Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 79

İslâmî Akāidde, “Kader”in, Allâh'ın Ezelî ve Mutlak İlmi olduğunu ve o “İlim”de aslâ ve kat'a yanılma da olmıyacağı için, Kâinâtta cereyân eden her şeyin “Kader”e, yâni “İlâhî İlm”e muvâfık olarak gerçekleştiğini, buna da “Kazâ” dendiğini, binâenaleyh “Kader ve Kazâ”nın aslâ değiştirilemiyeceğini, bunları değiştirmek iddiâsının Allâh'ı tekzîb, binâenaleyh inkâr mânâsına geldiğini, “Kader”i evvelden bilemiyecek biz kulların ise, yine Müteâl Hâlik'ın emri mûcibince, Sünnetullâh'a uygun sûrette çalışmakla mükellef  bulunduğumuzu bile bile, Mustafa Kemâl'in “Kader ve Kazâ”yı değiştirdiğini iddiâ ediyor:

“Mustafa Kemal'in kuvve-i azmidir ki ‘kader'i, Türk milletinin bahtsız mukadderatını değiştirdi.”

Kezâ:

“Büyük insanların […] kendileri de, tabiat kuvveti ve tabiatin yüce bir kuvvetidirler. Ve tabiatin yüce kuvveti olarak ‘şeylerin yürüyüşüne' ve ‘olayların akışına hâkim olurlar; tarihin seyrini çelerler yahut düzenlerler ve kaza ve kaderi değiştirirler. İşte Atatürk bu adamlardandı. Onda Türk ırkının cevheri cisimlenmiştir.”

Onun sakîm fikrince, harbleri “tek adam” kazanır, ihtilâlleri “tek adam” muvaffak kılar:

“Muvaffak olan ihtilâllerin başında daima tek adam vardır. Ne ‘Üçler', ne ‘Merkez-i umumîler', ne ‘güzideler' tek şefin yerini tutmadı.

“Büyük zaferleri de tek adam kazanmıştır.”

Yukarıdaki iktibâslardan anlaşılacağı vechiyle, onun nazarında, Mustafa Kemâl de, âdetâ fevkalbeşer hasletlere mâlik öyle bir “tek adam”dır…

 

Orgeneral Ali Fuad Erden'in kehânetine nazaran, “Türk Milleti, bin yıl sonra da Kemalizmi yaşatmaya devâm edecek” imiş…
*** 
 

 

 M.Kemâl, Müslümanların İstiklâl Harbini, Avrupacı-Laik bir “İhtilâl Harbine” çeviren adamdır

Bu arada, bir müşâhedesi hakîkaten pek isâbetlidir: Mustafa Kemâl, (kendisinin değil, Müslüman Anadolu Milletinin, her şeyden evvel Dîn gayretiyle ve Dîninden kuvvet alarak başlattığı ve büyük fedâkârlıklarla yürüttüğü) İstiklâl Harbini, bir Avrupacı-Laik İhtilâl Harbine çeviren adamdır:

“İstiklâl savaşı; çetin, girift, muğlak, muazzam bir savaştı. Yalnız bir ihtilâl değil, yalnız müteaddit cepheli bir harp değil, hem harp, hem ihtilâl, tarihte hemen hemen benzeri olmayan bir ihtilâl harbi idi. İhtilâlin idaresi, siyasetin idaresi, harbin idaresi, her biri ayrı ayrı çetin bir işti. Mustafa Kemal'de, ihtilâlci, devlet adamı, serdar, yani sivil şef, siyasî şef, askerî şef birleşmişler; Cromwell, Washington, Moltke onda toplanmışlardı.

“Mustafa Kemal, hem ihtilâlin şefi, hem ihtilâl harbinin başkumandanı oldu; bu birleşme sayesinde dış ve iç politikayı stratejiyle ahenkli kıldı ve her üçünü de, bükülmeyen iradesiyle, zafer ve istiklâl gayelerinin hizmetinde kullandı.”

Frenklere temessül, “Tek Adam”a tevdî edilmiş ilâhî bir vazîfe imiş

Filhakîka, Müslümanların İstiklâl Harbi olarak başlayan Millî Mücâdele, bilâhare, onların inanılmaz derecedeki gaflet ve zaaf hâlleri sebebiyle, Mustafa Kemâl'in elinde, bir “İhtilâl Harbi”ne kalbolmuştu. Pekâlâ, bu “İhtilâl Harbi”nin nihâî gayesi neydi? Topyekûn Avrupa Medeniyetini benimseme, dîğer tâbirle, Müslümanlıktan tecerrüd ederek Frenklere temessül:

“İstiklâl Harbi biterek, Mustafa Kemal, kılıcını kınına koyunca, büyük azimle, memleketi asrîleştirmeye koyuldu. Muzaffer Başkumandan, inkılâpçı oldu ve ‘Muharib'in yerine ‘Islâhatçı' geçti. Mustafa Kemal, istiklâl hususunda hiç uzlaşma kabul etmediği gibi, ıslâhat hususunda da tedricî tekâmülü reddederek gayet cezrî davrandı. Siyasî, içtimaî, fikrî, mânevî inkılâplar yaptı. Mustafa Kemal, yalancı mevzûaları [Frszc. “Postulat : Postüla”nın Türkçe mukabili]; Türk'ün mânevî yolundaki engelleri kaldırdı, mânevî zincirleri kırdı. Türk milletini Ortaçağ geleneklerinden kurtardı ve Türk milletine, Batı topluluğu içinde bir Yeniçağ cemiyeti olarak yer alma imkânlarını sağladı.

“İnkılâpçı Mustafa Kemal, serdar Mustafa Kemal'den geri kalmadı ve kendini, yine kendi geçti.

“Asker Mustafa Kemal, harp biter bitmez nasıl inkılâpçı Mustafa Kemal oldu ise, inkılâpçı Mustafa Kemal de, inkılâplar tamam olunca, temkinli nizam adamına ve basiretli devlet başkanına inkılâp etti.

“Yeni Türkiye'nin dış siyaseti, eski düşmanlarını kendine dost yaptı; onu batı devletleri cemiyetine ithal etti ve Türkiye'yi itibarlı bir Avrupa devleti yaptı.”

İşte “Ortaçağ âdetlerini kaldırarak modern bir cemiyet binası kurmak”, “Türkiye'yi Batı Devletleri cemiyetine ithal etmek”, “Tek Adam”a Allâh tarafından tevdî edilmiş bir vazîfe imiş ve o, bu ilâhî vazîfesinde tamâmen muvaffak olmuş:

“Atatürk, eline Tanrı'nın emanet ettiği bu ödevleri tamamiyle başardı.”

Hâlbuki yine kendi müşâhedesine nazaran, o, “Kader”e, “Mâverâ”ya, yâni Uhrevî Âleme, binâenaleyh Allâh-ü Teâlâ'ya inanmazdı ve “Mihrâb”dan, yâni Müslümanlıktan kuvvet almaya tenezzül etmemiş “hür fikirli”, ilmî zihniyet sâhibi bir rehberdi:

“Atatürk, bir işe karar vermeden önce inceden inceye düşünürdü. İlhama ve insiyaka kapılarak gelişi güzel iş görmezdi. Düşüncelerinde ve muhakemelerinde, kadere ve maveraya inan, yıldıza ve talihe güven yoktur. […]

“Hür tefekkür. Avrupa'da Atatürk için sevimli diktatör, liberal diktatör, solcu diktatör dediler. Atatürk liberaldi. Hür fikirliydi. Tarihteki diktatörlerin çoğu, irticaa, tahta, mihraba dayanmışlardır. Atatürk tahtı yıktı. Mihraba dayanmadı. O, serbest tefekküre, vicdan hürriyetine, ruhun azatlığına âşıktı. [Fransızcadaki “la libre pensée” karşılığı olan bu “hür” veyâ “serbest tefekkür” tâbiri, laik, materyalist, masonî tefekkür tarzı hakkında kullanılır. Bu tesbîti anlamak için, Albert Bayet'nin aynı isimli kitabına mürâcaat edilebilir…] Ankara'daki Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinin cephesine yazılan ‘Hayatta en hakikî mürşit ilimdir' cümlesi, onun şiarı ve hür düşünüşünün belirgen remzidir. Bu minnacık cümleyi bir duvara yazabilmek için ne çetin savaşlar, ne kanlı muharebeler, ne kökten inkılâplar yapıldı.”

 

 

Mustafa Kemâl'in sol tarafında, yanı başındaki kumandan, onun (ve İnönü'nün) Harbiye'den beri arkadaşı, Harb Akademisi Kumandanı Korgeneral Ali Fuad Erden'dir…
***