Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 76

İkinci büyük tedbîr, câmilerde Anti-Kemalist telkînlerin önüne geçmek, bunun için de Diyânet bünyesindeki bir merkezin hazırlıyacağı metinler hâricinde hutbe ve vaazlara müsâade etmemekdir… Bu metinlerde, ısrârla, Kemalizmin Müslümanlığa muvâfık olduğu fikri işlenecektir. (Hakîkaten, istisnâlar bir tarafa bırakılırsa, Diyânet, Kemalizmin hâdimi olan başlıca resmî müesseselerden biridir; “Kemalist Müslümanlık”, Diyânet ve İlâhiyât câmiasının büyük bir kısmı sâyesinde, her geçen gün, biraz daha neşvünemâ bulmaktadır…)  

Son büyük tedbîr, Cezâ Kānûnuna yeni maddeler ilâve ederek “Atatürk ve İnkılâp prensipleri aleyhine yapılan” konuşmaları ve neşriyâtı şiddetle cezâlandırmaktır. (Nitekim, Tör'ün mektubunu kaleme aldığı târihten bir ay sonra, 31 Temmuz 1951'de, 5816 sayılı kanûn vaz'edilerek bu tedbîr alınmıştır…)

“İrticâa karşı en büyük kuvvet, Bayar”

Vedat Nedim Tör'ün Cumhûr Reîsi Celâl Bayar'a mektubunu, onu hangi hâletirûhiyeyle kaleme aldığını îzâh ettiği baş tarafındaki birkaç paragraf hâric, bütünüyle iktibâs ediyoruz:

 “27.6.1951, İstanbul.

“Sayın Celâl Bayar, Cumhurbaşkanı, Çankaya – Ankara.

“Sayın Cumhurbaşkanımız,

[…]

“Sizin Atatürk'e ve onun inkılâplar rejimine ne kadar kuvvetle ve imanla bağlı olduğunuz dünyaca malûmdur. Bu günkü durum karşısında, hem o eşsiz adama karşı duyduğunuz sevginin büyüklüğü, hem de işgâl etmekte olduğunuz mevkiin yüksek mes'uliyeti ile mütenasip bir ıstırap ve endişe içinde bulunduğunuzu tahmin ediyorum.

“[Bizi] bu gün içinde bocaladığımız inkılâp – irtica çıkmazından kurtarabilecek tek kuvvet olarak sizi görüyorum. Onun için aklıma gelenleri size açıkça yazmaktan kendimi alamıyorsam bunu şahsınıza olan sonsuz itimadımın bir delili olarak kabul buyurup beni mazur görmenizi rica edeceğim.

[…]

“Partilerarası inkılâp rejimine sadakat paktı”

“Aklıma gelen tedbirleri sırasiyle arzediyorum:

“1- Partiler arasındaki rekabet yarışı, inkılâbın bir nevi münakaşaya konması şeklinde tecelli etmiştir. Bu yüzden inkılâp rejimi, dinsizlik, zındıklık rejimi olarak damgalanmıştır. Memleketimizi çökertmek, geriletmek, iç ve dış itibarımızı düşürmek için gerilik ve taassup kuvvetlerinden faydalanmak isteyen sağ ve sol bütün düşman kuvvetler bu fevkalâde elverişli ruhî vasat üzerinde mikroplarını üretmek için geniş imkânlar bulabilmektedirler.

“Gerek Halk Partisi, gerekse Demokrat Parti ‘dinsiz' yaftasını yememek ve büyük halk yığınları içinde çok cazib olan dinî tahrik silâhlarını başka rakib bir partinin eline kaptırmamak için tam inkılâpçı ve kemalist bir istikamet almaktan çekiniyorlar.

“Onun için bu tereddüdlü durum karşısında, sizin, bu iki partinin, hattâ Millet Partisinin liderlerini bir ‘Partilerarası inkılâp rejimine sadakat paktı' imzalamağa davet buyurmanız, bence partiler arasındaki korkuyu giderebilecek, faaliyetlerini yalnız müspet kalkınma davaları üzerinde teksif imkânlarını verecek ve bütün rejim düşmanlarını hiç bir partiden yüz bulmamak üzere açıkta bırakacak tek çaredir.

“Kemalist Müslümanlık”

“2- Diyanet İşleri Riyaseti, bu gün büyük vatanî vazifeler karşısındadır. Geniş halk yığınlarını camilerde inkılâp düşmanlarına karşı uyanık tutmak, milletin mezhebler içinde hizipleşmesini önlemek, inkılâbın nimetlerini anlatmak ve softaların zararlı telkinlerinden kurtarmak için merkezden hazırlanmış hutbeler ve vaızlarla geniş bir uyarma seferberliğine girişmek lâzımdır.

“Halbuki duyduklarımıza göre, yalnız memleketimizde değil Kıbrıs'da bile merkezden gönderilen müftüler ve hocalar irtica cephesinde faal bir rol oynamaktadırlar. Kıbrıs Türklerinin millî birliğini inkılâp taraftarı ve inkılâp aleyhtarı olarak ikiye parçalayan zatin Ankara'dan gönderilen müftü olduğu yüksek malûmunuzdur. Ayni ikilik memleketimizde de yaratılmıştır. Dinin kemalist inkılâp cephesinde olduğunu ilân etmek zamanı gelmiştir.

Kemalizm aleyhdârlığını şiddetle tecziye

“3- Ceza kanunumuza inkılâbı her bakımdan koruyucu şiddetli maddeler koymak bir zaruret halini almıştır. Atatürk aleyhine, inkılâp prensipleri aleyhine yapılan sözlü ve yazılı tahrikâtı şiddetle karşılamazsak, irticaın terörü şiddetini gittikçe arttıracaktır.

“Bu gün bütün kasaba ve köylerimizde hakikî kemalistler adeta sinmiş bir vaziyettedirler. Temas ettiğim bütün öğretmenler ve münevverler bu durumu acınarak anlatmaktadırlar.

“İşte pek muhterem Celâl Bayar, günümüzün en aktüel davası olan irticayla mücadelenin ana şartları hakkında basit görüşlerimi açıkça arzettim. Bu cür'etimi hoş görmenizi ellerinizden hürmetle öperek tekrar rica ederim.

“Vedat Nedim Tör.” (Yaman 2017: 103-105'deki vesîka)

 

 

Kemalo-Marksist Vedat Nedim Tör'ün, bilhassa “Kemalist Müslümanlık” siyâsetini kullanmak sûretiyle “İrticâ” ile mücâdele hakkında Cumhûr Reîsi Celâl Bayar'a gönderdiği 27 Haziran 1951 târihli –daktilo edilmiş- mektubunun son sayfası…
*** 
 

 

 

 

 

Org. Ali Fuad Erden'in hanım tarafından akrabâları

Ali Fuad Erden, “İzmir eşrâfından Şerif Paşa'nın kızı” Bedia Reyent (ö. Zürih, 27.9.1964) ile evlenmişti (1928). Tek çocukları oldu: Aylâ Reyent… Aylâ Hanım da (1936 – 29.5.2001), Laçin Ökmen (ö. 19.11.1976) ile evlenmiş ve tek kızları olmuştu: Bedia Çiğdem Ökmen (d. 1964)… Çiğdem Hanım, evlenmedi. Annesinin vefât ettiği 2001 seneinde Londra'da yaşıyordu…

Ali Fuad Erden'i Bedia Reyent'le, can ciğer arkadaşı İsmet İnönü tanıştırıyor. Bedia Hanım, o zamanlar Türk hanımlarında değil, sâdece Sabataî hanımlarda görülen vasıflara sâhib: Amerikan Mektebinde okumuş, birkaç lisân bilir, sosyetik, kadınlı erkekli toplantılara katılır, erkeklerle dans eder ve onlarla dengi dengine konuşur… Erden, 1928 Haziranında evlendiği Bedia Hanım'la, İzmir'de, 1926 baharında, İnönü'nün tavassutuyla nasıl tanışdığını İnönü hakkındaki kitabının “İki Suvare” başlıklı 37. Faslında hikâye ediyor:

“1926 baharı. İzmir'de Müstahkem Mevki (korunaklı bölge) Kumandanıyım. Başbakan İsmet Paşa İzmir'e geldiler.

“Naim Palas'ta bir suvare. İsmet Paşa genç, güzel, zeki bir bayanla konuşuyordu. Sonra, dans ettiler. Bu bayan, İzmir Fransız Konsolos Yardımcısının eşiydi.

“Türk aileleri de vardı. Fakat İsmet Paşa ile konuşan bir Türk hanımı yoktu. İsmet Paşa ile dans etmek kolay, fakat onun zeki konuşmasına nüfuz ederek onunla konuşmak zor idi. Bundan etkilenip duygulandım ve İzmirlilere sordum: ‘İzmir'de İsmet Paşa ile konuşabilecek bir Türk hanımı yok mu?'

“Biraz sonra, İsmet Paşa'yı, başka bir hanımla konuşuyor gördüm. Demin kendisine sorduğum zat, ‘İşte aradığınız Türk hanımı' dedi. ‘İzmirlidir. Amerikan mektebinde okumuştur. Birkaç dil bilir.' Ciddi ve vakarlı olan bu Türk hanımı, İsmet Paşa ile, Fransız hanımı kadar rahat ve kolay konuşuyordu.

“Bir hafta sonra başka bir suvare. Gece yarısı souper. [Fransızca “souper : supe”, gece yarısı yemeği.] Yemek masasında on iki davetli var. Ben İzmirli iki Türk hanımı arasındayım. Penbe sünbüllerle süslenmiş sofraya otururken, İsmet Paşa, beni onlara takdim etti.

“Solumda oturan hanım, geçen hafta, İsmet Paşa ile konuşandı. Yemekte görüştük. Zeki olduğu, iyi terbiye ve tahsil gördüğü anlaşılıyordu.

Souper bir saat sürdü. Yemeğin sonunda, bu hanımı yeteri kadar tanımıştım ve kendisiyle hayat birliği yapmak arzusunda ve kararında idim.”