: Muallim Fuad Gücüyener Yayınevi, 1951, Derin Tarih mecmûasının tıpkı basım kitap ilâvesi, Eylûl 2015, ss. 28, 31)

Misâller böyle uzayıp gider… Çok ibret verici bir tavrı da, memleketin her tarafına heykellerini diktirmesi, büstlerini, resimlerini koydurtması ve herkesten onların önünde arz-ı ubûdiyette bulunmasını istemesidir… Bu vâkıa da bir başka makale mevzûu olabilir…

İnönü'nün Hâtırât'ında Hatay münâkaşaları

Hatay mes'elesini bir de İnönü'nün Hâtırât'ından okumak,  ona farklı bir perspektiften bakmaya imkân sağlıyor… Öyle anlaşılıyor ki İnönü, bu mes'eleyi sühûletle, diplomatik müzâkerelerle, Türkiye'yi ciddî bir tehlikeye atmadan hâlletme tarafdârı olmuş, bu istikamette faâliyet göstermiştir. “Bu gibi şeref mes'elelerini taht-ı inhisârına alan” (Süreyya İlmen 1951: 28) “Tek Adam” ise, hayâtının son deminde, Hatay ile, gösterişli bir zafer kazanmak temâyülü içindedir ve bu uğurda, o esnâda büyük sıkıntıları olan Fransa'yla mevziî bir harbi dahi göze almaktadır. Tabîblerinin ısrârla mutlak istirâhat ve perhîz tavsıye etmelerine rağmen, bir Mersin - Adana seyâhatine kalkışmasında, “Memlekette, yalnız büyük olarak, kendisinin tanınması” ve “yine Halaskârımız tarafından kurtarılmış olduğunu göstermek ve bu suretle Türk Milletinin minnet ve şükranlarını kazanmak” (Süreyya Paşa 1951: 28, 34-35) hâletirûhiyesinin başlıca sâik olduğu meydandadır; İnönü'yle karşı karşıya gelmelerinin bir sebebi de bu hâletirûhiyedir:

“1936 senesi ve 1937 başı, olayların gittikçe birikerek yorgunluk ve gerginliğin artmış olması devridir. Türlü meselelerden Atatürk ile aramızda münakaşa çıkmıştır. Bunların büyüğü, Hatay meselesinde oldu.  […]

“Hatay meselesindeki bu her an patlama havası ve her an büyük bir hareketin başlayacağı intibaı, Atatürk'ten geliyordu. […]

“Bir aralık Atatürk'ün halinden bir askeri müdahale ile emrivaki yapmak fikri geçtiğini fark ettim. Kendisi ile bu meseleyi görüştüğüm gibi, Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa ile de görüştüm. Hatay'daki meselede haklarımızı tatbik sahasına koymak için bir netice alabilirdik, almak için çalışabilirdik, fakat her siyasi teşebbüsü bir tarafa bırakarak bir askeri hareketle emrivaki yapmak şeklini mahzurlu buluyordum.

“Kesin olarak vaziyet aldım. Ne yapabilir Fransızlar? Hiçbir şey yapacak halde değiller fikri ileri sürülüyordu. Evet, Fransızlar Suriye'deki mevcutları itibariyle hiçbir şey yapacak halde değiller, fakat sadece harp ilân edilmesi bile, bizim memleketimizi büsbütün yeni bir siyasi ortam içine atardı. Avrupa'da gelişmekte olan büyük siyasi olaylar sebebiyle, kendi imkânlarımızı, durumumuzu birdenbire muayyen bir meseleye bağlamış oluruz ihtimalini, ciddi bir sakınca olarak görüyordum.