Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 46

  1. K. / 5. Fasıl

HAYÂTININ SON DEVRESİNDE SELEF-HALEF MÜNÂSEBETLERİ VE MÜTEHAKKİM ZÜMRE

Bize kalan azîz borç asırlık zamânlardan:

Târihi temizlemek sahte kahramanlardan!

(Necip Fazıl)

 Evvelâ bir Türkçe ihtârı: “İnönü'ne, -nü, -nden”

İnönü'nün desteğiyle, mâhûd mihrâklar tarafından gerçekleştirilen 27 Mayıs İhtilâlini müteâkib, Kemalist Uydurma Dil, resmî dil yapılmıştı. Mürâîce “Öztürkçe” tâbir edilen (Türkçe, Fransızca ve uydurma kaideler, kelimeler halitası) Uydurmacanın başlıca mesnedi, imkân dâhilinde bu sun'î dilde kaleme alınan “27 Mayıs Anayasası” idi. “Millî Şef”, “Ebedî Şef”inin gösterdiği istikamette, Kemalist İdeolojiye muvâfık uydurma bir dil inşâsı çalışmalarına devâm etmiş, Esâs Kanûn'u, harfiyen, Uydurmacaya tercüme ettirmiş ve Ocak 1945'de, Meclis karârıyle bu metni mûteber saydırmıştı. (15 Ocak 1945 târihli Resmî Gazete, Kanûn No: 4695) Bilâhare, Demokrat Parti iktidârı zamânında, husûsen Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün gayretleriyle, tekrâr Esâs Kanûn'un aslî metni mer'iyete konuldu (1952). Esâsını Sabataî ve Masonlar ile Kemalizmden nemâlanan kesimlerin teşkîl ettiği (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi) fanatik Kemalistler, 1945'deki “Anayasa” dilini, biraz daha Uydurmacalaştırarak “27 Mayıs Anayasası” metnini ortaya çıkardılar; hukūk, maârif, radyo yayınları, resmî yazışmalar gibi bütün resmî sâhada bu dilin mîyâr olmasını mecbûrî kıldılar. Nazarlarında bu da nihâî merhale değildi; Türkiye'deki resmî dil tamâmen İslâm Medeniyeti Kaynaklı (onların yine uydurma tâbiriyle “Osmanlıca”) Kelimelerden ayıklanıncaya kadar bu vetîre devâm edecek, nihâyette “Öztürkçe” yutturmacasıyle ve cebren, yâni her çeşit Devlet imkânı kullanılarak bu Kemalist Uydurma Dil bütün halka mâl edilecekti. Bu uğurda topyekûn seferber olmuşlar, ders kitapları, TRT yayınları, ellerindeki (neredeyse inhisârına sâhib oldukları) gazete, mecmûa, kitap neşriyâtı, Uydurmacayla kaleme alınan kanûn metinleri, resmî yazışmalar, v.s. vâsıtasıyle ve îtirâz edenleri zulümle sindirmek sûretiyle bu sun'î dili yaymaya koyulmuşlardı…

Millî Kültürümüzün can düşmanı olan fanatik Kemalist mütegallibenin meş'ûm darbesini tâkîben, “Millî Eğitim Bakanlığı” bünyesinde faâliyet gösteren Tercüme Bürosu'na da bütünüyle Uydurmacacılar hâkim olmuşlardı ve Devlet Kitapları olarak basılan tercümelerini Uydurmacayı yaymak için kullanıyorlar, halk da, dilini anlamadığı bu kitaplardan biteviye şikâyet ediyordu. 1965'den beri Kültür Müsteşârı olan Adnan Ötüken (1911-1972), bu hâle daha fazla tahammül edemiyerek, Tercüme Bürosu Âzâlarını, halkın yaygın dilini (kimilerinin tâbiriyle “Yaşayan Türkçe”yi) kullanmaları ve tercümelerini Uydurmacaya âlet etmemeleri husûsunda îkaz etti. Bunun üzerine, Âzâlar, protesto bâbında, toptan istîfâ ettiler (21 Ocak 1967) ve -başta “Millî Şef” ile Partisi, darbeci “Tabiî (halkın tâbiriyle “Temelli”) Senatörler”, Kemalo-Marksistlerin ağırlıkta olduğu Dil Kurumcular olmak üzere- fanatik Kemalistler bunu büyük hâdise yaptılar.

Bu hâdise vesîlesiyle, matbûâttan mâadâ, Senota'da da harâretli tartışmalar cereyân etti. O zamân müstakil Senatör sıfatıyle Senato'da bulunan Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, bu tartışmalar çerçevesinde söz alarak Uydurma Dilciliği tenkîd etti (24 Şubat 1967). Siyâsî hayâtı bakımından çok tenkîde şâyân bir şahsıyet, dîğer taraftan, ilk hakîkî dilcilerimizden biri olan ve bu sıfatla dilimize pek çok hizmet eden Banguoğlu, Türkçenin kelime türetme kaideleri hakkında uzun uzadıya mâlûmât vererek, bu meyânda “ilginç, toplum, koşul, çıkay, çarpay, söylev, görev, ödev” gibi kelimelerin uydurma olduğunu îzâh ederek, bütün bu uydurmaların er-geç “tasfiye edilip dilimizde sâf Türkçenin hâkim olacağına” dâir inancını belirterek, Türkçenin türetme kaidelerini hiçe sayan dil siyâsetine şiddetle hücûm etti. (Lâkin, maâlesef, her zamânki o sakîm siyâset anlayışına uyarak, bu işte Komünist parmağının da bulunduğuna temâs ettiği hâlde, asıl fâil ve mes'ûlü işâret etmekten imtinâ etti…) 

1_25

Türkçeye büyük hizmetleri dokunan kıymetli dilcimiz Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu: “Sezar gramere karışmasın! Türkçede ‘İnönü'ye' değil, ‘İnönü'ne' denir!”

***  

 Banguoğlu, Senato'da, ilmî bir musâhabe (Fransızca “exposé”) mâhiyetinde olan konuşmasında, Türkçenin kaidelerini ihlâl tavrına bir misâl olarak, “İnönü'ne” yerine, “İnönü'ye” denilmek istenmesinden de bahsetmişti. Filhakîka, ismin muhtelif hâllere göre çekimi ve kelimenin yapısına uygun olarak, söylenmesi gereken, “İn önü-n-e”, “İn önü-n-ü”, “İn önü-n-den”dir. Nasıl ki “Kadıköyü'ye”, “Kadıköyü'den” veyâ Ağaoğlu'ya”, “Ağaoğlu'dan” diyemiyorsak, “İnönü'ye”, “İnönü'den” de diyemeyiz. Heyhat ki iktidârı hiçbir zamân bu memleketin aslî sâhiblerine devretmiyen mâhûd zümre, yine dediğini yaptırmış, halka dayattığı uydurma dil çerçevesinde, “İnönü'ye”, “İnönü'den” gibi söyleyişleri hâkim kılmıştır! Biz, bu koyun sürüsüne dâhil olmayı reddettiğimiz için, yine “İnönü'ne”, “İnönü'nü”, “İnönü'nden” demeye, yazmaya devâm edeceğiz! (Mâmâfih, iktibâs metinlerimizde aslın imlâsını muhâfaza ediyoruz…)

Banguoğlu'un, Senato'daki konuşmasında, bu “İnönü” kelimesinin çekimi hakkında zikrettiği ibretâmîz hâtıra şudur:

“…Uydurmacılık, bir ara moda olmuştur. Bu da zevksizlikten, bilgisizlikten veyâ dalkavukluktan ileri gelmiştir. (Alkışlar.)

“Efendim, öyle bir devir oldu. 1940 senesinde Maârif Vekâleti bana bir vazîfe verdi; okullar için kılavuz olacak bir gramer kitabı yaz, diye. [Maâlesef resmî dilin bir dayatması olarak burada Banguoğlu'nun da kullandığı “okul”, “Güneş-Dil” hezeyânı çerçevesinde, “okumak” fiiliyle alâkasız olarak, Latince “schola”ya, İtalyanca “scuola”ya, Fransızca “école”e benzetilerek uydurulmuş ve evvelâ “okula” şeklinde kullanılmış bir ucûbedir. Banguoğlu, 1987 baskısı Dil Bahisleri'nde (s. 303), kendisi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde henüz Doçent iken, birileri, bu kelimenin “okula” şeklinde Şanlıurfa'da kullanıldığını iddiâ ederek onu meşrûlaştırmaya çalışınca, onlara: “Bu ‘okula' kelimesi eğer Urfa'da mekteb mânâsına varsa, ben kendimi asarım bu Fakülte'nin kapısına!” diye meydan okuduğunu ve bu sahtekârların ona cevâb veremediklerini anlatır…] […]

“Günün birinde, zamânın Maârif Vekîli [Hasan Âli Yücel] bana haber gönderdi. Millî Şefimizin bir arzûsudur; ‘İnönü'ye' denmesini istiyor, ‘İnönü'ne' denmesini istemiyor. Bunu gramer kitabına bir kural olarak koysun, Millî Şef memnûn olur, diye. (Gülüşmeler.) Böyle bir devirdi; açık konuşalım! Ben de dedim ki tâ Romalılar zamânında söylenmiş bir sözdür: ‘Sezar, gramere karışmasın!' O, ismini istediği gibi yazar; ama ben böyle bir gramer kaidesi îcâd edemem!

“Bu türlü şeyler vardı. Hoşa gitmek için uydurulmuş şeyler vardı. Bunlar tasfiye edilecek ve dilimizde sâf Türkçe hâkim olacaktır.” (Bu bahisle alâkalı mufassal mâlûmât için, okurlarımız, 2013'te Kurtuba Yayınları arasında çıkan Türkçenin Istılâh Mes'elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar; “Öztürkçe” Dayatmasıyle Fransızcalaştırılan Resmî Dil isimli kitabımıza ve onun bâhusûs 262 ilâ 267 ve 471 ilâ 475. sayfalarına mürâcaat edebilirler.)